Gecenin Kraliçesi, reklamla açıp ‘Acı Aşk’la soldu…
‘Hiç kimse taklit yoluyla büyük adam olamaz’ demiş İngiliz yazar Samuel Johnson. Ne acıdır ki bizde bu söz tersine anlaşılmış gibi. Ortalık taklit fırsatçılığından geçilmiyor. Özellikle de kurgu dünyası! Özgünlük üretmek yerine oradan buradan esinlenilmiş(bu da akılcılıkla üretilmiş tırtık kılıfı olmakta) işlerle dolu. Amerikan veya Kore dizilerinin telif ödemesiyle adapte edilmesi bunların dışında tabii. Çünkü romanların senaryolaştırılması kadar doğal bir durum, yurt dışında başarıya ulaşmış işleri bedel karşılığı alıp kullanmak.
Lakin yerli veya yabancı fark etmez, mevcut bir işle çokça benzerlik taşıyan başka bir iş üretilmesini ve orijinal diye sunulmasını doğal karşılamamız, alkışlamamız mümkün değil. Zira böylesi yapımlar ayan beyan taklit konumunda. İçeriğini başka detaylarla doldurmak, isim değişiklikleri yapmak veya diyalogları farklılaştırmak buradaki taklitçiliği göz ardı etmeye de yetmiyor üstelik. Asıl önemli olan, öykünün doğuş şekli ve karakterlerin yapılandırılmasındaki temel çünkü! Öte yandan eserin ismi aynı olmadığı sürece yasal yaptırımdan kurtulmanın, esinlenmelerin ufkunu açtığı da bir gerçek. Bunları hatırlatıp ‘Yarası olan gocunsun’ dedikten sonra gelelim, kıyamet reklamla ekrana çıkartılan ‘Acı Aşk’ tesirli ‘Gecenin Kraliçesi’nin solgunluğuna…
‘GECENİN KRALİÇESİ’NE NE YAPSANIZ KÂR ETMEZ!
Japonların ‘Ayın altındaki güzellik’ ismini taktığı ve yılda sadece bir kez açan kaktüs türü çiçeğin adını alıp ‘Cesaret’ olarak çıktığı yolda, ‘Mayıs Kraliçesi’nden özenmişçesine, ‘Gecenin Kraliçesi’ne dönüşen dizi nihayet huzura geldi. Hep söylediğimiz gibi büyük rakamlarla anılan, daha ortaya çıkmadan sanki dünya harikası olacakmış gibi sunulan işlerin yarattığı beklenti de büyük oluyor. Gerçi Perşembe’nin gelişi çoğu zaman Çarşamba’dan bellidir de… İşte bu belliliği görmezden gelmek, beklentiye düşmek adet olmuş bir kere.
Dolayısıyla bütün dizi tek bir isimden ibaretmiş ve bu isim, Hürrem’in canhıraş kavgacılığıyla göze batan bir oyunculuğun dışında sanki çok popüler işlere imza atmış gibi bir mantıkla gündeme pompalanan ‘Gecenin Kraliçesi’ de bu adetle beklenti yaratanlardan. Peki sonuç? İlk bölümdeki gelişim itibariyle TMC’nin uyarlama haklarını satın alıp ekranımıza kazandırdığı ‘Bad Love’ dizisinin Türkçe versiyonu ‘Acı Aşk’ı fazlasıyla anımsatıp, daha ilk andan solan ‘Gecenin Kraliçesi’ cephesinden görünenler bana göre Star TV’nin bu sezon yaşadığı ikinci hayal kırıklığı! Niye derseniz…
Gerçek olan şu ki; bu dizide ne heyecan var ne de izleyeni etkileyen duygu yoğunluğu! Her şey buram buram yapmacıklık ve bizle bağdaşmayan özentilikle bezeli. Anlayacağınız nefes almaya fırsat vermeden gözümüze sokulan dizi dizi reklamlarla içimizi baydıran… Dört koldan magazin haberleriyle coşturulmaya çalışılan… Ve sanki milletin hiç derdi yokmuş da üç yıldır yolunu gözlüyormuşçasına sunulan Meryem Uzerli isminin dayatmacılığına odaklanarak ekrana taşınan dizi, senaryo açısından hiçbir orijinallik-yaratıcılık vaat etmeyen bir iş olduğunu ilk andan gösterdi. Dahası onca reklam bombardımanına karşılık alınan sonuç da meydanda… Totalde dokuzuncu, AB’de sekizinci!
Bu sonuç değişir mi, durum iyiye gider mi? Şayet senaryo bazında değerlendirme yaparsak, normalde şu haliyle iyiye gitmesi imkânsız. Ayrıca senaryo sağlam olsaydı, vereceğim cevap da zaten belliydi… Kesinlikle böyle bir sonucu hak etmedi diyerek gerekçelerini sıralardım. Ancak orta yerde senaryonun oradan buradan esen havasıyla yarattığı klişe, ‘Gösterişli olsun da duygusunu boş ver’ mantığı ve ‘Reyting bu, belli mi olur? Tıpkı değerlendirme şirketlerinin puanlaması veya filmlere dağıtılan yıldızlarınki gibi çarklar işleyince her şey olabilir’ gerçeği durduğundan… Devreye girebilecek faktörler ve cevap da belirsizleşiveriyor.
Hal böyleyken reytingleri bir yana bırakıp ‘Gecenin Kraliçesi’ne dönersek, ‘İçi kof olan bir işe dünyanın reklamı dahi yapılsa kâr etmez’ dedirtir nitelikte olduğu kesin! Şimdi bu saptamayı neye dayanarak yaptığımızı detaylandıralım.
HÜRREM’DEN MEDET UMAN DİZİNİN VAROLUŞ MANTIĞI YANLIŞ
‘Sabır, mecbur olmadığımız şeyleri yaparken öğrenilir’ diyen Aziz Baba karakteri sayesinde bir parça iş yapar hale gelen ‘Gecenin Kraliçesi’nde en önemli sorun dizinin varoluş mantığında! Büyük paralara karşın bunun hakkını veremeyen bir yapım kıvamında karşımıza gelen dizi, baştan sona Meryem Uzerli için yaratılmış kokusunu yayıyor ortalığa. Yani bu kadarı da fazla.
Belli ki bir şekilde parlamış isimlerin üstüne oynamanın artık eskisi kadar avantaj sağlamadığı görülememiş. İnsanların ilk an merakıyla biraz ilgi gösterip sonrasında içeriği rutinin ötesine geçemeyen ve kendisine hitap etmeyen işleri, oyuncusu kim olursa olsun, boşladığı gerçeği umursanmamış. İlle de Meryem Uzerli’yi parlatacak bir iş derdine düşülmüş. Hürrem’le yabancıların ilgisini çeken Uzerli’yi oynatmak kaygısıyla yaratılıp ‘Üç sezonluk ara bitiyor’ vurgusuyla sunulan dizide, senaryo da bu bağlamda arka plana atılmış, foslaşmış haliyle.
Ayrıca ‘Gecenin Kraliçesi’ yaratıcılarının görmek istemediği bir diğer detay, ilk ekrana çıktığı balıketli günlerin güzelliğini mumla aratır hale gelen Uzerli’nin ‘Hürrem’ imajından kurtulamadığı! Hasta yatağındaki babamın bile, Selin’in ‘Sakın bir daha karşıma çıkmaya kalkma’ diyen sesini duyup ‘Hürrem yine mi başladı’ tepkisini vermesine sebep olan Meryem Uzerli’nin, gerek yorumu gerekse konuşmasıyla Hürremlikten sıyrılması, farklı algılanması kolay değil zaten. Çünkü onca zamanın Harem kavgacılığını izlemenin ardından insan ister istemez her an ‘Sülümannn…’ diye bağıracakmış hissine kapılıyor.
Bu nedenle yarı Fransız karakteriyle hiç bağdaştıramadığım… Hatta parfüm imalathanesi, komşunun kahve ikramı, Kartal’la yakınlaşması ve dahi Karadeniz etabına kadar cümle sahnelerinde fazlasıyla zorlama ve abartı hissettiğim Selin’i izlerken ‘‘Acaba dublaj yapılsa, Meryem Uzerli’nin yeni rolünü benimsememiz adına daha mı iyi olurdu’’ diye düşünmeden edemedim doğrusu. Gerçi o da ayrı sırıtırdı ya neyse. Tabii işin bir de senaryo ayağı var…
‘MUCUK MUCUK’ SENARYO, MANTIK HATASIYLA DOLU
‘Acı Aşk’ misali öykü tabanını; yılda bir kez gerçekleşen açışını Kartal’a denk düşüren ‘Gecenin Kraliçesi’yle romantikleştiren sera sevişmesi ve bol öpüşmesiyle destekleyip izleyicinin beğenisini kazanan oyuncularla işi kotarmaya çalışan yapımın senaryosuna ne kadar hoşgörüyle bakarsak bakalım bir dizi mantıksızlık sergilendiği gerçeğini göz ardı etmemiz mümkün olamıyor ne yazık ki! Bunun için ilk bölümün ayrıntılarına inmek yeterli.
Şimdi ‘Gecenin Kraliçesi’ dizisinin Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi bölgelere pazarlanacağı üstünde durulup iç piyasadaki getirisinden ziyade buralara güveniliyor ya… Ben buradaki çelişkiye şaşıp kalıyorum doğrusu. Zira 30 yıl öncesinin yağmurlu ve bir garip gizemli gecesinden başlayarak, temiz Türkçeli Aziz Reis’in Osman’la birlikte Mustafa’yı öte tarafa yollayışı ve Kartal’ı yanına alışıyla açılışını yapıp 30 yıl sonrasının Grasse şehrine giderek Fransız havasını atan dizinin ilk bölüm senaryosu, ‘Yakalarsam mucuk mucuk yaparım’ mantığındaki sahnelerden ibaret. Demek ki tutucu sandığımız o bölgelerde bacak şov, derin dekolte ve bol mucuklu sahneler yadırganmıyor, rağbet görüyor. Mümkündür.
Bu çelişkiyi düşündüren dizinin karakterleri de bir garip. Ayaküstü ‘Yalnızlığın kokusu’ parfümünü yapacağını söyleyip bu konuda üç beş kelam eden, sonra da aşkın parfümünü jet hızıyla üreten Selin sayesinde parfüm kültüründen ne denli Fransız olduğunu ortaya koymanın yanı sıra özentiliğini de ilk andan saptayan içerikte ‘kadın’ olgusu da tam anlamıyla erkek bakış açısına emanet. İş toplantılarının kaytarmacı yüzünü gösteren Kartal-Emre ikilisi üstünden erkeklerimizin ‘yabancı kadın-kolay kadın’ mantığını açığa çıkartarak Güney Fransa macerasını sürdürürken, bir görüş bir bakış Kartal’la işi pişiren ve nokta atışıyla bebeği yerleştiren… Öykünün Karadeniz ayağında da doktorculuk oynadığı Aziz Baba’ya kancayı atıveren Selin’in ‘kolay’lığıyla, kadını aşağılayan yön iyice ortaya konmuş.
İnandırıcılıktan uzak bir karşılaşma sahnesi ve aynı yapaylıktaki iş toplantısıyla ilerleyen senaryodaki zayıflık bundan ibaret değil tabii… Hürrem tarzı konuşmasıyla Kartal’a haddini bildiren Selin’i buğulu görsellikle Afroditleştirmeye çalışıp ‘Ortalıkta fink atan bir adam nasıl bir anda kapılıverir’ sorusunu akla düşürmenin ardından ‘karalahana çorbası’ saçmalığından itibaren iyice dibe vurmakta. Selin’in üç-beş damlayla şıpınişi parfüm yaratıp, onca karışımlar deneyip emek harcayanlara adeta hakaret etmesi gibi, otelde kalan Kartal efendi de bir çırpıda evini bulduğu Selin’in annesine karalahana hazırlayıveriyor. Bu nasıl bir komedi? Ama bu aşamada asıl garip olan Selin’in aksanlı Türkçe konuşup devamında bülbüle dönen annesinin, dükkânda görmenin dışında tanışıklığı olmayan bir adamı baharatlı çorba uğruna evine buyur etmesi. Gel de inan bu gidişata. İnanılmazlıklar bununla da sınırlı kalmıyor ki! Fransız kadınlarının hafifliğini katmerleyerek yol alan senaryonun mantıksızlıkta hız kesmeyip, Karadeniz tesadüfünün ardından bir de Kartal’ın babasının katili Osman’la yol kesişmesi yaratmasını, ‘Dünya küçük’ deyip geçsek de yılların yarattığı mantık akla takılıyor.
Osman 30 yıl önce yurt dışına gidiyor. Şarlot Hanım’la evlenip Selin’i yapıyorlar. Sonra 23 yıldır kayıp olduğunu öğreniyoruz Osman’ın. Hemen tanışıp çocuk yaptığını düşünsek bile Osman ortadan kaybolduğunda Selin olsa olsa altı yaşındadır ancak. Peki, bu durumda nasıl olup da babasının kahve içişinden huyuna suyuna, söylediklerine varana kadar ince detayları hatırlayabiliyor? Dahası hem Selin, hem de Şarlot nasıl böyle güzel Türkçe konuşabiliyor? Grasse şehrinde Türk Okulu mu var da onca yıla rağmen Osman’dan öğrendiklerini unutmamışlar, üstelik de geliştirmişler? Tabii burada Kartal’ın da hafızasını alkışlamak lazım. O da 30 yıl öncesinde 4-5 yaşındaki çocuk haliyle babasının kaygılı yüzünü aklında tutabilmiş. Güldürmeyin insanı. Hele Karadeniz’deki can ciğer aile tablosu tam komedi ama ne diyelim.
Gelelim, mertlik-hainlik üstüne konuşmasıyla yüzünü gösterip ardından ağır abi sözleriyle ders verici kimliğini ortaya koyan ve Uğur Polat’ın yeteneği sayesinde parlayıp diziye can veren Aziz Baba’nın yansıttığı ‘erkek’ profiline… Erkeklerimizin ‘yabancı kadın’ düşkünlüğünü tarihten günümüze taşıma görevini üstlenerek ‘Muhteşem Yüzyıl’dan sonra burada da bir ‘aslan parçası’ çıkartan dizicilerimiz, evli olduğuna aldırmadan Selin’i bir çırpıda yatağa atan Kartal’ın ardından, yıllardır yasını tuttuğu karısını bir bakışla unutan Aziz Baba’yı da Selin’e âşık eder. Gel gör ki buradaki aşk, karısıyla birlikteliğini vefa borcu yüzünden sürdüren Kartal’ınkinden daha da çirkindir. Çünkü Aziz Baba, çocukluk arkadaşı Osman’ın kızı olduğunu bile bile, kızı yaşındaki Selin’e sulanmıştır. Tabii aynı çirkinlik buna izin verip ‘Görünüşü reklamdakilere hiç uymuyor. Bu bakımsız saçlardan kurtulayım’ diyerek İstanbul’a pırıl pırıl gelen Selin’de de mevcuttur. Hangi dürüst kadın babasının arkadaşına pas verir, değil mi?
Öte yandan evli erkeklerin çapkınlıklarını hoş gösteren konuşmaların gırla olduğu yapımda, Hakan’ın garsoniyerini umursamayan karısı, Kartal’ın boşanmamak kaydıyla istediğini yapmasına izin veren Esra… Hepsi de kadını ezikleştiren, çıkarcılaştıran ve ‘çok eşlilik’ olgusunu kabule hazır gösteren mantık ürünleri olarak dikkat çekici detaylar.
Sonuçta; Mantık çarpıklığı ve kusurları say say bitmez kıvamında yansırken ‘Vefanın diyetinin aşktan vazgeçmek olduğunu’ söyleyen dizi, reytingin diyetinin ‘ahlaklı ve mantıklı senaryodan vazgeçmek olduğu’ mantığını hatırlatarak ve Meryem Uzerli’nin Hürrem popülaritesinden faydalanmak gayretiyle geldi karşımıza.
Gel gör ki amaç, kaliteli bir senaryo ortaya çıkartıp ona uygun oyuncu bulmak olmayınca… İlaveten başka senaryolarla çağrışım olumsuzluğu doğunca ‘Gecenin Kraliçesi’nden geriye ne koku ne de güzellik kalıyor. Akılda bıraktığı iz ise tıpkı, eksantrik bir etki yaratmak için tercih edildiği belli olan isminin sahibi çiçek gibi kısa ömürlü oluyor. Ekran ömrünün, onca iç-dış destekle ne kadar olacağıysa bizi bağlamaz. Emek verip ekmek bekleyenler var ne de olsa!
Anibal GÜLEROĞLU