Dizilerin yeni yozlaşma modası

Özel televizyon yayınlarının mevcut anayasaya aykırı şekilde başlamasını eleştirenlere karşı vakti zamanında savunma olarak ileri sürülmüştü, ‘Anayasa’nın bir kere delinmesinden bir şey olmayacağı’… 

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

O mantığa yönelik vurdumduymazlıktan erişilen nokta; Meclis’teki ‘güvenlik için şiddet’ oturumları ile ‘Diriliş’ dizisine ‘Merak etme Kurdoğlu, neslimizden birileri gelir mezarımızı burada komaz’ öngörüsüyle malzeme veren Süleyman Şah emanetinin üçüncü yer değişimini ‘mat’ değil de ‘zafer’ görebilme kafa karışıklığı olmuşken… Balık hafızasıyla geçiştirilen haberlerden dizilere, pek çok yozlaştırıcı detay yer buluyor ekranlarımızda.

Siyasetin; milletin varlığına ve vekiline karşılıklı saygıya ne kadar uzaklaşıp bencilleştiğine, tokmaklı mokmaklı görüntülerle-laf yarıştırmalarla +18’lik hale gelen, haberlerde bolca şahitlik ediyoruz maşallah. Öte yandan yönlendiriciliğin yanı sıra öngörü mesajcılığına soyunarak eğlendiricilikten çıkıp ‘beyinlere morfin’ kıvamına gelmeye başlayan dizilerimiz de bir başka âlem olmayı sürdürmekte.

Konfeksiyon üretimin geçer akçe olmasıyla, modelleri aynılaşan giyim sektörünün ‘Ismarlama terzi’ olayının kalitesinden uzaklaşması gibi, hazır giyim mantığıyla paralel seri üretime geçen dizi sektörümüzün ekrana taşıdıkları işlerin benzeşmesi de, artık yadırganır olmaktan çıkıp kanıksanan bir kolaycılık modasına dönüştü. Anlayacağınız, direktiflerin ve cep doldurma kaygısının gölgesinde, topyekûn ‘tencere dibin kara havası’ hâkim ekranlara.

Siz ne derseniz deyin, siyasetin kalitesi tam gaz dibe vururken‘Hazır dizi sektörü’ olarak nitelendirdiğim dizi alanında da imam bildiğini okuyor nihayetinde. Dolayısıyla bunları irdelemek nafile gibi düşünülebilir… Ancak kapıp koyuvermek de iş değil ki. Rayından çıkan siyasetin çaresi, milletin elinde… Dizi cenahındakileri saptamak ise bizim hedefimizde. Bu noktada göze çarpan son ayrıntı, dizilerin aynılaşırken yarattıkları bir garip yozluk modası!

‘KİMİN ELİ KİMİN CEBİNDE’ TARZI YÜKSELEN DEĞER

Çokbilmiş çocuk karakterler üstünden avantaj yakalamanın tıkandığını gören dizi mucitlerimizin şimdilerdeki tutkusu, geçmişten gelen sırlarla sarmalanan aile yapısını bulmacaya çevirmek! Bunun için bulunan formül ise aile bireylerini oluşturan karakterleri, ‘kimin eli kimin cebinde’ tarzıyla yaratmak. Bu tarz modada ana babalık da, kardeşlik de gizli ilişkilerle alabildiğine çizgiden çıkmış bir garip sarmala sahip!

-Aldığı kötü reytinglerle kanalı memnun edemeyip yayın günü, Salı’dan Pazar’a değiştirilerek bir anlamda gidicilik sürecine giren ‘Sevdam Alabora’ örneklerden biri…

Gökhan, Ali Hikmet’in oğlu ancak gerçekte ikinci kez evlenen Ali Hikmet onun babası değil. Zeynep’i boğulmaktan kurtarıp büyüten ve öz kızını kaybedince Zeynep’i onun yerine geçiren Zülfikar, görünürde Zeynep’in babası ama Zeynep aslında onun kızı olmayıp Ali Hikmet’in kızının kızı yani torunu. Tabii bu gerçeği Zülfikar dışında kimse bilmiyor. Bilmeyince de Ali Hikmet, Zeynep’i rahatlıkla kovabiliyor… Zeynep de Ali Hikmet’e gönlünce atarlanabiliyor. Bu esnada büyük sırlarla donatılan karakterler bir de aşk ateşine düşürülünce, hedefe giden yol tamamlanmış oluyor. Başarıysa bunu işleyip rol kesebilmekte gizli.

-Karmaşık kan bağlarındaki ilişkiler yumağına bir başka örnek ATV’nin ‘Bedel’i…

Amcakızı Nazan’ın sakat çocuk doğumlarını körükleme pahasına evlenme gayretine sokulduğu, Vedat’ın öz oğul olarak şimdilik bir falso yaratmadığı dizide Ali, kanser olduğunu öğrenip ‘Bedel ödeme sırası bana gelmiş’ diyerek tedaviyi reddeden ve bu şekilde kanserlilere kötü örnek oluşturan Sami’nin tecavüz edip bıraktığı kadından olma oğlu. Ama bu gerçeği, kendisini yetimhaneden alınmış evlatlık sanan, Ali bilmiyor. Tabii sırf Ali ölmesin diye Vedat’la evlenen Begüm de bundan bihaber kardeşler arasında paslaşılıyor adeta.

Evin büyük kızını ‘bekâret’ boyunduruğuyla paragöz Taner’e yamayıp çarpık bir aile düzeni daha yaratan ‘Bedel’de, yetimhanedeki çocuğu boğdurması yanına kâr kalan Naciye’nin doğurmak istemediği Gönül’ün de Seyhanlı kanı taşımadığı ortaya çıkmış bulunmakta. Öyle ya, geçmişten gelen sır modasından nasiplenen Gönül’ün babası Sami Bey olmamalı ki, Ali’ye abayı yaktığını bakışlarıyla belli eden Gönül’ün aşkı da enseste girmesin, değil mi?

-Star’ın gözdelerinden ‘Paramparça’ da, aile bireylerini sapıttıran dizilerden…

Kocasını hiç umursamayan Gülseren’i aile bozucu kıvamında Cihan’la aşk meşk ilişkilerine düşürmeyi, ‘çocuk karışıklığı’ durumunun önüne geçiren ‘Paramparça’da Hazal ile Cansu’nun aile değişimi tam bir yozlaşma tetikleyicisi! Dolapçı dede Rahmi, paragöz hala Keriman ve piyangodan çıkan gurbetçi koca da bu tetikleyiciliğin ekstraları…

‘Bedel’de de fotoğraf yoluyla karşımıza çıkan ‘montaj’ olayını ‘ses kaydı’ şeklinde işleyerek çocuk pazarlıkçılığını ve dolayısıyla menfaatçiliği, çocuk sevgisinin önüne geçiren dizi, ‘ayrık otu’ kardeş durumunu da ihmal etmedi. Cemal Hünal’ın canlandırdığı Alper’i, Dilara’nın gayrı meşru kardeşi olarak etiketleyerek, dizilerin kimin eli kimin cebinde modasında geliştirdikleri farklı tarza katkıda bulundu.

Kısacası; gerçek yaşamda gayet güzel çözümlenmiş benzeri örnekler mevcutken diziye ilgiyi artırmak ve uzatmak için hastane hatasıyla doğan konuyu iyiden iyiye arapsaçına çevirmeye çalışanlar, bu meyanda ‘Paramparça’nın karakterlerini de alabildiğine dolduruşa getirip aileleri paramparça ederek kötü örnekleştirmekte bir sakınca görmüyor… Ve alkışlanıyor.

-‘Güllerin Savaşı’ da apayrı bir çarpık ilişkiler yumağı…

Canan Ergüder’in harika performansıyla kadın savaşçılığını hissettiren ‘Güllerin Savaşı’nda çocuk karmaşası yok ama burada da ‘ilişki’ çöküntüsü alabildiğine yaşanıyor. Baş kahramanları, Çiçek ve Yonca… Gülru da onları takip etmekte.

Taner’i kafalamak için her yolu deneyen Çiçek Hanım’ın hesabı tutmayınca Taner’in babası Şevket’e yeşil ışık yakması… Şevket’in de oğlunun yatıp kalktığı kadınla birlikte olma hevesi tam anlamıyla kadınlığı aşağılayan bir yansıma. Aynı şekilde sözüm ona masum ayaklarına yatıp intihara girişen Yonca’nın ablasının koynuna giren bir erkeği sevgili olarak seçmesi ve pişkin pişkin bu ilişkiyi savunması, kendini bilen bir kızın kabul edebileceği şey olmamalı.

Dizinin iyi ve mağdur kadını durumuna sokulmasına karşın özünde kötülüğün tetikleyicisi olan Gülru’nun Mert-Ömer-Cihan üçlemesini de ‘masum aşk’ kadınlığıyla bağdaştırmanın ve sevgi-intikam hoşgörüsüyle değerlendirmenin mümkünü yok. Bu nedenle diğerlerinden farklı olsa dahi ‘Güllerin Savaşı’na da değinelim dedik. Neticede hepsinin buluştuğu ortak nokta, ‘yozlaşma’. Ayvaz kasap hepsi bir hesap...

YOZLAŞMAYA ALIŞTIĞIMIZIN RESMİDİR

‘Karagül’ün veya ‘O Hayat Benim’in sahte analık-sahte evlatlık hallerinin buörneklerin yanında sütten çıkmış ak kaşık kaldığı yeni moda yozlaşmada, dizi ve karakterlerin isimleri farklı olsa bile, amaç tek aslında… Yapımları ilginçleştirmek için aile bağlarında sağ gösterip sol vurmak ve böylece yaratılan aşklara yeni bir rüzgâr katmaya çalışmak! Ama ne pahasına?

Ne pahasına olduğunu saptamak için öyle çok derin düşünmeye gerek yok… Durum ortada… İlgi ve getiri odaklı dizilerin bize dayattıkları şey, normal aile düzenlerinin bütünlüğünü katalizörlerle çözündürüp üçüncü şahıslarla dolu olabileceğini kabullendirmek!

Yani bu modayı sergileyen dizi içeriklerinin Türkçesi, ‘‘kocanın veya karının evlilik sürecindeyken bir başkasıyla ilişki yaşayıp çocuk peydahlaması ‘aile’ düzeninin bir parçası… Gayrı meşru yaşanmışlıklar gayet normal, bunu benimseyin’’ felsefesi.

Aman ne güzel… ‘Kuma’lığın yarattığı sorunlar, ensest ilişkiler, kadın-çocuk ezilmişliği gerçek yaşamda almış başını giderken çok lüzumdu bu içerik modası. Dizilerin şiddeti körükleyen yüzlerinin yanı sıra böylesi deformasyonlar yaratmalarına pek bir ihtiyacımız vardı zaten.

Ancak görünen o ki, bu yeni modada alan memnun satan memnun… Bir dönem ‘Lale Devri’ ile akrabalık bilmecesi yaratılmıştı da, nasıl eleştiri bombardımanına tutulmuştu. Dizilerin yeni aile düzeni modası bunun çok ötesinde bir karmaşa ve yozlaşmaya sahip nitelikte olduğu halde, ne gariptir ki şimdilerde tık yok kimseden. Paşa paşa izlemeye devam.

Galiba her alanda yozlaşmaya alıştığımız gibi ekrandan bilinçaltlarımıza işleyen yozluklara da alıştık ve izlediklerimizi benimser olduk. Kimin eli kimin cebinde tarzı bağlarla donatılan karakterleri, ‘Alt tarafı dizidir’ diyerek baş tacı edişimiz de, yozlaşmaya alıştığımızın resmidir! Dizilerin yeni yozluk modasının mimarlarına tebrikler.

Anibal GÜLEROĞLU

[email protected]

www.twitter.com/guleranibal