Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır demiş atalarımız. Lakin her yoğurt yiyiş de güzel olmuyor ki… Döke saça yiyeni var, ağzını burnunu yoğurda bulayanı. Adam gibi yemek önemli olanı! Nitekim aşkta, sevgide de aynı mantık geçerli. Kimi yiğit, üstüne titrer gözünün içine bakar görünür ama özünde samimiyetsizdir. Kimisi pek bir havalıdır, sevgiyi ego tatminiyle eş tutar. Kimisi de bildiğin dağ adamıdır… Sevgiyi, şiddet tutkusuna bahane eder. ‘Ayı, yavrusunu severken öldürürmüş’ durumuna vardıran yiğitleri(!) de unutmamak lazım tabii. Velhasıl sahici aşkların tükenmeye yüz tuttuğu günümüzde gerçek yiğitler mumla aranır hale gelmişken, ‘güzel seven’ adamlara rastlamak hiç kolay değildir.
Nasıl ki dizilerde de aşk ve sevgililik halleri bir dolu ama bunu layıkıyla izleyiciye aktaranı sayıyla. Ergenlerin hayal dünyasına oynayan romantik komedilerin şapşallıkla paralel yol alan aşk maceralarında jöleli saçları, kirli sakalları, kısık bakışları, ağız kenarına yerleştirdikleri gülüşleri ve bobstil giyimleriyle züppeliği yükselen değere çeviren ‘fakir kız’ vurgunu zenginlere veya tabağın kenarına bir tel yeşillik koyarak ‘şef’lik sergileyenlere bakıp gerçek sevgiyi hissetmek mümkün mü? Hepsi de sahteliğin, yapaylığın dibine vurmuş durumda. Keza Anadolu’nun bağrından kopup gelen ‘yiğit’ karakterlerde de sevginin doğallığını bulana aşk olsun. Kamera-ışık oyunlarıyla, makyajla vs. delikanlı havasına bürünmeye çabalayan 40’ı aşmış yağızların maske gibi ifadeleriyle rol kesmelerinde sevginin güzelliğini yakalayabilene aşk olsun. Bu karakterler olsa olsa insanı duygulardan soğutmaya yarar, hepsi bu.
Gel gör ki işaret ettiğim türden karakterler, buldukları destekle sıkça medyada yer alırken adam gibi olanlar hak ettikleri oranda öne çıkamamakta. Dizilerin cephesinde sevgiyi yansıtma durumları böylesine vahimken, biz de sevgiyi adam gibi yaşatan ve mevcut yapımlar arasında bir elin parmaklarından daha az olan ‘güzel seven’ adamların hakkını verelim dedik… Ve aralarından üçünü seçip sıfatlandırarak yazımıza konu ettik.
EN COŞKULU ÂŞIK POYRAZ KARAYEL
Ardında iz bırakan diziler ve karakterlere sık rastlamayız. Ama rastladığımızda da nedendir bilinmez yeterli ilgiyi göstermeyiz çoğu zaman. Duvar yazılarıyla, mesajlarıyla ve yapıma Shakespeare havası katan tiratlarıyla ekranın unutulmazları arasına girmeyi hak eden ‘Poyraz Karayel’ de böylesi işlerden. Reytingleri, hak edilenin gerisinde kalsa bile gerçek bu!
Muhakkak eksiği gediği oldu, olmakta. Kimi zaman gereksiz gibi duran geri dönüşlerde ölçüyü kaçırıp uzatmalarla bezdirdiği de inkâr edilemez. Hatta bazen dozu aşmış abartılara da başvurmuştur. Ancak her daim damaklarda farklı tat bırakmıştır. Kuşkusuz bu başarıda aslan payı, bazen dramatik şiir gibi yansıtılan bazen de komediye çalan Poyraz-Ayşegül aşkına ait. Onların birlikteliğiyle öylesine güzel bir tablo yakalandı ki, dizinin içeriğinin önüne geçti. Dakikalar boyu karşılıklı sevgilerini ifade etseler bile yine de bıktırmadan izletirler kendilerini.
