‘Yaşlanmadan akıllanmayı çok isterdim’ demiş Bernard Shaw… Ama bizim diziciler, yaşlısından gencine, cümle erkek karakterleri akılsız gibi yaratıyorlar ne hikmetse. Nasıl mı? Çok söyledik ama değişen bir gidişat olmayınca bir kez daha altını çize çize vurgulayalım.
FAKİR KIZ MERAKI NİYE?
Dizilerimizin erkek karakter yaratırken izledikleri gidişat, zengin erkeklerin mutlak surette fakir kızlara abayı yakması! Niye?
Herhalde, Bob Dylan’ın ‘Bir kadın sizi milyoner yapabilir… Tabii trilyonerseniz’ sözünde işaret ettiği gibi zengin erkeklerin fakirleşme merakını ya da fakir kadınların para kapma hevesini sergilemek için değil. Gerçi gerçek hayatın tam aksine dizilerdeki zengin erkek peşinde koşturan kadınlar fazlasıyla tok gözlü ve müthiş gururlu oluyorlar ya, o da ayrı bir gariplik ama… Neyse. Şimdi konumuz kadınlar değil erkekler olduğu için bunu kenara bırakalım.
Efendim, dizi erkeklerinin akılsızca sergilediği tavırlar o denli inandırıcılıktan uzak ki, bunları olduğu gibi kabullenmek, akla mantığa sığdırmak imkânsız. Dizi klişelerinin iki kadın-bir erkek versiyonunda kadınlardan biri mutlaka fakir oluyor malumunuz. Üstelik de ‘İstemem yan cebime koy’ türünden gururlu mu gururlu. Cümle baş erkekler, kesinlikle düşük gelirli kesimden olan kadınlara abayı yakıyorlar ve onlar uğruna düzenlerini, huzurlarını bozuyorlar bu klişede. Uzun uzadıya izaha gerek yok, zaten izliyoruz hep birlikte. Peki, zengin erkekleri bu derece fakir kız meraklısı göstermenin mantığı ne?
Zengin ve güçlü kadınların kendilerini ezdirmeyecekleri gerçeğinde, fakir kızları parmağında oynatmak daha kolaydır, mesajı mı verilmek isteniyor erkeklere? Yoksa akıllı ve güçlü kadınlara yönelik, ‘Erkekler kendilerinden yüksek olan kadınları istemez’ şeklinde bir gözdağı niyeti mi taşınıyor, erkekleri sürekli masum-ezik-fakir kızlara âşık ederek?
Yani diyeceğim o ki, ortada diziler eliyle kadına dair bir algı motivasyonu mu var? Kim bilir, belki de… Öte yandan bu tarzın güçlü kadının varlığına tahammül edemeyen izleyici kesiminin hoşuna gitmesinden dolayı yaratılan bir alışkanlık olma ihtimali de mevcut.
Sonuçta; Gerekçesi her ne olursa olsun bu alışkanlığın erkekleri, akılsızlıkla aynı çizgide buluşturduğu meydandan. Dahası gerçekte bu denli sıklıkla ve özveriyle yaşanabilecek bir şey mi bu durum? Üstelik de zengin tayfasından sayılan muhteremler, fakir akrabalarını bile görmezden geliyorken. Neyse. Biz şimdi birkaç örnekle konuya bakalım…
SENARİSTLERİN BAŞKA MALZEMESİ YOK MU?
Gelmişinden geçmişine sanki uyulması zorunlu bir şablonmuş gibi hep aynı öykü çerçevelerini ve karakter tiplerini kullanan senaristler aslında durup düşünmeli, ‘Biz ne yapıyoruz’ diye… Çünkü erkek egemen zihniyeti işlerken aynı zamanda ‘Bu erkekler aptal mı’ diye sorgulatan yapımlarının sayesinde akıllarımız durma noktasına geldi, ilişkiler bakış açımız tepe taklak oldu nerdeyse.
Gerçek şu ki, masumiyeti ve dürüstlüğü sadece fakir kızlara layık gören senaristlerimiz, zengin-güçlü-yakışıklı erkekleri de onlara yem yapmalarının etkisi sadece dizilerde kalmıyor. Böylece kariyer sahibi olan, kendini ezdirmeyen kadınlar da ‘istenmeyen kişi’ konumuna düşürülüyor. Dolayısıyla hayatın içinde alt gelir seviyesinden kadınların sırf paraları, mevkileri için erkeklerin peşinden koştuğu pek çok örnekle gözlemlenirken… Zengin erkeklerin de bunlarla aşk-evlilik gibi üst seviyeden takılmak yerine, karşılığını ödeyip günlerini gün ettiği ortadayken… Bizim senaristlerin halen aynı türküyü tutturması hem sakıncalı hem de akıl dışı.
Kanal D’nin ‘Güllerin Savaşı’ndan başlayalım irdelemeye… Bir türlü anlamış değilim, bu nasıl bir erkek mantığıdır böyle? Sen tut Amerikalarda oku, çalış. Sonra gel müştemilatta yaşayan ve aynı zamanda kendilerine kol kanat geren işverenine hasetlik besleyen kızın oyuncağı ol. Ünlü estetikçi sıfatıyla karşımıza çıkartılan Ömer’in işi gücü Gülfem’i kırıp, kız kardeşleri de zengin avcısı olan Gülru’nun peşinden koşturmak. Enayi derler adama. Keza, kardeşten kardeşe koşacak kadar ahlaksız yeğeni Taner’in yıldırım aşkıyla tutulduğu Çiçek’le olan evliliği de ayrı bir parodi daha doğrusu trajedi.
