Ancak gün güne bağımsızlığını ve tadını yitirdiği, insanların bakış açılarını klişeleştirip sosyallikten uzaklaştırdığı gerçeği de inkâr edilemez. Dahası televizyonun sunduğu hayal ve duygu dünyası oldukça sınırlı. Buna karşılık sinema alabildiğine sınırsız bir yapıya sahip. ‘Sinema; duygular, düşler ve içgüdü dünyalarını anlatmak için en iyi araçtır’ demiş sinema tarihinin en etkili yönetmenlerinden olan İspanyol Luis Bunuel.
Gerçekten de televizyonun olmadığı devirlerde insanlara kurguların büyülü atmosferini yaşatan sinema dünyasının bu özelliği, günümüzde daha çok hissedilmekte. Zira gelişen teknoloji sayesinde film yapmak eskiye kıyasla katbekat kolay. Hele her biri film kadar süren, hatta daha da uzun olan dizilerimizin çalışma temposuna alışanların emek verdiği ülkemiz için çocuk oyunu film üretmek. Nasıl ki, 2016 yılına ‘Kocan Kadar Konuş: Diriliş’le başlayan yerli yapım sektörü, bu maharetini 141 filmle göstertti. Yaz aylarında hız kesen yerli yapımların senenin sonuna yaklaşılmasıyla birlikte akın ettiği vizyonun ötesinde de çekilmiş filmler muhakkak ki mevcut. Ancak tıpkı ekran şansı bulamayan dizi projeleri gibi filmlerin başında da gösterime girecek salon sorunu bulunduğundan her yapımın seyirciye ulaşması mümkün olamıyor. Öte yandan beyazperdemizde yerini alan yabancı film sayısı da bir hayli bol. Tüm bu bollukta önemli olansa, gerçekten ilgi çekici olan yapımları bulabilmek! Nitekim bu hafta da ilgi çeken, ciddi anlamda sinemasal özellikler taşıyan iki yapım mevcut. Bunlardan biri Yeşim Ustaoğlu imzalı ‘Tereddüt’… Diğeri de Gareth Edwards'ın yönetmenliğini üstlendiği ‘Rogue One: Bir Star Wars Hikâyesi’.
FUNDA ERYİĞİT’İN CESUR SAHNELERİ ‘TEREDDÜT’TE…
Uzun bir çekim süreci, film-yönetmen-kadın oyuncu dallarında ödüllerle taçlandırılan emek ve seyirciyle buluşma… Evet. Eski yılı ardımızda bırakırken beyazperdede bir yerli şölen olarak boy gösteren ‘Tereddüt/Clair Obscur’, Yeşim Ustaoğlu’nun içinde bulunduğumuz muhafazakâr ortama rağmen kadın gerçeklerini alabildiğine çıplak bir dille anlatmaktan çekinmediği; Funda Eryiğit’in de cesur sahnelerde tereddüt etmediği başarılı bir iş olarak nihayet vizyonda.
‘Küçük Sırlar’ dizisinde Demir’in kardeşi Meriç olarak karşımıza gelen Ecem Uzun’a 2016 Uluslararası Antalya Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandıran ‘Tereddüt’, az konuşan ama çok şey söyleyen bir film. Dalgaların dövdüğü kıyı görüntüleriyle açılışını yaparken erkekler tarafından sürekli darbe alarak aşınan kadın kimliğini çağrıştıran yapımda, toplumun hangi kesiminden olursa olsun kadının, cinselliğe ve bencilliğe odaklı erkekler karşısında ezileceği gerçeği vurgulanmakta. Bu bağlamda Funda Eryiğit’in canlandırdığı Pisikiyatrist Şehnaz ile Ecem Uzun’un yansıttığı çocuk gelin Elmas’ın yaşadıkları öne çıkmakta.
Yorgunluktan ve yoğun çalışma temposundan bitik düşüp, tayinlerle aileden kopuk hayat yaşamak zorunda kalan doktorların dünyasını yansıtarak yüzünü gösteren Psikiyatrist Şehnaz, bana göre filmin en ilgi çekici yönü. Zira kırsala kıyasla erkek karşısında daha dik durduğu düşünülen modern kadının yaşadığı sorunları anlamak adına oldukça başarılı bir karakter. Görünürde aşk ve coşku dolu evliliği olan bir kadın konumunda. Nitekim iş gereği araya giren mesafeleri internetin yarattığı avantajla kapatma eylemlerini sanal seksle örnekleyip, güçlü kuvvetli kocasına hevesle koşan Şehnaz’a baktığınızda ilk etapta hiçbir olumsuzluk göze çarpmamakta. Ta ki ‘Muhteşem Yüzyıl-Kösem’de Derviş Mehmed Paşa olarak izlediğimiz Mehmet Kurtuluş tarafından canlandırılan kocası Cem’in porno izleme merakına şahit olana dek. Kocasına ayak uydurmaya çalışırken bir yandan kendi mutsuzluğunu bir yandan da evliliğindeki bastırılan duyguların patlamasını öteleyen Şehnaz’ı benzeri karakterlerden öteye taşıyansa Funda Eryiğit’in oyunculuğu kuşkusuz.
