Bir yıl daha eksiliyor ömür hanemizden. ‘Elde kalan ne’ var diye sorgularsak hep yaptığımız gibi... Çekişme, mücadele ve yozlaşma bolluğunun arasına sıkışmış ‘umut’ kırıntıları! Esasen ‘hiçlik’ten ibaret olan yaşam gerçeğinde ‘zaman öldürmek’ tüm yapılanlar ama... Gel de anlat, ‘Fani’ olduğunu söylerken dahi bencillikten ve hırstan arınamayan insancıklara. Hep bir yarış, hep bir paye toplama çabası süregitmekte yaşamın her alanında.
Nasıl ki ekran dünyasında, ömürleri reytingleriyle belirlenen diziler için de durum aynı. ‘En’leri seçen ödül dağıtma furyası eskiye oranla bir nebze hız kesmiş olsa bile yine de revaçta. Artık ısmarlama mı olur, hak ederek mi alınır... Bilinmez. Ödül heykelciğini kapan ‘En’ olmanın hazzını yaşıyor kendince.
Hal böyleyken biz de rutini bozmayıp senenin bitiminde bir mini seçki yapalım dedik. Ancak genel eğilim doğrultusunda hareket etmek yerine farklı kriterlerle yaklaşmak istedik olaya. Dolayısıyla bu ‘En’ler bir başka!
SEZONUN EN ŞANSSIZ DİZİSİ
Ekrana umutla çıktıkları anda hüsrana uğrayan yapımların bolluğu malumunuz. Ancak bu rutinde bazen öyle işler oluyor ki, gerçekten başına geleni hiç hak etmediğini düşünüyoruz.
Nitekim bu sezon da aynı duyguyu ‘Hayatımın Şansı’ için hissettim. Zira ilk bölümüyle Total’de 11’inci, AB’de 12’inci sırada yer alan yapım ABC grubunda da 10’uncu oldu. Bu sonuçların yeni bir başlangıç için yetersiz olduğu muhakkak. Peki, bu durumun sebebi ne?
Öncelikle belirtmek isterim ki, Hira Su Yıldız’ın canlandırdığı küçük kız Sare başta olmak üzere artısı bol bir yapım ‘Hayatımın Şansı’. Konusu da mevcut yapımların sıradanlığından uzak ve ilginç bir gelişim sunma potansiyeline sahip. Lakin Şifanur Gül, Alican Yücesoy ve Musa Uzunlar’ı buluşturan dizinin ayağını çelmeleyen şanssızlıkları bu artıların önünde.
Şöyle ki; ‘Hayatımın Şansı’nın ilk şanssızlığı dizinin ‘isim’ seçimi! Bu ad dizi içeriğine uysa bile, ilgi çekme hususunda yeterli potansiyele sahip değildi maalesef. İnsanların kışkırtıcı şeylere merak sardığı unutulmuştu anlaşılan. İkinci şanssızlık, tanıtım süreciydi. İzleyiciyi meraklandırmaktan uzak olan tanıtım hayli silikti... Bir köfte muhabbetidir gitti. Oysa rakibi ‘Çöp Adam’ tam tersi performansla çıkmıştı ortaya. Dahası geç kalınması, rakibinden sonra yayına sokulması da bir başka şanssızlıktı dizi için. Ve... Kanlı canlı bir tanıtımla- isimle kendini öne çıkartamayan, ekran yolculuğunda elini çabuk tutamayan dizinin son şanssızlığı yayınlandığı gün oldu. ‘Kuruluş Osman’ın zirveye yerleştiği günde afişinden dahi merak uyandıran ve ‘gerçek hayat’ modasının reklamcılığını güçlü avantaja çeviren ‘Çöp Adam’la ve ‘O Kız’la rekabetçiliğe soyundu.
Neticede tüm bu detaylar ‘Hayatımın Şansı’nı en şanssız dizi haline getirdi. Umalım da devamında şanssızlıktan şans doğsun.
EN ‘KARAKTERSİZ’ KARAKTER
Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi dizilerdeki çiftlerin birlikteliklerini baltalayan husus, erkek sadakatsizliği! Bu sadakatsizlik hele bir de maddi menfaat elde etme hırsıyla birleşirse ortaya çıkan karaktersizliğin boyutu misliyle artıyor. Bunun ekrandaki son örneği de ‘İyilik’teki Murat.
İsmail Demirci’nin performansıyla daha da karaktersiz bir karaktere dönüşerek sınırları zorlayan Murat’ın karaktersizlikte kendisiyle yarışan Damla’yla birlik olup yaptıkları sayesinde uyarlamanın orijinalini fersah fersah geride bırakan içerik, bambaşka bir boyutta. Şahika’nın servetini ve şirketini ele geçirmek için dümenler çeviren Murat’ın Neslihan başta olmak üzere çevresindeki herkese karşı tavırları-konuşmaları o denli seviyesiz ve duyarısz ki, yaptıklarını izlerken insanın nevri dönüyor. Bir karakter bundan daha iyi karaktersiz kimlikle yazılamazdı doğrusu.
Dolayısıyla senaryo halim selim-yardımsever Poyraz’ı giderayak Murat’la şerefsizlik yarışına sokmuş olsa dahi halihazırda ekranın en ‘karaktersiz’ karakteri ödülümüz Murat’a. Tebrikler.
EN ‘GERÇEK’ DRAM DİZİSİ
‘Hayatımız dram olmuş. Diziler ne yazar’ diyorsanız... Çok haklısınız. Çocuk tecavüzcülerini savunup altı yaşındaki sabilerin evliliğini normalleştirmeye çalışanlar mı dersiniz, kadına şiddeti önemsemeyenler mi? Geçim derdiyle kararan hayatlar, gelecekten umut kesen gençler ve nicesi... ‘Binmişiz bir alamete gidiyoruz kıyamete’ misali her günümüz.
Öte yandan senaryolarla şiddet ve taciz başta olmak üzere cümle yozlaşmışlığa gerçekçi vurgular yapmanın önemini de görmezden gelmemek lazım. Nasıl ki, farklı yapımlar bu sosyal mesajcılığa yer veriyorlar kendi içeriklerinde. Bu doğrultuda yeni sezon dizilerini incelediğimizde en ‘gerçek’ dram ‘Yürek Çıkmazı’nda çıkıyor karşımıza.
Atike Hınçlıer’in aynı adlı kitabından başarıyla uyarlanan ‘Yürek Çıkmazı’, Mesut Akusta’nın canlandırdığı Yılmaz’ın baba-koca şiddetinden doğan gelişimle yol alırken, en gerçek dramı sergiliyor ekranlarda. Zira korkunun çaresizleştirip sindirdiği bir kadının güçsüzlüğüyle güçlenen erkek modelini en doğal haliyle yansıtıyor bizlere. Evlendiği andan itibaren cehennem zebanisi olan Yılmaz’ın Cennet’e ve çocuklarına yaptığı zorbalıkla kapalı kapılar ardında sönüp giden hayatların varlığını hatırlatan ‘Yürek Çıkmazı’nın gerçekliği bununla da sınırlı kalmıyor. Şiddete uğrayanların durumuna karşı yakınlarının suskunluğunu, görmezden gelinen bu maddi-manevi zulmü normalleştirici yaklaşımı da hiçbir abartıya meyletmeden işliyor.
Böylece gerek kurgu gerekse söylem bazında gerçek hayatla paralel yol alan dizi, ‘En gerçek dram’ övgüsünü fazlasıyla hak ediyor.
EN ‘ÜTOPİK’ YAPIM
Ütopik yani ütopyaya dayalı yani gerçekleşmesi pek mümkün olmayan toplumsal tasarımları ele alan içerikler, bilimkurgu yapımları başta olmak üzere hayli revaçtadır senaryo aleminde. Çoğu zaman özlemle izlenen böylesi içeriklerde yaşananların gerçekleşme zorluğunu bilsek dahi umutlarımızı beslediği için baştacı ederiz bu tür işleri. Hele de senaryo, ütopyasını merakla ve mesajcılıkla bezemişse, uyumlu oyuncu kadrosuyla gücüne güç katmışsa... Zirvelere çıkartır, ödüle boğarız bu tarz ütopik işleri. Nasıl ki, bu tablonun ekranlarımızdaki temsilcisi, 48. Pantene Altın Kelebek Ödülleri’ne damgasını vıran ‘Yargı’ya yaklaşımımız da böyle.
Ödüle doyamayan ‘Yargı’yı neden en ‘ütopik’ yapım olarak gördüğümüze gelince... İçeriğini sürekli diri tutmayı başararak ilgiyle izleme zevkini yaşatan ‘Yargı’daki cevval Savcı Ilgaz, Başsavcı Pars ve her duruma hızır gibi yetişen Eren Komiser ile kurulan yargı dünyasının karşılığının gerçek hayatta bulunmayışı!
Şöyle ki; Ne yapacağını bilemediği Ceylin’le uğraşmaktan arta kalan zamanının çoğunu bizzat olay peşinde koşturarak geçiren, delil toplamada azami dikkat sergileyen, ‘Sözkonusu adaleti sağlamaksa babam olsa gözünün yaşına bakmam’ zihniyetiyle olaylara yaklaşıp yargının en adil biçimde tesis edilmesi için özel hayatını dahi bir kalemde harcayabilen Savcı Ilgaz’ın şahsi hırs taşımayan mesleki varlığı yaşamın gerçekleri düşünüldüğünde ütopik değil de nedir? Keza Neva’yı kaybetmenin ardından görev bilincini duygularıyla karıştırma rutinine kapılacakken Ilgaz’ın akılcı operasyonuyla bu hatanın kıyısından dönen Başsavcı Pars’ın mesaisini makamından ziyade Emniye Amirliği’nde harcama özverisi, alçakgönüllü tavırları da ütopik değil mi? Peki ya emirleri Amir’inden ziyade savcılardan alarak 7/24 görevini yapan Eren Komiser? O da suçluyu ortaya çıkartmada, bulunamayan delilleri bir çırpıda toplayıp adil yargıya hizmet etmede sınır tanımayan bir özveriyle mesleğine bağlı çalışırken bu olağanüstü gayretiyle ütopik durmuyor mu?
Anlayacağınız Yekta’nın ekürisi gibi duran Rafet Amir bu ütopik alemi bir nebze gerçeğe doğru çekse bile ‘Yargı’nın varolmasına katkıda bulunan karakterlerimizin adaleti tesis anlayışı sayesinde içeriğin ütopik yönü ağır basmakta her şekilde. Özlenen bu adalet ve görev bilinci her ‘Yargı’nın başına derken... Biz de Yekta ve Ceylin’in sınır-makam tanımaz tavırlarıyla, avukatlık olayına da gerçeküstü bir pencere açmayı ihmal etmeyen ‘Yargı’yı en ütopik yapım ilan ediyoruz haliyle.
SONUÇTA; ‘Hayat Bugün’, ‘Darmaduman’, ‘Bir Peri Masalı’ gibi yapımları ilk sezonu tamamalayamadan yolcu edecek olan... ‘Baba’, ‘İyilik’, ‘Kasaba Doktoru’ gibi önceden gelen işleri de reyting kaybı sonucu finale yollayan ekranlara kendi gözümüzle bakıp seçkimizi yaptık.
Kuşkusuz daha önce ele aldığımız ‘Yalı Çapkını’nı, ‘Kardeşlerim’i, ‘O Kız’ı ve diğerlerini masaya yatırıp bu seçkiyi çeşitlendirmek mümkün. Lakin yazıyı çok uzatmamak adına, onu da sizlere bıraktık. Hadi bakalım.
2023’ün her alanda iyilikler getirmesi... Bizlere dayatılan kötü kurguların son bulması... Ve her şeyin çok güzel olması temennisiyle...
MUTLU YILLAR TÜRKİYE.
Anibal GÜLEROĞLU
[email protected]
www.twitter.com/guleranibal