İşleniş biçimiyle hoşa giden ‘Aşk Yeniden’e bakıyoruz… Renkli ve hareketli bir dizi olsa dahi, zengin erkeklerin fakir tutkusundaki akılsızlığı sergilediği de bir gerçek. Hangi zengin erkek uçakta tanıştığı parasız kızı karısıymış gibi alıp evine götürür ve ona âşık olur? Hadi bu komedi aşk dizisi diyelim ve bir nebze hoş görelim…
Peki ya yine Fox’un işlerinden olan ‘Kiraz Mevsimi’ne ne diyelim? Öykü-Ayaz-Mete üçgeninde, paraya kavuştuğu halde arkadaşlığı unutmayan Mete’nin, geçmişi belirsiz Şeyma’nın ağına düşmesi, zengin erkekleri sırf fiziğe önem veren akılsız konumuna indirgememiş miydi? Ama asıl akılsızlık, işini batırma raddesine getiren Ayaz’ın hallerinde gösterdi yüzünü. Sen onca yıl çapkınlıklarla feleğin çemberinden geçip kadın konusunda piş, paranla pulunla ortalıkta fink at sonra da gel şapşik hareketlerle masumiyeti dibe vurduran fak fuk Öykü’ye takıl. Hani yaşı da geçkin değil ki, iyice yaşlanıp genç kızlarla aşkı ‘şan’ sayan erkeklerden diyeyim. Yoksa bunu da mı aşkın komedi halleri olarak geçiştirelim? Tamamdır.
Fox’un iyi başlayıp fazlasıyla zıvıtan içerikli dizisi ‘O Hayat Benim’e bakalım öyleyse… Ateş’in Efsun’a niyetlenip müştemilat kızı Bahar’a yangınlığı çok mu akıllıca? Ya da Hülya’nın kocası Asım’ın hırsıza dönüşerek kızı yaşındaki Seçil’le kaçması ve dahi bu hırsızlığa suskun kalan, kendisi de gençlik aşkı-ortak çocuk bahanesinin ardına sığınıp Hasret’le mercimeği fırına vererek aynı anda da karısını hamile bırakma rezillik sergileyen Mehmet Emir’in durumu çok mu farklı? Akılsızlık noktasında, al birini vur ötekine.
Tıpkı ‘Karagül’ gibi kadınlara ‘Eski eş-yeni eş kucak kucağa yaşayın işte’ şeklinde dikte ettiği yaşam tarzıyla tepe attıran, Star dizisi ‘Kaderimin Yazıldığı Gün’e ne demeli? Kahraman Bey’in, bir hava bir trip işçi kız Elif’e âşık olması ne iş? Dizinin başında Defne ile Kahraman’ı herkese ve her şeye rağmen birbirine âşık, mutlu bir çift olarak görmemiş miydik biz? Sonra bir baktık, işgüzar kaynana sayesinde Defne tu kaka oldu, Elif nikâha alındı. Kahraman nasıl bir akıl oyununun içine düştü de bu davranışı sergiledi, diye sorgulayanlar için… Böylesi rezil ve akılsız ilişki yumağının bahanesi, çocuk ve aşk yine. Bana göreyse bal gibi erkek akılsızlığı!
Ekranın yeni gözdelerinden olan ve defalarca ayrıntısına girdiğim ‘Paramparça’ misali de, erkek akılsızlığı noktasında en hafifi olsa dahi, bize erkek dünyasının dizi eliyle allak bullak edilişini çok net ortaya koymakta… ‘Vicdan’, ‘Gece’ gibi filmlerinde ve bazı dizilerinde beğendiğim ama buradaki karakteriyle bir türlü bağdaştıramadığım Nurgül Yeşilçay’ın canlandırdığı Gülseren ile oyunculuğunu her daim takdir ettiğim Erkan Petekkaya’nın Cihan’ı arasında yaşananlar kimse kusura bakmasın ama hiç inandırıcı durmuyor. Adamın dükkânını dağıtan ve içeri girip terör estiren bir kadın Gülseren… Cihan da aile içi anlaşmazlığının ardına sığınıp takılıyor onun peşine. Buradaki en güçlü mazeret de değişmiyor… Çocuk ve aşk! Ancak Gülseren’in kızını büyütmüş kadın olması bahanesi bile, Cihan’ın sanki onca zaman kadından arınmış bölgede inziva hayatı yaşıyormuş gibi peşine takılmasına gerekçe olamaz ki! Üstelik de Dilara’dan henüz boşanmamışken. Şimdi ister misiniz Dilara da hamile olsun? Olur, olur.
Nihayetinde; Dizilerin ilk etapta akla gelenlerle değerlendirdiğimiz ve ‘Senaristlerin başka malzemesi yok mu’ diye merakla sorguladığımız ‘erkek’ cephesindeki akıl-mantık yoksunluğundaki acınası durum bu.
Şimdi denecektir ki, böyle bir yapılandırma olmazsa o zaman da senaryo çatışmacılığı yaratılamaz… Hadi canım. Elin adamları nasıl yaratıyor, en âlâsından farklı farklı dizileri peki? Demek ki ya onların erkekleri akılsızlığı kabullenmiyor ya da senaristleri hayata farklı bakıyor. Ah ahhh… Kafa yorma gayretine girilince, erkekleri de kafasızlıktan kurtarmış olacağız ya… Dur bakalım ne zaman.
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal