Çalma değil esinlenme!
Emeğin en büyük düşmanı nedir? Tek kelimeyle, ‘Hırsızlık’. Ne var ki, günümüzün değişen değer yargılarında, hırsız değil de onu yakalayan veya deşifre eden suçlu konumuna düştüğünden kimi hırsızlıklar da ‘Adam çalıyor ama çalışıyor’ hoşgörüsüyle ve destekçi takdiriyle karşılanıyor. Çıkarcılık ve şakşakçılıkla sürdürülen bu yozlaşmanın neticesindeyse, baştan kokan balığın kuyruğuna kadar kokuşmuşluğa maruz kalması da kaçınılmaz oluyor.
Bilim insanlarının projeleri dâhil olmak üzere her türden emeğin çeşitli dalaverelerle sahiplenildiği bu gaspçılığın yoğun olarak yaşandığı ve nadir durumlar dışında kayda değer bir cezai yaptırımla karşılaşmadığı alanların başında, fikir eserleri geliyor. Vicdanlara yönelik mesajlarla medyaya yansıyan iddialar ve sonuçsuz kalan hak arayışları, sık sık yaşanmakta.
Gelişen teknoloji ve küreselleşmenin dünyanın herhangi bir yerindeki yapıtlara erişimi kolaylaştırdığını hesaba katarsak, birilerinin özene bezene yarattığını alıp sanki kendi çalışmasının ürünüymüş gibi sunmak çocuk oyuncağı.
Minareyi çalanın kılıfını hazırladığı gibi, emek hırsızlığının kılıfına uydurulma hali de ufak tefek değişiklikler yapmaktan geçiyor. Hırsızlığın günümüz versiyonunda sistem çok basit aslında…
İlk etapta dişe dokunur bir yazılı eser veya dizi-film bulacaksın. Sonra başlığını veya ismini değişeceksin. Ardından içerikteki mekân-kişi adlarını farklılaştırıp konusuna da biraz ilaveler yaptın mı, sahiplenme işlemi tamamdır. Böylece alenen hırsızlık olanın adı da ‘çalma’ değil’ esinlenme’ oluverir. Artık ne ‘Bu eser aslında benimdi’ diye yırtınmak fayda eder, ne de mahkeme bunu ‘çalıntı’ diye tasdikler. ‘Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz’ vecizesiyle delme merakının salındığı geçmişten günümüze, devir iş bilenin devri olmuş bir kere! Çal, çalabildiğin kadar.
İLK AĞIZDAN MAĞDURİYET SATIRLARI…
‘Alabora’ ile ilgili yazımın ardından yolladığı mailinde, sanki çalıntı olayını savunuyormuşum gibi bir yanılgı taşıyan Zafer Bey, bu konuda hayli dertli olanlardan sadece biri… ‘Sözümüz meclisten dışarı ama biz format üreticisi olarak en çok ''esinlenme'' diyerek bir şeyleri kopyalayanlardan dertliyiz’ diyen format üreticisinin satırları şöyle:
‘‘Anibal Hanım, merhaba
Geçtiğimiz yıl Hollanda RTL, Amerikan NBC ve İngiliz ITV kanallarında yayınlanmak üzere Endemol International için Antalya'da Love in the Wild (Vahşi Yaşamda Aşk) isimli yarışmanın çekimlerini yaptık. 100 kişilik ekip içerisinde eşim & ben haricinde herkes yabancı ülkelerdendi. Çekimlerini yaptığımız o program dünya televizyonlarında ''Survivor'ın çiftlerle yapılan hali'' olarak lanse ediliyor. (Alabora’ya haksızlık mı yapılıyor?) başlıklı yazınızı okuyunca mail gönderme ihtiyacı hissettim. ALABORA yarışması bir teknede çekiliyor olmasının haricinde tamamen Love in the Wild'ten esinlenilmiş. Survivor'a benzetenler de haklılar. Ben 1993 yılından beri bu sektördeyim. Geçmişte kendi hazırladığım birçok formatı bazı televizyonlara ve sponsorlara kaptırmıştım. Formatlarım için kimseyi mahkemeye vermedim ama mahkemelerden avukatlardan bilgi aldım. Format çalındığı zaman mahkemeye verdiğinizde hep aynı sonuç çıkıyor: ''Programın adı değiştirilmiş ve içerikte de farklılıklar var.'' diyerek dava düşüyor. İşte bu açıktan faydalananlar var. Yani birisi format çaldığı zaman ismini ve içeriğindeki küçük bir unsuru değiştirdiğinde ''Çalıntı değil'' deniyor. Alabora çalıntıdır demiyorum ama çalmış olsalar da ''sizin yazınızda savunduğunuz konu yanlıştır.'' Survivor'ın işleyiş biçimiyle Love in the Wild içeriği birebir aynı. Alabora'nın da öyle. Tek fark isim ve çiftlerle yapılıyor olması. Son olarak şunu da hatırlatmalıyım ki Love in the Wild içerisinde tekneyle ilgili bölümler de var!
Sözümüz meclisten dışarı ama biz format üreticisi olarak en çok ''esinlenme'' diyerek bir şeyleri kopyalayanlardan dertliyiz. Formatımızı sponsor teklifi için gönderiyoruz, bize sponsor olmuyorlar ve gidip bizim formatın üzerinde değişiklikler yaparak kendileri piyasaya çıkıyorlar. TV kanallarına teklif veriyoruz, bu sefer de formatı onlar çalıyor. Asıl büyük sıkıntı budur. Asıl sorun, format hırsızlıklarıdır.’’
Sektör acı gerçeğini özetleyen ‘esinlenme’ mağdurunun da dediği gibi asıl sorun hırsızlık! Yoksa yazdığım şekliyle, içerik kapasitesi belli yarışmalarda benzeşme olmaması imkânsız.
SORUNUN KAYNAĞI KİM?
Birbirini çağrıştırması daha olası formatları bir yana bıraktığımızda, en sık karşılaştığımız ‘esinlenilmiş çalıntı’ halleri, sinema ve dizi sektöründe kendini göstermekte. Biri çıkıyor Uzakdoğu’dan esinleniyor… Bir başkasının esin perileri Hindistan’dan geliyor.
Açık açık ‘uyarlama’ vurgulamasıyla ortaya konulan yapımları tenzih ederek bunları değerlendirdiğimizde, benzeşmeler en yoğun biçimde filmlerde yaşanmakta. Kimisi karşı tarafın bastırmasıyla esinlemesinin bedelini ödemek durumunda kalsa dahi araya kaynayıp gidenlerin hatırı sayılır bir oranda olduğunu da unutmamak gerek.
Tabii bir de oldukça filmlerin ilgi görmesini körükleyen müzik kullanımlarındaki ‘izinsizlik’ uyanıklığı var! Açığa çıkmayan pek çoklarına karşın en taze örneği, ‘Düğün Dernek’ filminin sembolüne dönüşen ‘Entarisi Dım Dım Yar’… Fikri ve Sınaî Haklar Mahkemesi’nde tazminat talepli davayla gündemde olan bu sorunun asıl çözüleceğini hep birlikte göreceğiz.
Sinema esinlenmelerini de geçip daha yaygın olarak uygulanan dizilere gelirsek… Burada gerçekten ‘özbeöz özgün’ yapım sayısı, ‘esinlenilmiş özgün’ çalışmaların çok üstünde.
Hani önceki yazımda da savunduğum gibi, yarışma formatlarında benzeşmeler yaşanması, dizilere kıyasla daha kaçınılmaz ve olağan. Ama iş, kurgusal bir yapıma gelince durum çok farklı! Konu veya karakter benzeşmesi, üretilen yapımların sayısını düşünürsek, mutlaka burada da olacaktır. Nasıl ki gerçek yaşamda da insan insana, olay olaya benzeyebiliyorsa…
Ancak öykü olarak birebir çalınanların, başta işaret ettiğimiz değişikliklerle ‘Benim eserim’ böbürlenmesine dönüştürülerek yaratılan hak yeme konusu böyle değil.
İlerisi için beklentisi olan biri çıkmış bir eser yazıp değerlendirecek kanallara başvurmuşsa, bunu ‘gözden geçirme’ bahanesiyle alanlar da okuyup geri postaladıktan sonra orijinaline bir bedel ödemeden aynını yaratmışlarsa, bu ‘hırsızlık’ değil de nedir? Bal gibi hırsızlıktır.
Aynı şekilde yurt dışında ya da içinde birilerinin yazdığı romanların konusunu, telifsiz senaryoya çevirmek milletin emeğini ‘gasp’ olmaz mı? Bedelini ödemediği sürece gasptır.
Peki, ‘esinlenme’ kılıfıyla doya doya uygulanan bu hırsızlığın baş sorumlusu kimdir?
Milletin emeğini çiğneyerek ‘senarist’ diye geçinenler mi? Yoksa kendilerine sunulan bu esinlenme-çalıntı konuları, hiçbir yükümlülük hissetmeden uygulamaya koyan yapımcılar mı?
Daha önceden vurguladığım şekliyle, senarist kalemlerinin yapımcı emrinde olduğunu görmemek imkânsız. Yani senaryoların ısmarlama yaratıldığı düzende özgünlüklerini çoktan yitirmiş olan senaristlerin orijinal konular üretmeleri hemen hemen hayal… Kaldı ki, esinlenme ihtiyacı hissetmeyecek yaratıcılıkta olanların, onları destekleyecek yapımcı bulmaları daha da büyük bir hayal! Çünkü hedefi sadece yüksek reyting olan yapımcılar, öyle yaratıcılığı güçlü kişileri, ‘başlarına buyruk olup söz dinlemezler’ mantığıyla pek istemez.
Neticede, adamı olmayana özgün senaryo ekmeği yemenin nadiren kısmet olduğu yerde, çalıntı esinlenmeleri, onun bunun kalemiyle değil doğrudan yapımcıların göz yumması, hatta desteğiyle gelişir. Hırsızın lehine işleyen yasa boşluklarından güç alınması da, dayanak olur.
Bu destek ve yasal zaafiyet devam ettiği sürece, bir senaryo ekibi Güney Kore’den bir diziyi uyarlar, paşalar gibi onaylatıp yapımcılara yollar… Veya doğrudan kendi fikir ürünü olarak bir film senaryosu yazan, bunu noterden tasdik ettirip çekeceği bölgedeki medyada tanıtımını dahi yapar… Sonra, aidiyet ispatlı, girişimlerinin sonuçlarını ümitle beklerken şok yaşarlar. Bir bakarlar emekleri, ya televizyonda bir dizi olarak ya da sinemada ödülle taltif edilen bir film şeklinde, başkalarının imzasıyla pat diye karşılarına çıkıvermiş! Elde kalan, büyük hüsran.
Özgünlüğü becerecek kapasitedeki senaristler-yazarlar, aynı zamanda yapımcılığı da üstlenecek finansal güce sahip olmadıkça veya boşluksuz yasalar çıkmadıkça, bu tablo değişmeyecektir. Yapılanın, çalma değil esinlenme olduğu kabul gördüğü sürece kimin elinden ne gelebilir ki? Dolayısıyla mesele yok. Yavuz hırsızın ev sahibinden baskın çıktığı düzen paralelinde, esinlenmeye ve çalmaya devam. Çalana madalya, çaldırana havagazı!
Anibal GÜLEROĞLU