Lakin insan olma vasfıyla hiçbir biçimde bağdaşmayan ve kınanan bu eylem her alanda sıkça yaşanmakta. Acı olansa, hangi türden olursa olsun istismarın önüne bir türlü geçilememesi. Söylemde eleştirilse dahi, iş eylem aşamasına geldiğinde hepsi unutuluveriyor. Çünkü yeterli yaptırımlar yoksa, alışkanlık gelişmişse insan bünyesinin nefsine hâkim olamayıp istismara yönelmesi kaçınılmaz. Çalışma hayatından, özel ilişkilere durum böyle. Nasıl ki, tepki gösterilse bile herhangi bir değişim yaşamayan, uzun süreli dizilerin çekimlerinde de oyuncusundan setçisine istismar halleri mevcut. Tabii aynı olumsuzlukla çocuk oyuncular da karşı karşıya.
Geçtiğimiz günlerde ‘Sahne ve perde çalışanlarının hukuki sorunları’ konulu panelde konuşan Oyuncular Sendikası Başkanı Meltem Cumbul sayesinde bir kez daha gündeme geldi bu konu. Üstelik biberonuna kahve konan 6 aylık bebek oyuncu örneğiyle… Bu sözlerin arkasından Oyuncular Sendikası’ndan bir açıklama paylaşıldı, kamuoyuna duyurulmak üzere.
‘Çocuk oyuncular konusunda ilgili haberlerden sonra farkındalık geliştiren ve tepkisini dile getiren herkese, bu konuda somut bir adım atmak ve çalışmalarımıza destek vermek üzere kapımız ardına dek açıktır’ cümlesiyle sonlanan açıklama, hem Meltem Cumbul’un örneğine dair yanlış anlaşılmayı düzeltmek hem de halen süren çocuk oyuncu istismarına dikkat çekmek hedefindeydi. Peki, medyadan hak ettiği ilgiyi gördü mü? Ben rastlamadım.
Oysa her fırsatta ekrana getirilen ve simgeleştirilerek propagandist bir noktaya çekilen göçmen çocuk ajitasyonu bolca yer buluyordu medyada. Başta dedik ya… İnsan bünyesinin istismara yönelmesi kaçınılmaz diye… Küçücük bedenleriyle kıyıya vuran veya sokak köşelerinde perişan halde avuç açan çocukların görüntüleri, çocuk oyuncu sorunundan daha fazla prim yapacağından Sendika açıklamasının rağbet görmemesi normaldi. Hal böyleyken biz de üstümüze düşeni yapalım, dizi setlerindeki istismarı köşemize taşıyalım dedik.
ÇOCUK OYUNCU İSTİSMARINDA SUÇLU KİM?
‘Madem ki insanı biçimlendiren yaşadığı koşullar; koşullar en insani şekilde biçimlenmelidir’ demiş Karl Marx. Güzel söylemiş de, koşulları insani şekilde biçimlendirmek öyle kolay bir iş değil. Hele Anayasa Mahkemesi’nin, çocuğa yönelik cinsel istismardaki ceza artırımını fazla bulduğu mantıklarda hiç kolay değil. İlaveten paranın konuştuğu yerde ve çıkarlar söz konusu olduğunda sömürüyü önlemek oldukça güç. Çocuklar da bu düzenin en kolay lokması. Üstelik sadece oyunculukta değil her alanda istismar edilmekteler. Meltem Cumbul’un bebek örneğinden hareketle konuya bakacak olursak…
Öncelikle bu olayın üç yıl önce yaşanmış olduğunu vurgulamakta fayda var. Yani yeni gibi yansıtmak-anlamak hata. Ancak bu demek değil ki, günümüz çocuk oyuncuları için her şey güllük gülistanlık. Oyuncular Sendikası’nın yolladığı açıklamada da belirtildiği üzere çocuk oyuncuların ve bebeklerin çalışma koşulları halen yaşlarını aşan boyutta. Çalışma saatleri, olmaması gereken ağırlıkta. Yani istismar sürüyor. Burada suçlu kim? Proje sahibi mi, yasalar mı, yoksa bu sürecin oluşmasına baştan çanak tutanlar yani ana babalar mı?
Kuşkusuz yapımcıların, yasaların ve sendikaların sorumluluğu büyük. Nitekim Oyuncular Sendikası yapılan ihbarları değerlendirip ilgililerle görüşerek bu olumsuzlukları düzeltmeye çabalıyormuş ama… Asıl mesele, bu gayretler sorunun kökten çözümüne yeterli olabilir mi?
Gerçek şu ki; Baş sorumluluk ailelerin üstünde olduğu için maalesef yasalar da, diğer yaptırımların gücü de belli oranlarda etkili olur. Hani çocuk gelin misali… Ana-babaların çocuklarını yıldızlaştırma tutkusu malum. Bir zamanlar çocuklarının dizilerde veya reklamlarda rol alması pahasına ‘Eti senin kemiği benim’ mantığı öylesine ağır basıyordu ki, biberona kahve konmasına vardırılan istismar da kendiliğinden gelişiverdi. Burada bir parantez açıp, karın bozukluğu-diş kaşınması gibi sebeplerle, evlerinde çocuklarına kahve-içki vermekte sakınca görmeyen ana-babaların çokça bulunduğu gerçeğini vurgulayarak ‘biberonda kahve’ olayını istismar olarak büyütmenin yanlışlığını da hatırlatmak isterim... Buna gelene kadar ne istismarlar olduğu ve İLO(Uluslar arası Çalışma Örgütü) nezdinde önemsense dahi bunlara alışkın toplumun sert tepki göstermeyeceği ilavesiyle!
Ailelerin çocuk oyuncu istismarındaki sorumluluğuna dönecek olursak… Ekrandaki çocuk yarışmalarında, yetenek seçmelerinde şan-şöhret meraklısı ebeveyn aymazlığı yüzünden büyümüş de küçülmüş çocukları az görmedik. Türküler, sevimlilik şaklabanlıkları, gözyaşlarını coşturan acıklı öyküler… Seç beğen al misali takdim edilen çocuklar. İzleyici duygularını ajitasyonlarla sömürmeye öylesine müsaitti ki küçük bedenler… Çift taraflı bir gönüllülük ve istismar baş gösterdi çocuk oyuncu konusunda. Bırakın çalışma saatlerine özeni, iş şartlarına hassasiyeti… Rakipleri devre dışı bırakmak için para dahi istemeden, çocuklarının projelerde yer almasına can atan ana baba sayısının bir hayli olduğuna eminim. Buna karşılık çocuk oyuncularla gönül tellerini titretip reyting kapma sevdasındaki yapımcılar, mallarını çocuk şirinliğiyle pazarlama akılcılığını seçen reklamcılar da büyük bir iştahla daldı olaya. Çocuk oyuncu arzının böylesine bol ve gönüllü olduğu yerde istismar da kaçınılmazdı haliyle.
Bu süreç gelişirken yasalar ne diyordu? Türkiye’deki İş Yasası’na göre 15 yaş altındakilerin çalışması yasaktı. Buna karşılık ekranda her yaştan çocuk rahatlıkla boy gösteriyordu. Zira zorunluluktan ötürü çocuk oyuncu gerekliydi ve yasağın pratikte bir değeri yoktu. Sonra bir de bakıldı ki iş çığırından çıkmış… 14 yaş altındaki çocukların, bebeklerin sanat, kültür, reklam, dizi gibi faaliyetlerde 5 saate kadar çalıştırılması kanunla kabul edildi. Tabii gerekli izinleri almak kaydıyla. Kısacası, çocuk oyuncu olayına bir düzen getirildi kanun önünde. Peki uygulaması? İzin olayına uymak bir şey değil de… Çalışma saatlerinde kısıtlamalara uyuluyor mu? Şimdi oyuncu Özgür Çevik’in saptadığı gibi bir buçuk dakikalık bir sahnenin çekiminin teknik olarak 1 saat sürdüğünü, her bölümü film uzunluğundaki dizilerin sahne çekimlerinin defalarca tekrarlandığını ve çocukların da o sahnelerde yer aldığını düşünürsek… Hayli zor.
Çaresi ne peki? Baş çaresi, dizi sürelerini makul hale getirmek ama bunun olmasından yana ümidi kesmiş durumdayız. Öyleyse aynen devam etmenin dışında elde kalan çare, hep yaptığımız gibi kolaycılığa kaçmak… Yaptırımlarla uğraşmak, çocuk oyuncu problemiyle boğuşmak yerine olayı daha risksiz hale getirmek için kısıtlamaya gitmek! Dikkat ettiniz mi, ‘her diziye bir çocuk’ mantığı eskiye kıyasla gerilemiş durumda. Mevcut dizilerdeki çocukların sahneleri de bir hayli düştü. Reklamlarda da eskiye oranla çocuk oyuncu oldukça azaldı.
Reklamlarda öyle yerli yersiz çocuk kullanılmaması gayet iyi oldu ama dizilerin içeriği açısından kısıtlamaya gitmek ileri aşamada sıkıntı yaratabilir. Çünkü hem çocuklar üstünden çevrilen muhabbetlerle bölüm kazanma avantajı kaybedilir, hem de konular güdükleşebilir. Misal, ‘Mayıs Kraliçesi’nin orijinalinde çocukluk yılları bölümlere yayılarak işlenmişken bizde güdük sahnelerle bir bölümde bitirilmesi dizinin ilgi çekicilik özünü bozdu.
Diyeceğim o ki; Çocuklar oyunculukta yol alırken kesinlikle istismar edilmemeli ama bu kaygıyla da abartılı davranıp önleri kesilmemeli. Dahası yapımcıların problem çıkartan, çokça talepte bulunan oyuncuları-aileleri istemeyeceği de malum! Yetişkin oyuncular bile seslerini yükselttiğinde rahatlıkla dışlanırken çocuk oyuncu bolluğunda, ebeveyn gönüllülüğünde fazla hassasiyet gösterilmeyeceği kesin. Biri olmazsa diğer, diğeri de olmazsa hiçbiri denebilir. Velhasıl her tarafı eğri olan deveye ‘Boynun niye eğri’ diye sormak gibi bir şey çocuk oyuncu istismarı… Ve kökten çözümü de asla olamayacak bir hayal!
