‘Gelişimin önündeki en büyük engel nedir’ diye sorgulayarak başlamak istiyorum yazıma… Zira ‘Jet Sosyete’ ile ilgili satırlarıma yönelik kimi yorumlar bu sorgulamayı zorunlu kılar nitelikte.
Çoğunluğun saptamalarımı desteklemesine ve hislerine tercüman olmamdan dolayı teşekkürlerini iletmesine karşın, bazıları gerçeklere gözlerini kapatmış. Olayı kişiselleştirdiğim gibi ipe sapa gelmez çıkarımlar yapmanı ve dahi terbiyeden yoksun kelimeler kullananı bile mevcut.
Bunlara cevabımı Amerikalı yazar Elbert Hubbard’ın ‘Basit bir kimse en küçük bir tenkide çıldırır. Akıllı adam ise kendisini eleştiren, kendisi ile tartışanların düşüncelerini kapmaya çalışır’ sözüyle vermek isterim. Ondan ötesi kendi terbiyelerine kalmış.
Gerçek şu ki, hangi alanda olursa olsun gelişimin yolunu tıkayan unsurların başında eleştiri tahammülsüzlüğü gelmekte! Defalarca dillendirdiğim üzere iş-sanat üretenler için eleştiri, övgüden daha değerli bir destektir. Çünkü sadece övgülere itibar etmek, hataların arka plana atılmasına ve dolayısıyla süreç içinde daha büyük hatalara düşülüp geri dönüşü olmayan noktaya gelinmesine sebep olur.
Bu nedenle her eleştiriyi ‘Haklılık payı olabilir’ mantığıyla değerlendirmek ve William Churchill’in ‘Eleştiri belki güzel bir şey değildir ama gereklidir. Ağrı ile aynı işi görür; çünkü ağrı da vücutta bir arıza olduğunu haber verir’ sözündeki hakikati algılayarak eleştirilere kulak vermek şart!
Eleştiriye tahammül edemeyenlere bu hakikatleri kısaca hatırlatmanın ardından gelelim asıl konumuza… Bugün Pazartesi’nin gözde dizilerinden olan ‘Çukur’un iç dünyasına girmek istiyorum bir kez daha. Çünkü son bölümde yaşanan gelişmeler ciddi anlamda izleyici tepkisine yol açtı. Öyle ki, yapımcıya özür mahiyetindeki videoyu yayınlattıran bu eleştirilere bakıp ‘Çukur, çukura mı gömülüyor’ diye düşünmek rahatlıkla mümkündü. Peki, bu tepkilerin haklılık payı ne kadardı? Diziye yeni katılan karaktere yönelik maksadını aşan bir karalama mı vardı ortada? Dahası, ilkten ‘Baba’ filmiyle paralel yapı göstermesine dair eleştirilerde bulunduğum senaryonun içerik sıkıntısına düşme sinyalleri verip vermediği hususu da, dizinin selameti açısından, masaya yatırılması gereken bir konu olarak duruyordu karşımızda.
ÇUKUR’UN GELİŞİMİNE BAKIŞ
Show TV’nin sevilen dizisindeki problemlerle ilgili olarak öncelikli sözüm; ‘Çukur’un enerjik tempoya sahip görünmekle birlikte aslında çok durağan akışla yol aldığı yönünde olacak! Yani içimizi dışımızı şarkı yapan, durup durup Çukur elemanlarını damlardan aşırtıp sokaklarda oyana buyana koşturarak-meşale yaktırarak hareket sağlayan iş, tüm bunlarla zaman öldürmekte aslında… Öyküsü de, henüz yolun başında olunduğu halde, dar bir çerçeveye sıkışıp kaldı birkaç bölümdür. Zira ‘Hedef ne, amaç ne’ sorularının karşılığı, Çukur’a uyuşturucu taciri olarak düşüp ardından babalık intikamı çıkartarak geçmişin anılarındaki Salih’in masumiyetini aktaran Vartolu Saadettin’in aile meselesi olarak yansıtıldı. Araya da ‘Beyefendi’nin inşaat mafyası rantçılığı sokuldu. Buraya kadar iyi güzeldi de… Ortada uzun vadeye yayılacak dişe dokunur bir öykü gelişimi olduğunu söyleyebilir miydik gerçekten?
Yıldırım hızını da aşan bir çabuklukla, hem de Paris’e uçarak gerçekleştirilen Yamaç-Sena birlikteliğine baktığımızda… Baştaki ateşi kaybeden, aksiyon arası bir koşu Sena’ya uğrayan Yamaç’la, ne giderim ne kalırım tadında bir soğukluk sergileyen Sena’nın aşkı ve muhabbeti tamamen boşlukta! Nasıl ki Vartolu’ya karşı değme Hollywood filmlerine taş çıkartırcasına aksiyon icra eden Yamaç’ın, mafya babalığı yükünü sırtlanmış kişi olarak, pek inandırıcı olamadığı da meydanda. Keza babalığa çok yakışan Ercan Kesal’in performansından yeterince faydalanmayan ve İdris’in babalığını Yamaç karşısında gereğinden fazla pasif bırakan dizide, Rıza Kocaoğlu’nun Aliço’su da belli bir kalıp dâhilinde işlenmekte. İzleyici neyin ne olduğunu, kimin hangi davranışı sergileyeceğini bilince, karakterlerin tadı kalmıyor haliyle. Oysa zekâsı, yoğun dikkati ve hafızasıyla olayları çözme yeteneğine sahip olan Aliço, ‘Çukur’a güzellik katan karakterlerden olup, sürprizli konu gelişimine katkı sağlayabilecek güçte!
Baştaki aşk halleriyle senaryonun mafya olayını dengeleyerek sadece erkek ağırlıklı bir iş tablosu çizmeyen ‘Çukur’un bölümler ilerledikçe bu dengeyi erkeklerden yana kaydırmasıysa göze çarpan bir diğer olumsuzluk. Annesini birlikte kaçmaya ikna edip arabanın içinde Celasun’u tartaklayarak kazaya sebep olan Karaca başta olmak üzere Kosovalı evindeki kadınların içerik gelişiminde etkili bir fonksiyon taşımamaları diziyi, sürekli aynı teranenin okunduğu mafya kısırdöngüsüne hapsetmekte. Şu an için yapımdaki yegâne kayda değer ve gerçek öyküsü olan kadın karakter, Sadiş... Tabii ona bu ayrıcalığı sağlayan da Vartolu mazisi.
Sözün kısası; Baştaki öykü yapısını Vartolu ve Beyefendi dışında zenginleştiremeyen… Geriye kokusunu miras bırakıp ölmemiş sayılan Kahraman’ın şok ölümüyle Mustafa Üstündağ beklentisini boşa çıkartan… Dizinin seyrini değiştirme noktasında, gelişine bel bağlanan Cumali karakterini de rafa kaldıran… Gazeteci Hale ile avukatın buluşması üstünden farklı bir pencere açmaya çalışan… Ve Sena’nın İzmir’deki emniyetçi babasının görev sürecinde İdris’le Çukur’a ilişmeme anlaşması yaptığı söylemiyle akıl kurcalayan ‘Çukur’, hâlihazırda ve yakın gelecekte çukura gömülecek türden değil.
Ancak şu hakikatin de altını çizmekte fayda var. Şayet içeriğindeki monotonlukla, yarattığı mantıksızlıklarla, gereğinden fazla ağırlaşan havasıyla… Ve onca silah patladığı halde polisin esamisinin okunmadığı, kendi kanunları olan bu yeri adeta ‘kurtarılmış bölge’ gibi gösterip ‘İstanbul içinde böyle bir yer, hayali de olsa, nasıl var olabilir’ sorusunu yaratan atmosferle yola devam edecek olsaydı kesinlikle Çukur, çukura gömülürdü! Neyse ki, senaryo bu tehlikeyi fark edip ‘Kimim ben biliyor musun’ efelenmesiyle Yamaç’ın karşısına dikilen, Mozart’ın Türk Marşı’na meraklı Emrah Amir’i yarattı! Öte yandan ‘Çukur’a hareket getiren karakterin ilk andan fazlaca tepki çektiği de malum. Peki, bu yaklaşım yerinde mi? Bakalım.
ALPEREN DUYMAZ ‘ÇUKUR’A TAT VERDİ!
‘Ben Çukur’da öleceğim’ diyerek geçmişin intikamında ısrar eden Vartolu Saadettin’in onca hengâmeden nasıl kurtulacağını her ne kadar anlamış olamasak da, Yamaç tarafından bir yerlerde tutulduğuna eminiz. Zaten duvarlardaki ‘İntikamımı almadan ölmem’ yazısıyla Vartolu’nun yaşadığının mesajını veren dizide, öyküye katkısı büyük olan Saadettin’in ölmesi pek mümkün değil. Zira ilk andan itibaren Erkan Kolçak Köstendil’in oyunculuğuyla güçlenip gerek aksiyon gerekse mizahi açıdan içeriği dolduran bir karakter kendisi! Üstelik çocukluktan gelen mazlumlukla, intikamcı suçluluğu aynı potada eriterek şahsına has çekicilikte ‘acınası suçlu’ tablosuna imza atan yapıda!
Velhasıl Sadiş’in Salih’i, Çukur’un Vartolu’su ölmedi ölemez. Öte yandan kabul etmek lazım ki, bu öykü tek başına Vartolu’nun ‘çocuğuna sahip çıkmayan kral baba ve kötü vezir’ hıncıyla da sürüp gidemezdi. Bu gerçek ışığında dizinin yeni karakter yaratma kaygısı daha net anlaşılır hale gelmekte ve Alperen Duymaz’ın Emrah Amir’i ayrı bir değer kazanmakta.
İster kabul edilsin, ister tepki gösterilsin… Vartolu’nun babalık intikamıyla ortaya çıktığı ‘Çukur’da, bir başka babadan miras karakter olarak gündeme düşen Emrah Amir’in babalar arasındaki anlaşmayı bozmak için süper polis enerjisiyle ortama dalması tam yerinde ve çok iyi oldu. Böylece bir hayli durağanlaşıp sıradanlaşan ‘Çukur’a taze enerji getirildi.
Kuşkusuz Amir’in trafikte makas atarak tehlikeli biçimde yol alması çok kötü bir örnekti… Aynı şekilde kendisini durduran trafik polisine yönelik tavrı da kabul edilemez türdendi… Amaaa… Sonradan özrü paylaşılan bu sahneden dolayı ‘Çukur’un yeni karakterini külliyen gömmek ve senaristinden yönetmenine veryansın etmek ne derece doğruydu?
Şimdi elleri vicdana koyup bir düşünelim… Gerçek hayatta trafikte güvenliksiz biçimde giden, hatta aceleden dolayı kazaya sebebiyet veren resmi araçlar hiç mi yok? Resmi kişilerin astlarını tokatlayıp bayılttıkları şeklinde olaylar haberlere yansımamış mıydı? Şahsi keyfiyetle, lokantada kavga çıkartan polisleri kısa süre önce izlemedik mi televizyonda? Uzun uzadıya örneklemeye gerek yok. Varlıkları, medya geçmişine kısaca göz atarak rahatlıkla görülebilir. Neticede insan, hangi meslekte olursa olsun insandır ve hata yapabilir. Bunları resmetmek ‘aşağılama’ olarak görülmemeli! Dizilerle pembe dünya yaratılması isteniyorsa o başka.
Ayrıca karakterin olayının tek yanlı eleştirilerdeki gibi dayanaksız olmadığı, geniş açıdan bakıldığında senaryonun Emrah Amir’in her yaptığına bir izah getirdiği de ortada. Haber verdiği ekibin gelmesini beklemeden uyuşturucu imalathanesini tek başına basıp silahlı adamları takır takır yere seren, araba uçurup bomba patlatan… Yerde sürünen yaralıya ‘Fazla yerlisiniz. Klasik müziği bileceksiniz kardeşim’ diyerek Mozart dersi verip o halde bırakan… Ardından ‘Ben sadece polis değilim. Emrah Amirim’ diyerek kendine üstün vasıflar yakıştıran Emrah, tüm bu sınırsız özgürlüğü ‘üst’ makamlardan almış olmanın rahatlığında. Dahası polis babasıyla İdris arasındaki anlaşmayı da ‘Polis böyle bir anlaşma yapmaz’ tarzı söylemle yok sayıp, emniyet güçlerini mafya karşısında yücelttiğini de hatırlatırım. Nitekim onca zaman kimsenin ilişmediği Çukur’a bir dolu polisle girdi. Dolayısıyla Alperen Duymaz’ın kariyerindeki artıları katmerleyecek olan İstanbul’a sürgün Emrah’a bu gözle bakmak, kural tanımazlığını, ‘üst makamlardan destekli sınırsız yetki’ vurgusu çerçevesinde değerlendirmek şart!
Diyeceğim o ki, sadece repliklerle değil, gözleriyle ve beden diliyle de canlandırmasını konuşturup ‘Çukur’a tat veren Alperen Duymaz, kendisine yönelik eleştirilerin aksine, ne polisliği aşağılıyor ne de dizide fazlalık olarak duruyor. Senaryo tarafından yaratılan Emrah Amir karakterinin hakkını layıkıyla veriyor. Öfkeyle gizemi harmanlayan Emrah Amir’in ilerleyen bölümlerde daha açılacağı… Yamaç’ın Devran Çağlar’lı posta koyuşuna pabuç bırakmayacağı, elinden gelen çok şey olacağı muhakkak. Önü kesilmesin yeter.
SONUÇTA; ‘Hatasıyla-sevabıyla Çukur Pazartesi geceleri evimiz… İdris babamız’ demeyi sürdüreceğiz… Ta ki, senaryo kendini tekrara geçip öyküyü çukura gömene kadar!
Şahsen en azından bu sezon böyle bir şey olmayacağına güveniyorum. Çünkü Yamaç’ın karşısına Vartolu’ya ilaveten destek kuvvet gibi gelen… Piyano çalıp şarkı söyleyerek kültürel gelişim adına olumlu mesajlar veren ve Çukur’da kırmızı meşaleleri yaktıran Emrah devrede. Onun başlattığı keyifli süreç, durağanlığın kırılacağı güzel bölümlerin habercisi gibi. Esnafta çuvalla tüfeğin bulunduğu illegal mahalleye dalıp Koçovalı Ailesi’ni zorlayan Emrah Amir’in, mafya babası Yamaç’ın kaynı, Sena’nın abisi oluşundan da yeni bir ‘Siyah Beyaz Aşk’ tablosu bile doğabilir ayrıca. Tabii akrabalıkları, suç ve ceza kıvamında iç içe geçiren senaryonun eleştirileri dikkate alıp içlerinden haklı olanlara kulak vermesi de çok önemli! Eleştiriden korkmayan cesur gelişmeleri hep birlikte izleme umuduyla…
Anibal GÜLEROĞLU