Lakin burada vurgulamak istediğim esas ayrıntı, bu ikilideki şeytan tüyünün, ‘Ben senin için bütün dünyayla savaştım’ diyen Poyraz’ın sevme biçimi olduğu! Yaşamayı da, ölmeyi de beceremeyen Poyraz, bambaşka bir karakter. Zira sevmeyi çok güzel beceriyor. Bazen baba sevgisini konuşturuyor, bazen mizahla yoğuruyor aşkını. Bazen de dertlerin altında kalıp gözyaşlarıyla zirveye oturtuyor isyanını. Evet, Poyraz karakteri çok güzel yazılmış. Kabul. Fakat mesele, her cümlesinin yürek titreten sözcüklerle dolu olması değil sadece.
Adam ezberden sıralamıyor yazılanları, ne de poz kesmiyor en havalısından. En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü sonuna kadar hak eden İlker Kaleli o denli içten mimiklerle ve gerçekçi yüz ifadesiyle canlandırıyor ki rolünü, Poyraz’ın coşkulu duygularına ortak olmamak elde değil. Böylesine güzel seven ve sevgisini ifade ederken olayı kameraya oynamaktan çıkartıp sahicileştiren bir adam daha yok ekranda! Gerçekleri vurgulayan mesajlarınla ve yürekten gelen sevgiyi yaşatan adamlığınla iyi ki varsın, en coşkulu âşık Poyraz Karayelcim.
‘Ayrıca ülkemizde yazlar sıcak ve ter kokulu; kışlar ise soğuk ve yalnız geçer. Hem de ne yalnız geçer be (Poyraz Karayel repliklerinden)’ desen de yalnız değilsin. Sevenlerinin kalbi seninle.
EKRANIN EN KLÂS SEVEN KOCALARI
Dizilerin çoğu birbirlerine kavuşmak için didinen çiftlerin aşk öyküleriyle dolu ya… Aslında sevgililer kadar kocaların da önemli olduğu unutulmakta. Fakirliğin kahve köşelerinde para kaybetmekten ya da içip içip evde terör estirmekten ibaret olduğunu gösteren dayakçı sefillerden… Zenginliğin klişelerini sunarken karısının boyunduruğunda mıymıntılaşan karakterlerden veya karısının üstüne gül koklamaya heveslenip iş çevirenlerden fazlasıyla bezdik. Bu nedenle arada fark yaratan koca tipleri çıktı mı dört gözle izliyoruz.
Nasıl ki, ‘Esaret mi cesaret mi’ diyerek ekrana çıkıp Yurdaer Okur’un canlandırmasıyla bambaşka bir koca modeli sunan ‘Yeter’in Yekta’sı bu açıdan göz dolduran bir örnek oldu. Sevgisini, kusursuzlukla yaşamak isteyen Yekta’nın kendine saygılı ve disiplinli tavırları onun intikamcılığını da, mükemmeliyetçi kocalığını da üstünlüğe çevirdi. Baştan itibaren kocasının ilkeli tutumlarını, kendi silikliğini kapatmak için kötücül hale getirdiğini düşündüğüm ve para için böyle bir evlilik yaptığı gerçeğiyle Aylin’i haksız gördüğüm ‘Yeter’ dizisinde Yekta’nın sevme biçimi öylesine tarz yarattı ki, bana göre bu karakter güçlü ve prensipli koca noktasında bir marka! Dolayısıyla Yekta’yı rahatlıkla en klas seven kocalar arasına sokabiliriz.
Bu kategoride bir diğer karakter, ekranın çiçeği burnunda dizisinden… Halit Ergenç’le Bergüzar Korel’i gerçek hayatın dışında da karı-koca olarak buluşturan ‘Vatanım Sensin’deki Cevdet de sevginin hakkını verip klâs seven kocalardan. Onu bu pozisyona getirense, sadece dizilerimizin elverdiği ölçüde sergilenen ateşli sahnelerin varlığı değil, öyküdeki karısına karşı takınmak zorunda olduğu ciddi tavrın ağırlığını başarıyla yansıtması! Yani bir yandan Yunan ordusundaki köstebekliğinin açığa çıkmaması için gayret sarf ediyor, bir yandan annesine karşı boynunun büküklüğüyle eziliyor, bir yandan da ‘Vatanım Sensin’ diyerek her durumda kocasına itaatten kaçınmayan Azize’yi kırmamaya özen gösterip duygularını kalbine gömerek kendini baskılamaya çalışıyor. Tabii tüm bunlara vatan aşkıyla katlanıyor. Hal böyleyken sıcacık bakışlarında romantizmle çaresizliği birleştiren bir ifade takınıp sanki her şeyi Azize’ye açıklayacakmış gibi duran Cevdet’e ‘klâs seven koca’ demeyelim de ne diyelim?
EN FEDAKÂRCA SEVEN, TUNA
İnsanları anlamak zordur. Kendilerini seveni üzerler de, hak etmeyenlerin peşinden koşturup olmayacak dualara âmin demek için çırpınırlar. Tabii bu süreçte sevgiyi olanca cömertliğiyle sunanları alet edip kol değneği olarak kullanmaktan da kaçınmazlar. ‘Seviyor Sevmiyor’ dizisindeki sevgililik tablosu tam da böyle. Deniz, Yiğit’i seviyor mu yoksa çocukluktan gelen bir tutku mu? Belli değil. Seven biri nasıl olur da arkadaşını sevdiğine peşkeş çeker? Bunun gerekçesi olamaz. Deniz’in İrem’i ortaya sürerek Yiğit’e karşı yaptığı bundan ibaret. Yiğit’in Deniz’e sevgisi var mı peki? O da geçmişindeki problemleri, ailedeki yalnızlığını yenmek için çocuklukta kendisine tek destek çıkan kişiyi kafaya takmış ve Deniz’in anılarını sığınak yapmış. Yıllarca görmediği birine karşı beslediği duygunun aşk değil saplantı olduğu apaçık. Deniz sandığı İrem’le olayı böyleyken sürekli aşağıladığı gerçek Deniz’e âşık olması da ayrı bir bilmece. İrem deseniz… Bile bile lades sevgisi, en yakın arkadaşa atılan kazıktan ibaret.
Dolayısıyla bu dizideki karakterler arasında en samimi seven ve sevgiyi en çok hak eden kim derseniz, hiç tereddüt etmeden cevabım Tuna olur. Dahası ekrandakiler arasında da bana göre en masum ve mazlum seven o. Çünkü Yiğit Kirazcı’nın, neşeyle duygusallığı harmanlama ustalığını sergileyerek, canlandırdığı karakter sevgiyi alabildiğine fedakârca yaşayanlardan. Sevdiği kıza karşı ne baskıcılığı var, ne de kaprisleri. Onun her müşkülüne koşmayı vazife edinmiş, yüzünü güldürmek için çırpınmayı da… Adeta incinmesinden korktuğu bir çocukmuş gibi davranıyor. Öpmeye yeltendiği için kendine kızması bu duygusal fedakârlığın neticesi, nasıl ki onu kendinden uzaklaştırmak için kurduğu oyun da öyle. Deniz’in kendini sevmediğini düşündüğü halde Yiğit’le buluşmalarında takip edip kollamayı da ihmal etmiyor. Üstelik kalbinin kırılacağını bile bile yapıyor bunu. Uçurum kenarında psikopatlığını sergileyen ve gerçek yüzünü Deniz’in asistanlığı süresince hoyrat-aşağılayıcı tavırlarla açığa çıkartan Yiğit gibi ‘Vay sen beni incittin ben de seni inciteyim’ mantığından eser yok Tuna’da.
Kısacası Tuna’nın aşk adamlığı fedakârlıkla yol alan bir ‘gölge’likten ibaret! Hak yerini bulsun diye Deniz ile Tuna birleşmeli diyeceğim ama… Gerçek hayattaki gibi dizilerde de fedakârca sevenler avucunu yalıyor! Yine de bir umut belki bu kez hak yerini bulur, ne dersiniz?
Sonuçta; Güzelim dünyamızın ve insanlığın huzurunun sevgiden nasiplenmeyenlerin elinde oyuncak olduğu gerçeğinde, ‘güzel seven’ adamlar da nesli tükenenler listesine aday. Dolayısıyla coşkuyu, klâslığı ve fedakârlığı yaşatabilen nadir karakterlerin değerlerinin bilinmesi lazım! Bu saptamayı yaptıktan sonra yazımızı Nietzsche’nin hayata dair sözüyle noktalayalım… Hayat sevginiz, en yüksek umudunuza beslediğiniz sevgi olsun. En yüksek umudunuz da, en yüksek hayat düşünceniz olsun.
Anibal GÜLEROĞLU