Şatafatlı isimler takmak, iddialı sloganlar üretmek ve büyük sözler sarf etmek… Dikkat çekip ilgi uyandırmak adına sıkça başvurulan alışkanlıklar. Ama pratikte bunların hakkını vermek sanıldığı kadar kolay olamıyor. Çünkü yola çıkışların rutinine dönen bu kavramlar icraata denk düşmediğinden, işin özünü dolduracak duygu kısmı çoğunlukla havada kalıyor. Hal böyleyken birilerinin şakşakçılığının veya övgüler dizmesinin de bir faydası olmuyor; yaldızlı yorumlar, klişeleri hissetmeye katkı sağlayamıyor. Hani medyada sıkça rastladığımız ‘şok’ ibareli haberler vardır ya… İşte o misal. Okuru çekmek için kullanılan başlıktaki ‘şok’ yaratma halini vasat içerikte bulana aşk olsun.
Nitekim Kanal D’nin yeni dizisi ‘Evlat Kokusu’ aynı türden bir izlenim uyandırdı bende. Hayranlarını elleri boş bırakıp giden ‘Poyraz Karayel’in zamansız finalle boşaltmak zorunda kaldığı yere oturtulan dizinin ismi de, tanıtımları da bir hayli iddialıydı ama içeriğinde evlat kokusunun derinliğini hissetmek imkânsızdı. Her şeyin fazlasıyla dram yaratmaya yönelik işlenmesi evlat kokusunu ucuzlatmakla kalmamış, yapımın bütününü de vasatlaştırmıştı. Nasıl ki, baştan sona kendini sorgulatan dizinin sonuçları bu görüşümün doğruluğunu ispatladı. Basit hayalleri olan basit kız Zeyno, ‘Bütün evlatların ve annelerin hikâyesi büyük değil mi’ sözüyle büyük laf ederek büyük bir hikâyelerinin olacağını vurgulayıp, hastanedeki acıklı ninni eşliğinde verilen ayrılık sahnesiyle duyguları titretmeyi hedeflese dahi beklentileri karşılayamadı. AB’de 2.71 reytingle 13’üncü olup Total’de 3.19’la 14’üncü sırada yer alan dizi, ilk bölüm olmasına karşın ‘Poyraz Karayel’in aldığı reyting ve sıralamanın gerisinde kaldı. Bu sonuca hayret edenler için ‘Evlat kokusu bu kadar ucuz mu’ sorusunu yöneltip içerikteki yersizlikleri saptamakta fayda var.
EVLAT KOKUSU’NUN AKIŞINDAKİ HATALAR
Gerçek hayatta erkekler sayesinde alabildiğine ezilen kadınların dramatik yönünü bertaraf etmek istercesine erkek şiddetine karşı duran ‘güçlü kadın’ karakterleri yaratma modasına dalan dizi sektörümüz fabrikasyon üretime geçmiş bulunmakta. ‘Dayan Yüreğim’, ‘Kırlangıç Fırtınası’ derken bu alandaki son yeni dizi örneği, Zeyno’ya odaklanarak hikâyesini yaratan ‘Evlat Kokusu’ oldu. Muhakkak ki bu tarz işleri sadece kadın mücadelesiyle yürütmek zor. Bunun için ilaveten bir de ‘evlat’ olgusunun bulunması şart. Aksi takdirde izleyicinin duygularını titretemezsiniz. Ancak bu kombinasyonu yaratırken dizinin beklentileri karşılayabilmesi için doğallığı bozacak hatalara düşmemek gerektiğini de hatırlatalım. Hollanda’yı işin içine katma modasına dâhil olan ve karakterlerinden akışına, mantığı ezip geçen durumlar sergileyen ‘Evlat Kokusu’ bunu becermedi.
Özgün hikâye vurgusuyla yola çıksa dahi, uzun süreli dizilerde klişelerden kaçınıp tamamen özgün olmak imkânsız dedirten bir tablo sunan ‘Evlat Kokusu’nun baş hatası, söylem dengesizliği ve zorlaması! Açılış sahnesini, havalı bebek teslimatıyla yapıp dokuz ay öncesine giderek başlayan senaryonun hatalarını Akbaş kanadından sıralamaya başlayacak olursak…
Alabildiğine zorlama bir sahneyle karşımıza çıkan Akbaş Ailesi’nin fertleri ilk andan itibaren bir söylem kargaşası yarattı kendi içinde. Kızını yüzme havuzundaki yarışa götüren Zümrüt, zengin ama mutsuz kadın olmayı sergilerken, hakkını helal etmemekle tehdit eden Hünkâr da kardeşi Aslan’ın peşi sıra koşturuyordu. Onu dinlemeyen Aslan boşanmaya dair bir şeyler geveleyip bindi arabaya. Belli ki yine bir boşanma heveslisi zengin adam klişesi izleyecektik Aslan karakterinde. Sonra yüzme havuzunun dramatik yüzüne geldi sıra. Buradaki karı-koca muhabbeti zıtlığın ta kendisiydi. Şöyle ki, Zümrüt’ün yüzme havuzunda evlilik tartışmasına girmesini ‘Burası yeri değil’ diyerek engelleyen Aslan’ın konuşmak için akşam yemeğine gideceklerini orada söylemesi kendi kendiyle çelişkiye düşmekti. Allah’tan uluorta bağırarak tartışan ikilinin bu anları çok sürmedi. Aslan’ın ceketini çıkartması az sonra havuza atlayacağının işareti olarak yansıyıverdi birden… Tabii yeni bir mantıksızlığın da habercisi oldu. Ela fenalaşınca Aslan suya atlayıp kızını çıkarttı. Peki, ama orada eğitmen yok muydu da onun kurtarması gereken kıza müdahale için tribünden zıplayıp gelen Aslan beklendi?
Dakka bir gol bir dedirten bu anların devamında kızını kurtarmak isterken başka insanların canının tehlikeye atan sürüş şekliyle olağanüstü tehlikeli bir trafik canavarına dönüşen Aslan’ın kötü örnekliğine şahitlik ederken aynı zamanda burun ucundaki kırmızı çizgiden ibaret olan durumu ‘Durmayan burun kanaması’ olarak yansıtan Zümrüt’ün abartısına da maruz kaldık. Bu sahneyi yazanlar durmayan burun kanamasının nasıl olduğunu bilmiyorlardı da, yönetmen de mi o sahneyi kurarken bu detayları hiç önemsemedi anlayamadık! Derken hastanedeki doktorun henüz tetkikler kesinleşmemişken umutsuz konuşması ve kan nakli için acil donör bulunması yönündeki felaket tellallığıyla şok olduk. Bu kadar mı basitti, nadir görülen bir kan hastalığını tespit etmek ve kan nakli kararı almak? Ama evliliği, pardon Ela’yı kurtarmak için ‘kardeş şart’ vurgusunu yapıp Zeyno’nun çocuğunu kaçırmak için en kestirmesinden kapı aralamaya çalışınca böyle oluyordu işte! Çaresiz kabullendik.
Bu noktada devreye giren Hünkâr deseniz, ‘Evlat Kokusu’nun en çelişkili karakteriydi… Ela’yı kurtarmak için her yolu denemekte kararlı Hünkâr’ın yasadışı biçimde donör bulma hevesini Amsterdam’daki Türk hemşire çalıştırma meraklısı hastaneye bağlayıp ‘Duy duy’laşan Zeyno’yu devreye sokan akışta Hünkâr, sürekli ‘Bundan kimsenin haberi olmayacak’ diyordu ama bu sözü en başta kendi bozuyordu. Mesela donör arayışından Aslan’ın bile haberi olmayacak demişken sonrasında yumurtlayıverdi. ‘Nizam, o çocuk gelmezse sen de gelme’ diyen Hünkâr Hanım belli ki rüküşlükten sonra dizideki mantıksızlıkta da iddialıydı. Adamına ‘Doktorlarla konuş bebeğin öldüğünü kimse bilmeyecek’ talimatını verip Aslan’a Çınar’ı kaybettiklerini söylemesi bunun ispatı. Eee… Madem söyleyecektin o zaman verdiğin talimat nerede kaldı? Doktorları, zenginlerin emir eri durumuna düşürüp şaibelere müsait kılan bu tedbir sadece yabancılara karşı mıydı? Bakalım, aileyi bir arada tutmak için kendince bir davranış geliştiren Hünkâr ilerleyen bölümlerde daha ne gibi zıtlıklarla ve ilginç kıyafetlerle çıkacak karşımıza diyerek, dizinin Zeyno ayağındaki hatalara geçelim şimdi de…
Hollanda’da yaşayıp halen masum çocuk saflığında kalabilen Zeyno’nun Yusuf’a inancı ve ‘Aşkım’ları alabildiğine çiğ geldi bana nedense. Üvey ablası bile tel yüzüğe kanmaması için uyarıyor ama Zeyno, hamile kalacak kadar tedbirsiz davranması yetmiyormuş gibi bir de gece vakti Yusuf’un yolunu gözlüyor. Yusuf da Yusuf hani… Evlat olsa sevilmeyecek cinsten. İnsan bu adamın yüzüne baksa sözüne güvenilmeyeceğini anlar. Ama sevinç ve kızgınlık ifadeleri için kendini paralayarak Hande Soral’in performans sınırlarını zorlamasına sebep olan Zeyno, adama kene gibi yapışıp zıvanadan çıkartıyor. Gelsin gırtlak sıkma ve eline geçeni saplama klişesi… Zahir böylece Zeyno’dan güçlü kadın çıkacağı düşünülmüş. Yapmayın Allah aşkına…
Güçlü kadın, sevgilisi sandığı kişinin başkasıyla nişanlandığını duyup ‘Çocuğu aldır’ sözünün üstüne diretmez… Kalkıp da ‘Babana söyleyeceğim’ tehdidini savurup sırnaşmaz. Paşa paşa arkasını dönüp kendi yoluna gider. Yani evlilik heveslisi olup karnındaki bebeği düşünmeden saldırganlaşan Zeyno, güçlü kadın falan değil. Kimse bunu böyle yutturmaya çalışmasın. Yanı sıra burada aklıma takılan en önemli detay, saldırıya uğrayan hamile bir kadının bit kadar sapladığı cam parçası için altı yıl hapis veren Hollanda adaletinin nasıl işlediği konusu! Bu yaralama aşamasında Yusuf’un saldırganlığı ve nefs-i müdafaa neden dikkate alınmamış? Zeyno niye kendini savunmamış? Karar için ‘Hollanda mahkemelerinde kadına şiddete bakış açısı da bizdeki gibi erkek lehine’ mi desek… Yoksa ‘‘Keşke Zeyno da Dayan Yüreğim’de Elvan’ı kurtaran Avukat Fuat’ı tutsaydı’’ diye mi hayıflansak, bilemedim.
Neyse efem anlayacağınız, Zeyno’yu saçma sapan hareketler yapan kadın mahkûmların arasından geçirip Amerikan aksiyon filmlerindeki hapishane ortamlarına özenti bir sahne sunarak işin dramatikliğine heyecan katmaya çabalayan dizinin Zeyno ayağı alabildiğine duygusal yoksunluk içinde. Gerçi duygu sağanağı yaratmak için Zeyno’yu karnındaki bebekle konuşturup daha minicik noktayken varlığını ona hissettiriyor ama… Biz, ilk gelişteki vahşi orman görüntüsünden eser olmayan yardımlaşmalı, makul hapishane ortamındaki Zeyno kadar bu anların derinliğine inemiyoruz maalesef. Hele doğum sonrasında yaptıkları tam anlamıyla rol kesmeye dayalı, gerçekçi hissiyattan uzak mantıksızlık ürünü. Özetleyelim…
‘EVLAT KOKUSU’NA İNAN İNANABİLİRSEN…
Zeyno’nun mantıksızlıklarını sıralıyoruz ya… Mahkûmun bebeğiyle ilgilenmek için resmi görevli gelmemesine şaşırdığım noktada Zeyno’nun Can’ı ablasına vereceği söylemi giriyor araya. Bunun nasıl olacağı konusunu boş geçen akışın ‘süt kesilme’ muhabbeti evlere şenlik. ‘Sütün kesilir’ diye uyaran abla çocuğu alacaklarını zorla alınıyormuş gibi haykırması, Cemal’in peşinden yerlerde sürünmesi de aynı saçma mantığın devamı! Zeyno, abartıyla gözyaşı döktürmeyi hedeflerken gardiyanların mal mal olayı izlemesine de diyecek yok doğrusu. Ya arkadaşlar bu sahneden ne beklediğinizi söyleyebilir misiniz? Zeyno sosyal hizmetler almasın diye çocuğunu Cemal’e vermek zorunda olduğunu bilirken böylesine suni dram yaratmak neyin kafası? Acemiliğin mi, yoksa ‘Milleti bu şekilde ağlatıp reyting toplarız’ kolaycılığının mı? Acemilikse, acilen kendinizi geliştirin… Diğeriyse, millet yemedi işte.
‘Evlat Kokusu’nun Zeyno’ ayağındaki bir başka hata, hapisten çıkınca görülmekte. Neden öldüklerini bile bile yıllar sonra koşturup ablasının evine gidip kapıyı yumrukluyor, anlamak imkânsız. Yıl demişken, alt yazıda ‘6 Yıl sonra’ deniyor ama Zeyno, komşu kadına ‘4 yıl kadar önce’ açıklamasını yapıyor. Yazım ekibi belli ki zamanlamayı tutturamamış. Yerseniz. Ayrıca altı yıl öncesinin kayıtlarını açıp oğluna uygunluk testi yaptırıldığını görmesi ve donör arayan ailenin izini şıp diye bulması da fazlasıyla düşündürücü. Bu denli güçlü bir aile karda yürür izini belli etmez ama ne hikmetse Akbaşlar her şeyi açık edivermiş. Bir günlük bebeğin kokusunu unutmayarak ‘Aman ne güçlü annelik’ tablosu yaratmaya soyunan Zeyno’nun oğlunu bulma aşamasındaki mantıksızlık bu kadarla da sınırlı değil. Yemek şirketi çalışanı kılığında Akbaşların evine rahatça dalan Zeyno onca çocuğun arasından Çınar’ın ‘Can’ olduğunu anlayıveriyor. Vay bee… Analık ve ‘Evlat Kokusu’ böyle bir şeydir işte. Ama kabahat anneliği doğru yansıtmak için elinden geleni yapan Hande Soral’in değil bu sahneyi böyle çekenlerde. Dahası Akbaş Ailesi’nin sırf havuzdan kurtardı diye bir çalışanı yemeğe davet edip sanki sosyeteden biri geliyormuşçasına özenmeleri de ‘İnan inanabilirsen’ türünden.
‘Evlat Kokusu’nda bir başka gerçek dışılıksa, evdeki hizmetlinin oğlu olan Uğur’un tavırları… ‘Yeter’deki gibi kötücül ve kıskanç bir çocuk portresi çizen Doğan Can Sarıkaya’nın sunumuyla karşımıza gelen Uğur, evin oğluna karşı bu denli hırçın davranma ve evin içinde istediğini yapma hakkını-cesaretini nasıl buluyor? Çınar’a ‘Sana kötülük eden hiç kimse için üzülme’ nasihatini veren Hünkâr Hanım bu başıboşluğa nasıl izin veriyor? Al sana bir falso da bu kanattan. Yani diziye çocuk çekişmesi katıp medet ummak için yapılan her şey nafile.
‘Evlat Kokusu’nun hatalarını ve mantıksızlıklarını sıralarken ‘Bir milyon avroya bebeğini değil hayatını satar bunlar’ diyen Radko’ya ‘Bizim için insan hayatı o kadar ucuz değil. Bir milyona bebeğimizi satacak kadar alçalmadık daha. İki milyondan bir Euro aşağı olmaz’ cevabını verip aklınca espri üreten Cemal’in belalısı Nusret’in garip mafyalığını işaret etmemek olur mu? Adam bir saat bekleyip parayı almak yerine, 10 bin Euro borç için ‘Bize öyle bir kazık attın ki’ deyip Cemal’le karısını öldürecek kadar embesil. Anlayamadığım 10 bin Euro ne zamandır büyük kazık oluyor? Hele de ortada 2 milyon Euro’yu alama ihtimali varken.
NETİCEDE; İlk bölüm finalinde henüz DNA testinin sonucu dahi alınmamış ve Çınar’ın oğlu olup olmadığı kesinleşmemişken Zeyno’nun pat diye ‘Oğlum bu evde’ demesiyle tüyü diken ‘Evlat Kokusu’, ne gerçekçi güçlü kadın portresi sundu ne de değişik bir öykü keyfi yaşattı bize. Sadece birbiriyle çelişen, mantıksızlık abartısı olarak yansıdı bu haliyle. Büyük sözler sarf etmek, sonra da bu sözlerin tam aksine davranışlarda bulunmak galiba ‘Evlat Kokusu’nun baş özelliği! Kuşkusuz ortada verilmiş bir emek var, bizim de emeğe saygımız her daim sonsuz ama… Yarattığı zorlamalar ve mantıksızlıklarla ‘‘Poyraz Karayel’in boşluğunu doldurabildi mi’’ sorgusunu akıllara düşüren diziyi yazanlar da bir parça söylem tutarlılığına dikkat etmeli sonuçta. Aksi takdirde zorlamalarla alabildiğine ucuzlaştırılan ‘Evlat Kokusu’nun layıkıyla hissedilememesi bir yana, her sahnesi yapaylaşıyor. Yağ çekmeden eleştiri yaptığımız ‘Evlat Kokusu’nda durum bundan ibaret. Hatalarını dikkate aldıkları takdirde, yolları açık olsun…
Anibal GÜLEROĞLU