Nasıl ki biz yapımları eleştiriyorsak, bize yollanan farklı düşünceleri de dikkate almak görevimiz. Lakin Cumhuriyet Bayramı kutlamalarıyla denk düşen memleket ve dünya manzaraları öylesine çarpıcı göründü ki, esas söze geçmeden bunlara da birer kertik atalım dedik. Zira ekranlardan yaşama, hepsinin de temelinde insan doğasının motivasyonu mevcut.
Bu çeşni bolluğunda İslami devrimle Ortadoğu’da dengeleri değiştiren İran, sosyal ağların millileştirilmesini savunarak farklı bir pencere açar yaşama… Aklı evveller hemen atılır ‘Biz de, biz de’ diye… Ortadoğu’daki her taşın altında mutlak yer alan silah lobisinin ellerini keyifle ovuşturtan ABD, tüm gücüyle destek verir, bölgeye mitil atmasını sağlayacak Peşmerge-IŞİD savaşına. Ne kadar iç açıcı bir tablo değil mi, Cumhuriyet’in 91’inci yılında, Ortadoğu’nun haritasını yeniden çizmeye soyunanların ekranlara yansıyan bu demokratik ve global düzen?
Dünyadaki gelişmelerden her şekilde etkilenen, buna rağmen gerçeklerle uyanmak yerine dizilerin uyutmacı dünyasında yaşamaktan medet umma manzaralarına sahne olan, ülkemizdeki demokratik özgürlükse bir başka gösterir yüzünü, bin bir meşakkatle kurulan Cumhuriyet 91 yılı ardında bırakırken…
Bir yanda açgözlü tedbirsizliğin ve ‘Bir şey olmaz’ cehaletinin sonucu yaşanan maden facialarının kanıksanmışlığı haber bültenlerine malzeme yaratır… Diğer yanda gövde gösterisi gibi yükselen saraydaki kutlaması ve tüm eğlenceleri maden faciasıyla iptal edilen Cumhuriyet’le ilgili farklı görüşlerin dillendirildiği yazılar köşelerden izleyiciye aktarılır… Hepsinin buluştuğu ortak nokta, suni bir dille pompalanan iyimserliktir!
Ölümlerin doğal karşılandığı ocaklar, suya bakan gözlerin boşluğuna ve İstanbul’dan gelip kaza yapan ‘ahtapot’un kurtarıcılığına emanettir neticede… Cumhuriyet’in varlığı ise ilk yılın sıkıntılarını özetleyip önümüzdeki son 10 yılın önemini vurgulayan mantıkla, Cumhuriyet’te yenilikçiliği savunanların sıraladığı maddeler arasına sıkışıp kalmıştır… Öteki tarafa gitmek fıtratında olan insanoğlumuz ise diziler âlemine! ‘Madem öyle, beri gel şöyle’ diyerek sözü çok uzatmadan biz de geçelim iki yazımızın ardından gelen tepkilere…
DİZİLER HIRSIZLIĞI ‘HOŞ’ MU GÖSTERİYOR?
‘Kertenkele’ dizisiyle ilgili yazımıza gelen tepkiler çeşitli… Kimisi ‘imam’ olayına yönelik, kimisi de ‘hırsızlık’ kimliğine…
İran’ın millileştirmeye çalıştığı sosyal ağlardan gelen mesajlardan birinde Aygün Bey, ‘Hırsızları ve hırsızlığı şirin gösteren, Kalp hırsızı, Ulan İstanbul gibi yeni saçma bir dizi! Gereksiz’ diyerek başladığı eleştirisini ‘Nasıl şiddetin mazereti yoksa hırsızlığın da hiç bir mazereti olamaz! Seyirciye verilen mesaj çok yanlış! Çocuklarımıza insanlık değerlerimizi nasıl vereceğiz!? İyilik yapmak için, başkasının parasını çalabilirsin! ? Sonra mesajı veren kişiler çıkıyor rüşvetçi hırsız yöneticileri eleştiriyor, HIRSIZ VAR diye veryansın ediyor’ sözleriyle sürdürüyor.
Bu diziler sayesinde küçük torununun büyüyünce hırsız olmaya heveslendiğini iddia eden Sevil Hanım ise ‘Eskiden hırsızlık yüz kızartıcı suçtu. Şimdi maşallah allanıp pullanıp komediye döndürüldü’ demekte.
Önceki yazımızda izleyici mesajlarında bahsi geçen RTÜK’ün müdahalesi durumunu makul bulan Mustafa Bey gibi ‘RTÜK nerede’ diye sorgulayanların yanı sıra bazıları da terbiye dışı kelimelerle dolu mesajlarında bizi inançsızlıkla suçlayıp bu tarz dizileri lanetlemekte…
Bunlara ilaveten, Türk Diyanet Vakıf Sendikasının da tepkisini çekerek, yayından kaldırılması yönünde RTÜK’e çağrıda bulunulan ‘Kertenkele’nin din adamlarını sıradanlaştırdığı görüşüne dair mesajlar da mevcut.
‘Yazınızda, kertenkele dizisini övüşsünüz. Demek siz de imamların maskara edilmesini hoş karşılıyorsunuz. Bir hırsızdan imam yapan dizi hem hırsızları sevimli yapmış hem de dini vecibelerle dalga geçmiş umurunuzda değil’ diyen Serhat Bey’in yanı sıra ‘İmamlarımıza dokundurmayız’ rumuzuyla yazan bir grup da ‘İmamlar toplumda ayrı bir saygınlık taşır. Peygamber mesleğini böyle hafife almak, uyanıklıklarla durumu idare eden hırsızı imam yapmak ne kadar yanlışsa sizin bu dizinin arkasında durmanız da yanlış’ şeklinde tepkisini göstermekte.
Tabii bunlara karşılık ‘Dizilerle uğraşmaktan vazgeçin’ çıkışıyla ‘Herkese bir kulp takmayı bırakın da ağız tadıyla güzel bir dizi izleyelim. Din bir komediyle elden gitmez. Boşa çenenizi yormayın’ şeklinde özetlenebilecek mesajlar da bir hayli.
Bize yollanan izleyici-okur görüşlerini aktardık. Şimdi söz sırası bizde. ‘Kertenkele’ başta olmak üzere bu tür yapımlara getirilen eleştirileri değerlendirecek olursak…
Öncelikle inanç konusunun Allah ile kul arasında olduğunu, kimsenin kimseyi sorgulamaya-yargılamaya hakkı bulunmadığını belirtip ‘Kertenkele’, ‘Ulan İstanbul’, ‘Kalp Hırsızı’ gibi sevimli hırsızlar yaratan yapımların da sadece ülkemize mahsus olmadığını vurgulayalım! Bu tarz içerikler geçmişten günümüze türlü yapımlarla seyirciye sunulmuş…
Misal, Maurice Leblanc’ın ünlü Fransız anarşisti ve akıllı hırsızı Marius Jacob’dan esinlenerek yarattığı ‘Arsen Lüpen’ karakteri… Peyami Safa’nın bu karakterden etkilenerek oluşturduğu, ‘Cingöz Recai’… Kökü çok daha eskilere dayanan ve bir İngiliz efsaneye dönüşen ‘Robin Hood’un zenginlerden çalıp fakirlere dağıtma felsefesindeki sevimli hırsızlığını da var tabii.
Yani eleştiri oklarını fırlatırken, körü körüne itham etmek yerine, farklı isimler altında beğeni kazanan bu tarz kurgusal karakterlerin ne bizim dizicilerin ahlak bozucu işgüzarlığı, ne de fikir orijinalitesi olmadığını hatırlamak gerek!
Ayrıca Birol Güven imzasını başlangıcındaki eksikliklerinden dolayı ne yazık ki ekranda uzun soluklu kılamayan ‘Kalp Hırsızı’… İlhamını ‘Leverage’ dizisinden alarak cesur bir söylemle kendini sevdiren ‘Ulan İstanbul’… Ve son olarak komedisini, din adamlığına gülen yüzle bakmaya odaklayan ‘Kertenkele’, hırsızlığı sevimlileştiriyormuş şeklinde algılanan içeriklerinde, kendilerine yönlendirilen eleştirilerin aksine oldukça yapıcı özellikler taşımakta… Zira bunlar komediye dayalı hırsızlık konularında; diyaliz hastası kız kardeşe veya suçsuz yere hapse düşen dosta yardımın ötesinde, düzenin sapkınlıklarını öne çıkartıp toplumsal yanlışlıkları saptayan türden işler.
Sözün özü; sokaklarda HIRSIZ VAR diye bağırmakla ‘Kertenkele’ gibi dizilerde yaratılan ‘hırsız’ kavramını bir tutmamak gerek. Çünkü bu kurgulardaki hırsızlar milletin hakkı olan paraların değil, kara yürekli insanların illegal yoldan elde ettikleri servetlerin peşinde. Kaldı ki, kapalı kapılar ardında cukkalanan paraların hırsızlık sayılmayıp aklandığı bir dünyada duyarsızca yaşarken, dizilerin kurgularındaki sevimli hırsızlardan ‘Ahlak bozucu’ diye ürkmek de nafile!