OYUNCULUK İŞÇİLİK MİDİR, SERBEST MESLEK Mİ?
Meltem Cumbul’un konuşmasında dikkat çeken hususlardan biri de oyuncuların dünyada işçi olarak kabul edilmesi, ülkemizdeyse serbest meslek çalışanı olarak muamele görmesi. Cumbul, ‘İşverenimizin dediği saatte ve şekilde çalışan insanlar olarak nasıl işçi değil de serbest çalışan olarak görülüyoruz’ diye sormakta. Öyle mi görülüyorlar?
Bildiğim kadarıyla dizi oyuncuları işverenin yani yapım şirketinin emir ve talimatı altında, işverenin gösterdiği yerde iş yaptıklarından dolayı 4/a sigortalısı yani SSK’lı olmak durumunda. Primlerini de işveren ödemek zorunda. Ancak buradaki püf noktası, ay içindeki çalışma gün sayısının 10 günün altında kalmaması! 10 günün altında kalanlar, işverenle sözleşmesini SGK’ya ibraz edip primlerini kendileri ödüyorlar. Buna karşılık senaryo yazan, dizi-film müziği besteleyenler serbest meslek mensubu ve Bağ-Kur’lu sayılıyor. Bu da normal.
Kısacası; oyuncu demek, SSK’lı işçi demek. Ama pratikte buna ne derece uyuluyor, sözleşmeler nasıl yapılıyor, kayıt dışılık hangi oranda? Meçhul. Bölüm başı büyük ücretlerle anılan başrollerin, işçi veya serbest meslek sayılma kaygısı taşıyıp taşımadığı da ayrı bir konu.
ASIL İSTİSMAR EDİLENLER SET İŞÇİLERİ!
Bana kalırsa burada asıl üstünde durulması gereken nokta, çok düşük paralara setlerde ömür çürütenler… Oyuncular sahne almadan işe koyulup onlar çekip gittiğinde de çalışmalarını zor koşullarda sürdürenler… Yani set işçileri! Kadrajın dışında kalan, isimleri telaffuz edilmeyen bu kesim ne yazık ki çocuk oyunculardan da daha beter istismar edilmekte. Üstelik eleman arzının bolluğunda rahatlıkla gözden çıkarılabilecek konumda olduklarından seslerini yükseltmeleri, haklarını talep etmeleri, tavır koymaları da çok zor. Ancak kendilerini kabul ettirmiş, ‘olmazsa olmaz’ haline gelmiş mutlu azınlığın bir parça avantajı olabilir. Sektöre yeni girmeye çalışanlar, kendilerini göstermek için çabalayanlar tam anlamıyla ağır işçi.
Sözün kısası; panellerde konuşmak, sorunları dile getirmek ‘Bizi de dikkate alın’ demek adına olumlu bir eylem. Sorunları, suskunlukla kabullenmek yerine defalarca dile getirmekten yanayım. Lakin bu sistem rutininde ve tekelcilikte bir şeylerin değişeceğini, set çalışanlarının durumunun düzeleceğini düşünmek de hayalcilikten öteye geçemez. Hele kamuoyundan bu konuda destek beklemek hepten nafile. Zira uzun süreli klişe diziler sayesinde ekran karşısında mayıştırılmış beyinler yaratıldı. Bunlar kendi çıkarlarını dahi koruyamaz haldeyken kalkıp da set işçilerinin kaygısına mı düşecekler? Ya da uzun uzun izledikleri yegâne eğlenceleri olan dizilerin kısalması için destek mi verecekler? Kaldı ki madenlerde, inşaatlarda yitip giden bir dolu hayatın ardından kim ne yapabildi? Hiç. Onca yaşanan ve yaşanmakta olan rezalete kimden tepki var? Hiç kimseden. Tepki gösterenlerin de hali meydanda!
Diğer taraftan olayın yasayla filan yola sokulmasını da geçiniz bir kalem… Hangi yapımcının işine gelir kısa dizi çekmek? Başrol oyuncusuna, set işçisine vereceği ücret azalmayacağına göre, bir işten maksimum düzeyde yararlanmak varken yüksek giderle düşük gelire razı olur mu hiç? Yaptırımlar devreye sokulup ‘Yok, ille de kısaltacaksın’ dendiğinde de ücretler düşer… Ki bu da oyuncuları olumsuz etkiler. Bir kısır döngü vesselam…
Sonuçta; Bu saatten sonra kısa dizilere dönüş pek kolay değil. Balık baştan kokutuldu bir kere… Cümleten alıştık bu kokuya, hatta keyif bile veriyor bize. Set emekçilerinin ve paralarını almakta zorlanan figürasyon kesiminin durumları da, önce Allah’a sonra yapımcıların insafına havale. Diziler yurt dışına pazarlanıp paralar toplanırken, başroller magazinde ihtişamlı görüntüler verirken sefilleri oynayan arka plan emekçilerine rastgele…
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal