Günümüz dünyasında olup biten aymazlıklara, insanların mantıkla bağdaşmayan hallerine, kurgulardan gerçeğe uzanan sahteliklere bakıyorum da… Film içinde film izliyor gibi yaşıyoruz sanki.
Hani ‘Yaşamın uzunluğu değil, nasıl yaşanıldığı önemlidir’ demiş ya Martin Luther King… Çıkarı için türlü hilebazlığı mubah sayan, başkalarını ezip geçen, abartılardan nemalanan kitleler maalesef bu sözden hiç nasiplenmeden yaşarken darlıyorlar bizi.
Esasında işle ev arasında sıkışıp kalan insanların kendilerini kaptırdıkları dizi dünyasında da durum pek farklı değil. Yapımların çoğu ilginç öykülerle, farklı karakterlerle ortaya çıkmak yerine beklentisi yüksek izleyiciyi isyan ettiren türden basitliklerle popüler kültüre oynayarak uzun ömürlülük hevesinde.
Kimisi de ‘uyarlama’ adı altında, başkalarının emeğinin ekmeğini yerken, orijinal içerikleri abartılarla boğup reyting kaparak günü kurtarma peşinde. İşin kötüsü, izleyici kitlesini kalitesizliğe ve uyarlama kolaycılığına alıştıranlar, yıllardır sürdürülen dış satım pohpohlanmaları sayesinde dizi olayını çalakalem yürütmeyi iyice benimsediler.
Kadına şiddetin ayyuka çıktığı, avaz avaz bağrışmaların tavan yaptığı, kabadayılığın-racon kesmenin-silah konuşturmanın moda olduğu, kadın-erkek kıtlığı varmışçasına milletin başkalarının sevgililerine musallat edildiği içerikleri pişirip pişirip önümüze koyarak diziciliğin nimetlerinden faydalanan sektörde ‘Yaşayalım da nasıl yaşarsak yaşayalım’ mantığı hâkim ne yazık ki… Dahası, bu mantık dizicilerin garip başarı anlayışı olarak destek görmekte medyada.
Gel gör ki, dizilerin garip başarı anlayışına hizmet eden bu benimseme ve desteğin geri dönüşü hayal kırıklıkları şeklinde olmakta. Ama bunu umursayan da pek yok açıkçası. Neden derseniz… Geçen dönemden gelen işlerin yeni sezona düşüşle başlayıp peş peşe finale gittikleri bugünlerde yeniden estirilen MIPCOM fırtınasına çok fazla bel bağlanıyor da ondan.
MIPCOM İLE HAVAYA GİRMEMEK LAZIM
Özgünlük yaratamamanın ve klişelerden medet ummanın kalitesizliği beraberinde getirdiğine kimsenin aldırmadığı dizi sektörümüzün bam teli, dış satım olayı! Artık şişiriliyor mudur, bilinmez… Müthiş bir dizi ihracatı havası yayılıyor. Oysa reyting oranlarının eskiye göre düştüğü ekranlarımızdaki tablo, dizilerimizin vasatlığına ve daha az ilgi çektiğine delalet.
Öte yandan genel bir değerlendirme yaptığımızda… Dünyanın en prestijli televizyon fuarı sayılan ve 5 bin TV-dijital içerik alıcısının katıldığı MIPCOM fuarındaki satışların diziciliğimizin başarısında yegâne ölçüt sayılması apayrı bir sorun konumunda. Evet… 22 firmayla boy gösteren dizi-film sektörümüz yıllardır bu pazardaki övgüler ve dış satışlarla havalanıp işini yürütüyor gibi görünüyor ama… Sadece MIPCOM ile havaya girmemek lazım sonuçta! Çünkü yalnızca bu fuar satışları baz alınarak yaratılan başarı tablosuna objektif yaklaştığımızda, balonun havası iniyor ve gerçeklerle yüzleşiyoruz. Dizi dünyamızda özgün ve sezonlar boyu kalıcılığını koruyacak işler üretilemediği gerçeğiyle paralel, müşteri portföyünde kayda değer bir gelişim olmadığı detayı bir kez daha apaçık çıkıyor karşımıza.
Dolayısıyla MIPCOM başarısıyla övünürken Rusya, Latin Amerika ve Arap ülkeleri ağırlıklı dış satışların, benzer kültürlere-yaşamsal algılara yönelik pazarlama becerisine bağlı geliştiğini unutmayalım. Tabii bir de ön satışlara dizinin tamamını kapsayacak kesin satış olarak bakmamak gerektiğini hatırlatalım. Hani bizde de birkaç bölüm oynayıp kaldırılıyor ya kimi işler, o hesap! İlaveten bu satışlarda İngiltere, Almanya, Fransa, ABD gibi ülkelerin alım payının düşüklüğünü göz ardı etmesek çok daha gerçekçi başarı yorumları yapabiliriz… Ve MIPCOM balonuyla şişirilen kurgu sektörümüzün büyüklük iddiasına rağmen neden halen tek bir kez bile Oscar’da yer alamayışımızı da sorgulayalım lütfen. Sahi neden?
Anlayacağınız; fuar bütçelerinin büyük bölümü İTO, Ticaret Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından karşılanan 22 firmanın belli ülkelere pazarladığı işler kısa vadeli değerlendirilip tamamen ticari zihniyetle başarılı bulunuyor. Uzun vadeli ilgi çekicilikle dünya çapında ses getirmek için gerekli olan kalite ve özgünlük açısından bakıldığındaysa bu faktör yetersiz kalıyor, başarıdan söz etmek zorlaşıyor. Dikkate alan çıkar mı? Maksat günü kurtarıp alış verişi tamamlamak olunca… Geçmişte çıkmamıştı. Şimdi de çıkmaz. İlerisini boş geç.
TÜRK DİZİLERİ NASIL DAMGA VURUYOR?
Medyanın rutinidir… Belli konuları belli klişe başlıklarla haberleştirmek. Haberin etki gücü, içeriğin başlıkla uyumu ve diğer detaylar önemsenmez. Maksat ilgi çekip yüceltme amacına hizmettir. Nitekim sürekli ‘Türk dizileri damga vurdu’ başlığıyla verilen haberlerin öznesi MIPCOM’un yerli dizi olayında da aynı yaklaşım işbaşında. Muhakkak ki dizilerin-içeriklerin dışarıda ilgiyle karşılanması, ödüllere layık görülmesi hepimizin gururudur. Lakin her konuda olduğu gibi burada da gerçekçi mantıkla yaklaşım şart. Yani, hemen havalara uçulmamalı. Öncelikle Türk dizileri nasıl damga vuruyor ona bakmalı! Olayın özünde hal böyleyken, bize bizi övmemek gerektiği gerçeğinde, kim ne yapmış diye fuar satışlarına bir göz atalım.
Efendimmm… Söylendiğine göre Bulgaristan, Arnavutluk, İspanya gibi üç Avrupa ülkesine satılmayı başarı sayan ‘Hercai’ 50 ülkeden talep görmüş. FOX’un ‘Mucize Doktor’u 43 ülkeye satılmış. Kanal D’nin ‘Afili Aşk’ı da 43 ülkeye satılarak ilk 3’te yer almış. Süperrr…
‘Sen Anlat Karadeniz’, 35; ‘Kuzgun’, 34; ‘Aşk Ağlatır’, 33; ‘Yasak Elma’, 27; ‘Her Yerde Sen’, 25; ‘Elimi Bırakma’, 20; ‘Benim Tatlı Yalanım’, 18 ülkeye satılmış. ‘Bir Zamanlar Çukurova’ ve ‘Kanatsız Kuşlar’ da Arjantin’de yayınlanacakmış. Ne güzel değil mi? Bence değil ya neyse… Bunların dışında başka satışlar olduğunu da belirtip cümlesine tebriklerimizi iletelim hemen… İletmesine iletelim de, bu arada aklımıza takılanı da sormadan geçmeyelim.
Şöyle ki; Satışlarından övgüyle bahsedilip dizi başarısı olarak görülen bu işlerin kaçta kaçı gerçekten tam manasıyla bize ait? Kaçı başka yapımları hatırlatmayan özgünlükte, kaçı gerçekten dünya çapında takdiri hak eden türden? Cevaplar önemli zira Türk dizilerinin nasıl damga vurduğunun gerçeği burada gizli. Bakalım kestirmeden…
UYARLAMALARIN SATIŞI DİZİCİLİĞİMİZİN YÜZ AKI MI?
Dizi-film sektörümüzün gelişimindeki en büyük handikabın içerik yaratma yoksunluğu olduğu dilimden düşmeyen bir konu. Senaryo yaratıcılığının ötelendiği, belli kişilerin tekeline geçtiği ve uyarlama kolaycılığından dolayı özgünlüğün unutulmaya yüz tuttuğu diziciliğimizde ‘Yapılanı yeniden yapmak-taklit etmek’ merakı almış başını gidiyor malumunuz.
Hakeza yabancı dizilerin tarzına özenerek içerik geliştirmek bir başka olumsuzluk! Zira ne onların senaryolarındaki özgürlük anlayışı bize uyuyor, ne de oyunculuk performansları. Neticede adamlar kendi kültürlerini yaşayarak yorumluyorlar. Durumu bize adapte etmeye çalışınca da eğretilik sırıtıyor tabii… İster kabul edilsin, ister edilmesin gerçek bu! Peki ya MIPCOM pazarına sunulan işlerin olayı? Bunları diziciliğimizin yüz akı olarak görebilir miyiz?
Bir şeyin yüz akı olabilmesi için taklit olmaması, orijinallik sunması gerekir her şeyden önce. Oysa dizilerimizde orijinallik hak getire. Oyuncuları ve otizm olgusuyla güçlenen ‘Mucize Doktor’, uyarlamanın uyarlamasının uyarlaması konumunda değil mi? Keza ‘Her Yerde Sen’, Tayvan dizisi ‘Just You’nun Türkçe versiyonu. ‘Aşk Ağlatır’, Japon dizisi ‘Love That Makes You Cry’dan uyarlama. TRT’nin ‘Elimi Bırakma’sı da ‘Shining Inheritance’ dizisinin uyarlaması.
‘Benim Tatlı Yalanım’ deseniz, öykünün çıkış noktası 2013 Meksika yapımı ‘Çocuk Büyütme Rehberi’ filmiyle çokça benzeşmekte. ‘Bir Zamanlar Çukurova’, eleştirisini yaptığım üzere, ‘Hanımın Çiftliği’nden devşirme mantığa sahip. ‘Hercai’ zaten roman uyarlaması. Konusunu zorla uzatmaya çalışıp iflas eden, yapay kabadayı ağzının her daim iş yapamayacağını gösteren ‘Kuzgun’un tükenmişliği ortada.
Erkeğinden kadınına türlü şiddet eylemlerinin sergilenmesiyle reyting alıp devamında düşüşe geçen ‘Sen Anlat Karadeniz’e yönelik şikâyetleri hatırlatmaya gerek yok zaten. İlişki karmaşasıyla prim yaparak Amerikan yapımlarının cafcaflı yoluna meyleden ‘Yasak Elma’ da ayrı bir hava.
Kısacası; ‘Bizim dizimiz’ diye pazarladığımız işlerin çoğu, görünürde bizim olsa bile senaryo özünde bize ait değil. Ya resmen uyarlama, ya da kısmen esinlenme. Daha net ifadeyle ortada özgün bir yaratıcılık, yenilikçilik bulunmamakta… Devşirme içeriklerse, kültürümüzü-ülke gerçeklerimizi yansıtmayan, eğreti tabloların ortaya çıkmasına sebep olmakta. Benzer içerik bolluğunda oyuncular da klişeleşmiş performanslarla rol kesmeye başlamakta. Hal böyleyken uyarlamaların satışını diziciliğimizin yüz akı olarak nitelendirmek oldukça zor maalesef.
SONUÇTA; Her MIPCOM övgüsünde, kolaycılığı benimseyerek iş üretip kısa vadeli kazanç kafasına odaklanan, dizilerin az emekli garip başarı anlayışı hâkim. Yerli filmlerimiz deseniz… İçeriğinden oyunculuğuna, ‘Dizi kafası’ ile eğleşmekte zaten. Oysa ne demiş Necip Fazıl Kısakürek… ‘Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım’! Ha gayret.
Anibal GÜLEROĞLU