URFA’YA ‘CÜMEYLE’ PENCERESİNDEN BAKMAK…
Kanal D’nin ‘Urfalıyam Ezelden’ dizisi, ikinci haftasında izleyici kaybı yaşayarak yoluna devam ederken ilgili eleştiri yazımıza da farklı yaklaşanlar olmuş. Farklılıklar, güzelliktir sonuçta.
Kaan Bey, ‘Eleştirilerinizde haklısınız lakin güzel şeyler de var. Öykü Gürman’ın oyunculuktaki yeni başarısı ve güzel sesi beni cezp ediyor’ şeklinde görüşlerini paylaşırken, Nesrin Hanım da ‘Kaleminize sağlık. Hangi devirde yaşıyoruz? Bu zamanda kim yengesine öyle gözle bakar? Dizilerde kocası ölen doğu kadınının emanet gibi gösterilmesinden bıktık. Bizi kullanmasınlar artık’ cümleleriyle dizilerdeki kadınlarla ilgili olumsuzluğa tepki göstermekte.
Yazımda işaret ettiğim hususları haklı bulanlar arasında yer alan Mustafa Bey ise ‘‘Urfa’yı bir de bu belgeselden izleyin’’ diyerek kısa bir belgeseli bizle paylaşmış.
Mustafa Koçan’ın çektiği belgesel, Urfa’nın güzellikleri ve Cümeyle Aşireti’nin gelişmiş yapısı üstüne… Hatırlanacağı üzere bir süre önce Nurten Güzelsevdi’nin ‘Başım Gözüm Üstüne’ isimli yapımıyla Samanyolu ekranında yer almıştı, Irak Felluce’den göç eden bu aşiretin Urfa’dan yansıyan yüzü.
İşte izlediğimiz bu belgesel de; Harran’daki Urfa’nın, ‘Cümeyle’ diyerek bir olan insanlarının örf ve adetlerindeki vefa duygusunu, dizilerin aksine gerçekçi bir yaklaşımla ortaya koymakta.
Burada öyle elleri her an silahlarında olan, kadının okumasını engelleyip onu hor gören Urfa insanları bulunmamakta. Öyle ki karşımızda; kız-erkek demeden eğitime önem veren, kadını sadece iş yapan olarak değil de yön veren-yöneten kimliğiyle de kabullenen, ‘Cümeyle’ derken cümle toplumu işaret edip herkesi kucaklayan bir Urfa var.
Otlayan kuzularından, tarihi görüntüsüne… Tarlada çalışan kadınlarından okulda okuyan, siyasete atılan kızlarına… Turistlerin gönüllerince gezindiği çarşı-pazarından geviş getiren devesine… Eliyle duvar sıvayanından, kahvehanede oturan erkeklerine alabildiğine gerçek bir Urfa izliyorsunuz 2013 yapımı belgeselde.
Eminim, izleyeni Harran’a götürüp belli konular çerçevesinde dönüp duran, töre olayını abartarak kullanmayı prim yapma aracı sayan dizilerdeki Urfa’ya alternatif bir pencere açan bu yapım gibi niceleri vardır kıyıda köşede… Yani Urfa veya başka bir yöreyle ilgili dizi çekerken kaynaklık edebilecek yapım yokluğu hissetmek imkânsız.
Dolayısıyla niyeti olana, yöreleri günümüz gerçekleriyle değerlendiren, abartılı rutinlerden soyutlanmış dizi yaratmak hiç zor değil. Zaten Urfalılar başta olmak üzere izleyicilerin de talepleri, buraları anlatırken ‘gerçekçi’ yaklaşmayı tercih eden işler yönünde!
Kim bilir belki de bir sonraki doğu dizisi, Urfa’dan ‘Ceee…’ diyerek İstanbul’un yolunu tutmayan, silah çekmeyi marifet sayıp kardeş karılarına emanetçiliğe soyunmayan, 91 yıllık Cumhuriyet’in gelişmişliğine layık türden olur… Urfa, Mardin, Diyarbakır, Gaziantep gibi illeri, insanından panoramik görüntüsüne tekmil gerçekleriyle yansıtır da hem izleyenler hem de yöredekiler yadırgayıp şikâyete gerek duymaz.
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal