Bir Afrika özdeyişi, ‘Ben sana yıldızları gösterdim ama sen sadece benim parmağımın ucunu gördün’ der… İnsanlara göstermek istenenler ile onların bakış açısı arasındaki farkı ortaya koymak adına çok yerinde bir söz. Yani siz istediğiniz kadar bir şeylerin farkını-ışıltısını işaret edin, insanların düşüncesi neye odaklanmışsa görebildiği şey de ondan ibaret kalıyor. Kişiler-toplumlar neyi arıyorsa, onu görmeyi sürdürüyor. Varsın çoğunun alışkanlığı böyle olsun… Elbet yıldızları göstere göstere, parmak ucunu değil yıldızları görmeyi becerenler de çıkar bu hayatta. Önemli olan doğru yerleri işaret etmek, sabırla! Bizde de sabırdan bol bir şey olmadığına göre, yıldızları tek tek işaret etmeye devam…
Bundan önce yeni dizilerin arasından ‘EN’lerimizi detaylandırmıştık. Bu yazıda da yarışın kıyasıya sürdüğü Cumartesi gecesinin performanslarına bakıp, hem ‘Eski dizilerin yeni sezonunu niye değerlendirmiyorsunuz’ diyenleri kısmen cevaplamış olalım… Hem de aralarından öne çıkanı değerlendirerek yıldızın kim olduğu üstüne yorumumuzu yapalım.
‘KALBİMDEKİ DENİZ’ DALGALANMAYA BAŞLADI
Geçtiğimiz sezon FOX’a iyi reyting getirisi sağlayarak yeni dönemini garantileyen ‘Kalbimdeki Deniz’, kimi zaman iç bunaltan ağır bakışmalı sahneleri ve uyku getiren temposuna rağmen Fikriye’nin kattığı neşe, Ece-Mustafa ilişkisi gibi detaylarla ilgi görmeyi sürdürüyordu. Ancak ne yazık ki dizinin yeni sezonu için bunu söylemek pek mümkün değil.
Amerika’dan gelen ve aksansız Türkçesini, annesinin sürekli Türkçe konuşmasına bağlayan Mirat’ın oğluyla, ekranın yeni modası olan ‘babasına kinlenen gizli oğul’ havası yaratmaya soyunarak içeriğini kabartmaya çalışan… Ama bu formülde mayayı iyi tutturamayıp koflaşan senaryo, Mustafa’yı yıllar sonra umursayıp zengin hayatını ve küçücük oğlunu terk ederek emekçiliğe ve eski kocasının ayakkabıcı dükkânının kokusuna koşturan annesinde de iyice saçmalamış halde. Yeniden hafızasını kazanan Fikriye ve diğer karakterlerde de mantığı pek takmayarak ilk etaptan sezonu nasıl tamamlayacağının kaygısını hissettiren yapım, Hülya karakterini hamile ve mide kanseri yaparak tam dibe vurmuş. Yanına dahi yanaşmadığı, başkasına âşık olup evi terk eden kocasından hangi ara hamile kaldığını kesinlikle hiç anlayamadığımız(Resim çektiği geceyse şayet, adam elbiseleriyle uyuyordu) bu uydurma pozisyona mide kanseri olayının niye katıldığı da meçhul. Deniz’i, Mirat’tan ayırmaya gücü yetmeyen Hülya’yı işlevsiz bırakmamak için mi? Kim bilir…
Velhasıl; Alihan’ın Kıbrıs davası… Kazık kadar kızından Alihan’la ilgili gerçeği niçin sakladığına akıl erdiremediğimiz Deniz’in suçlanması gibi durumlar da dâhil olmak üzere ‘Kalbimdeki Deniz’, gelişim yaratma sıkıntısı çekip durumu ağır çekim sahnelerle dahi kurtaramadığından, dalgalanmaya başladı. Bu dalgalanmanın mantıklı kıyılara erişmediği takdirde, tsunamiye dönüşüp diziyi sezon sonunu göremeden boğması işten bile değil. Dolayısıyla ‘Kalbimdeki Deniz’in bu performansla FOX’un yüzünü güldürmesine ve gittikçe anlamlarını yitiren karakterleriyle Cumartesi gecesinin yıldızı olma şansını yakalamasına imkân yok.
YENİ GELİN’İN SORGULATAN BAŞARISI
Bella ile Hazar’ın aileleri tarafından pek hoş karşılanmayan evliliğiyle yola çıkan ve sezon finalini karantinayla yapan ‘Yeni Gelin’, tıpkı ‘Aşk Yeniden’ gibi zıt kültürdeki ailelerin yarattığı komedi mantığıyla geliştirmişti kendini. Gerçi burada kadının, gücünden ziyade, erkekler tarafından horlanan bir düzende işlenişine ve kendi aralarındaki kadınsal çekişmelere ağırlık verilmişti ya… Yine de aşiret töreli aile yapısıyla, modernliği karşı karşıya getiren yapım, dramatik içeriklere alternatif olarak izleniyordu. Ne zaman ki, Bella’nın modern kültürlü ailesini, ağanın kumalı ve töreli yapısına adapte edip o yaşam biçimi içinde öğütmeye başladı… İşte o zaman işin cılkını çıkartır oldu. Hele bu sezon vaziyet iyice abartılmış halde.
Mesela, Katar’dan gelen görücü olayındaki birbiriyle silah atma yarışı neydi öyle? Ağanın üstün olmak için makineliyle ateş açması, bununla yetinmeyip arkadan adamlarına tüfeklerle şov yaptırarak havaya sıktırması ve dizinin bu mermi manyağı sahneyi eğlence havasında yansıtması akla sığmayacak bir rezillikti. Ülkemizde yorgun mermi denen olayla kim vurduya gidenlerin, düğünlerde silah atma aymazlığıyla hayata veda edenlerin sayısı oldukça fazlayken; bireysel silahlanmanın haddi hesabı yokken komedi niyetine böylesi özendiricilik yapmak densizlik değil de nedir? Hoş, günümüzde birilerinin işkence görüntülerini internetten paylaşmayı marifet sayması dahi umursanmıyor ya… Biz yine de ‘Silah şovu kötüdür’ diyelim! Ayrıca çok eşliliği gayet doğal göstermekten öteye anlam taşımaz hale getirilen dizideki ağanın karılarının hallerinden gayet memnun biçimde yaşıyor olmaları… Bella gibi eğitimli bir kızın ve anne-babasının bu yalan yanlış aşiret ortamını hemencecik benimsemesi de toplumu çağdaşlıktan uzaklaştırma bilincini taşıyan olgular. Yanı sıra Bella’nın köle niyetine yorumlanması, ‘Çok eşliliğe kucak açan Türk aile yapısı kendi içinde böyle de ezicidir’ mantığını yaymanın kurgusal hali! Türkmenler böyle mi yaşar? Hiç sanmam.
Kısacası; Üvey de olsa akraba aşkına yer vererek aile içi yakınlaşmalara ışık yakan ve akıllara yerleştirmeye çalıştığı pek çok detayla komedi özelliğini olumsuz yönde geliştiren ‘Yeni Gelin’ bu sezon ayakta kalmak için şamataya dönüşen tablosuyla başarısını sorgulatmakta. İstediği kadar Total’in reytinglerinde birinci olsun bu onu başarılı kabul etmemize yeterli değil!
SEVDA’NIN BAHÇESİ, BASİTLİĞE ÖVGÜ
‘Basit adam, karmaşık adamdan daha korku vericidir’ demiş Dostoyevski… Oysa bizde kimileri basitliklere övgü dizmeye, sıradanlıktan sıyrılmayı başaranları da gözden düşürmeye öylesine meraklı ki, bunların mantığında ne gibi çekinceler olduğunu sorgulamak şart oluyor. Nasıl ki, dizilerimiz için de aynı yaklaşım süregitmekte. Kurgusu ve senaryosu farklı bir dile sahip olan dizileri izleyip izleyip bir türlü anlayamayanlar, başka yapımların yeniden çevrimi gibi ekrana taşınanları şıp diye sevip hangi köşede ağırlayacaklarını bilemiyorlar.
Kuşkusuz zevklere, fikirlere ve üretilen işlere saygımız sonsuz. Nihayetinde atalarımız bile ‘Bitli baklanın kör alıcısı olur’ diyerek her şeyin kendince bir beğeneni olacağını vurgulamış. Lakin basitliğe, ederinden fazla ilgi gösterilip, beyin geliştirici güce sahip kaliteli işlerin ötelenmesini de kabullenmemiz imkânsız. Nitekim başka dizileri hatırlatan içeriğiyle kendi çapında ilerlerken Suriyeli göçmen konusunu da akademisyen piyanistle kabartmaya özen gösteren Sevda’nın Bahçesi’ne yaklaşımımız da bu yönde. Önceden ılık cılık detaylarla eleştirimi yaptığım için bu diziyle ilgili neden böyle düşündüğümü tekrarlamama gerek yok. Ancak şu kadarını söyleyeyim ki, kolaycılıkla işi kotarma mantığı bana hep itici geliyor. Hele bir de onca eğitimli oyuncu dururken sırf isim üstünden prim yapma hevesiyle, şarkıcı-manken-yarışmacı kesiminden birilerini alıp başrole koymayı, oyunculukta işinin ehli insanlara yapılmış hakaret olarak görüyorum. Yani basitliğe övgüyü hoş görelim görmesine de, bu kadarını da ‘başarı’ niyetine hazmetmeyelim. Basitliği alkışladıkça basitleşiriz. Nokta.
YALAZA’NIN NASREDDİN HOCALIĞI…
İzleyiciye modern Nasrettin Hoca hikâyesi anlatmak için kolları sıvayan TRT 1 dizisi ‘Yalaza’, çocuklarıyla birlikte kendi halinde yaşayıp giden İbrahim’in macerasını Ekmek Teknesi tadında aktarırken aynı zamanda kaliteli eğlenceyi yakalayabilmek için zekâ gerektiğini de vurgulayan bir iş. Amma velâkin İbrahim’in kaza sonucu öldü sanılmasına kafayı takanlar mı istersiniz, ince mizahından anlamayıp senaryosuna laf edenler mi? Başka yapımlardaki cümle saçmalığı görmezden gelenlerin ‘Yalaza’ için mantık sorgulayıcısı kesilmesine gel de şaşma!
Oysaki Taraklı’nın yerel anlatım sanatından tüm Türkiye’nin izleyebileceği bir aile dizisi çıkartan ‘Yalaza’, gerek komedisiyle gerekse canlı temposuyla izlenmesi keyifli mizah tadına sahip. Mesajlarını satır aralarına serpip göze sokmadan vermeyi başaran dizinin, esprileriyle basitliğe boğulmaması da apayrı bir özellik. Ama işte ‘Yalaza’nın asıl problemi de bu zaten… Yani hikâyesinin ‘basit’ yazılmamış olması! Değil mi?
İçeriği boş yaygaralar, üç beş karılı ağaların âşık olma sevdası üstüne kurulmadığından ‘Yalaza’nın kıssadan hisselik Nasrettin Hocalığı da yeterli ilgiyi bulamayıp basitlik sevdasındaki dizi arayışına kurban gidiyor. Neyse ki, TRT ekranında olma şansına sahip de Total’in, mizah algısındaki geriliği ortaya çıkartan, düşük sonuçlarına rağmen ayakta kalmayı başarıyor.
BASİTLİKTEN GELİŞEN KALİTENİN ‘FAZİLET’İ!
Geçtiğimiz sezonun son diliminde ekrana çıkıp Cumartesi gecesine damgasını vuran ‘Fazilet Hanım ve Kızları’, ilk bölümden itibaren ilgiyle izlediğim yapımlardan. Çünkü basitliğin değil kalitenin ‘Fazilet’ olduğunu her bölümüyle ispatlıyor izleyicisine. Nasıl derseniz…
‘Canına yandığımın dünyasında herkes para istiyor, Fazilet istemiş çok mu’ söylemiyle, fırsatları değerlendirme tavrını makul hale getiren ve çoğunluğun aklından geçirip de dillendiremediği şeyleri dobra dobra söyleyen Fazilet Hanım, tüm varlığıyla hayatın ta kendisi! Tuzu kuruların havalı yaşam tarzlarına karşın, insani zaaflar açısından varoş sayılan kesimden hiç farkları olmadıklarını yansıtmak için eline geçen fırsatları kullanarak, kızlarına hor görülmeyecekleri, itilip kakılmayacakları bir gelecek bırakmayı hedefleyen Fazilet Hanım gibi pek çok karakter olduğu muhakkak. Lakin onu benzerlerinden farklı kılan iki detay var…
Bunlardan biri Fazilet Hanım’ın karakter yapısındaki güçlü denge! Mahallede ve köşkte verdiği mücadelelerle, hem kızlarına hem de yoluna çıkan insanlara karşı yaptığı konuşmalarla zihinlere işleyen bir gerçeklikte yol alan Fazilet Hanım, paranın güç olduğu ve gücün egemenliğinde zayıfların ezildiği yaşam düzeninde öylesine güzel bir denge kuruyor ki, basitliğin değil, basitlikten gelişebilecek kalitenin gerçek ‘fazilet’ olduğunun gösteriyor bize.
Fazilet Hanım’ı diğerlerinden ayrı tutmamızdaki ikinci unsur ise karaktere can veren Nazan Kesal… Daha önce de yazdığım gibi, onun performansı olmasa bu karakter şimdiki gibi etkili aktarılamazdı izleyiciye. Dolayısıyla diziye ilgi çıtası da mevut konumunda bulunamazdı. Nazan Kesal’ın canlandırması o denli sahici ki… Kızlarının hayatını, kendi yanlışlarından gelen kaygılarla şekillendirme çabasındaki annelik tablosunu ‘özveri-hırs’ denkleminde sunarken Fazilet’in duygularını alabildiğine yaşıyoruz. Hazan’ın tavırlarını içine sindirememekle birlikte onu merak edip kaygılanması… Ece’nin hamileliğine duyduğu öfkeye karşın özen göstermesi ve bebeği aldırmasını engellemek için koşturması… Yasin’in zayıf karakterini ve Ece’yle evlenen Hazım’ın gerçek duygularını, annelik içgüdüsüyle hissetmesi… Ece’nin bastırmaya çalıştığı zengin yaşam hırsını keşfetmesi… Ve nihayet, annelerini beğenmeyen evlatların da özlerinde onlarla paralel bir kişilik taşıdıklarını resmetme başarısı, ekranda gerçekçi analığın kitabını yazan Nazan Kesal sayesinde. İlmek ilmek işliyor karakteri!
Öte yandan Hazım ile Ece’nin yadırganması gereken evliliğini görünmez kılmayı başaran, hatta gelişimi konusunda merak uyandırır hale getiren dizide, Fazilet Hanım dışındaki karakterlerin de özellikle bu sezon çok iyi olduklarını belirtmek isterim. Oyunculuğunu çok sevdiğim Mahir Günşiray’ın ustalığı zaten tescilli. Sahnelerinin artırılması sevindirirci. Başlarda biraz yapay duran Alp Navruz da Sinan’ı çok daha doğal sunumla hissettiriyor bize. Ece’yi oynayan Afra Saraçoğlu keza, ayakları yere basar hale geldi bu sezon. Tebrikler.
Anlayacağınız ‘Güllerin Savaşı’yla başarılı bir iş çıkartan Sırma Yanık’ın çekincelerden uzak senaryosu, klişeleri görünmez kılan cesarete sahipken… Tolga Güleç, Çağlar Ertuğrul, Deniz Baysal ve tüm oyuncu kadrosu da gittikçe güçlenen performans sergilemekte, ‘Fazilet Hanım ve Kızları’nda. Bize de bu başarılı gelişimi sindirerek izlemek düşmekte. Emeklere sağlık.
SÖZÜN ÖZÜ; Cumartesi akışında rekabete giren yapımların her biri kendine göre izleyici kitlesine sahip. Başarı da bununla paralele değerlendirilebilinir. Ancak bize göre ‘Yalaza’nın da farklı bir tat olarak katıldığı Cumartesi gecesinde tek bir yıldız var… Altyapısı güçlü karakterleriyle, Türkçeyi katletmeyen metinlerinin doluluğuyla ve hayatın bağrından kopup gelen Fazilet’in kaliteye odaklı faziletiyle güçlenen ‘Fazilet Hanım ve Kızları’! Dolayısıyla bu diziyi komple başarı tablosu olarak görüp ‘Cumartesi gecesinin yıldızı’ ilan ediyoruz. Görmek isteyen görür, görmek istemeyen de parmağın ucuna bakakalır. Hadi, selametle…
Anibal GÜLEROĞLU
[email protected]
www.twitter.com/guleranibal