‘Karadayı’, ‘Poyraz Karayel’ derken bir kez daha güçlü olmaya çalışmakla birlikte iç dünyasında fırtınalar kopan hüzünlü bir kadın tablosu sunuyor bize. Yanı sıra dizilerde asla göremeyeceğimiz cesur sahneleriyle de, yatak olaylarında yerli oyuncuların yabancılar gibi performans sergileyebileceğini ortaya koyuyor. Hani Poyraz Karayel, ‘O iş öyle olmaz’ diyerek eleştirmişti ya, dizideki Eda’nın sevişmeden çıkmış gibi oyun etmesini… ‘Tereddüt’teki Funda Eryiğit’in Şehnaz’ı ,alabildiğine doğal bir çıplaklıkla ve rahatlıkla sunuyor kadın-erkek ilişkisindeki evreleri! Gerek porno saplantılı kocasını memnun etmeye çabaladığı sahneler, gerekse Okan Yalabık’la sevişmesi, oyuncunun ikilemde kalmış kadın hallerini yansıtma becerisini cinsellikle harmanladığı anlar. Eminim Funda Eryiğit’in ‘Tereddüt’teki cesur sahneleri, kadınların psikolojik dünyasından ziyade bedenlerine ve cinsel sunum görselliğine yoğunlaşan erkeklere daha çok hitap edecektir.
Kadınların istismarını ve duygusal-bedensel ihmallerini iki farklı yaştan ve kitleden karakterle ortaya koymaya odaklanan ‘Tereddüt’teki Elmas deseniz, okuldan eve döndüğü bir gün annesinin ‘Artık okula gitmeyeceksin’ sözüyle gelin olacağını öğrenen ve yaşını büyüterek kızını yağlı kısmete verecek kadar evladını ‘mal’ gibi gören baba baskısıyla, çocuk yaştaki kızı kendilerine köle etmekte sakınca görmeyen koca ve kaynanaya kurban edilenlerin temsilcisi… Onun görevlerle dolu hayatında yegâne özeli, tek başına kaldığında tüttürdüğü sigarası. Serkan Keskin’in canlandırdığı kocadan tiksinen, tecavüze dönüşen cinselliği konuşmaktan utanan Elmas, kapalı kapılar ardında yaşanan dramların özetlenmiş hali.
Bunların ötesinde iki kadının yollarını kesiştiren adli vakadan açığa çıkan psikiyatrik çözümlemelerle olayları irdeleyen ve dahi cinsiyet değiştirip erkek olmak isteyen kızların dünyasına da pencere açan ‘Tereddüt’ün izlediği yol da, bana göre hayli gerçekçi. Çünkü yaşamdaki kadınlar da benzer durumda. İçine girdikleri kısırdöngüde ruhsal çöküntü yaşarlarken, erkeklerin şiddetinden korunmak veya onları hoşnut etmek kaygısıyla cinselliklerini kullanma açmazında bocalamaktalar. Bu durumu sinemada en dikkat çekici ve akılda kalıcı biçimde yansıtmanın yolu da, çıplaklıkta sakınca görmeyen ve cinsellikten utanmayan mantıkla yaratılmış, görselliğe ağırlık veren yatak sahnelerinden geçer. Aksi takdirde söylemlerden ibaret saptamalar çarçabuk unutulup gider.
Sonuçta; Yeşim Ustaoğlu’nun kendi tarzıyla huzurumuza getirdiği ‘Tereddüt’, tereddüde düşmeden izlenebilecek bir yerli yapım. Gerek sinemamızın başarabileceklerini görmek… Gerekse kadının, hangi kültür yapısından olursa olsun, erkek baskısı ve şiddeti karşısında farksızlaştığı gerçeğini hissetmek adına tavsiye edilir. Tabii bir de Funda Eryiğit’in cesur sahnelerini görmek için! İyi seyirler…
ROGUE ONE: BİR STAR WARS HİKÂYESİ ‘UMUT’ VERİYOR
Star Wars, 1977’den bu yana dünya çapında popüler kültür fenomenine dönüşmüş bir çalışma. James Bond ve Harry Potter serilerinin ardından en çok hâsılat yapmış üçüncü film serisi olan ‘Yıldız Savaşları’, yıllar boyu farklı bölümlerle yüzünü gösterdi. Tabii her seferinde de meraklıları tarafından ilgiyle karşılandı. Dolayısıyla koca bir sektöre dönüştü. Kuşkusuz her filmi mükemmel değildi. Ama yine de ilgi çekicilikten ödün verilmemişti. Hepsinin ortak noktasıysa, GÜÇ denilen tüm evreni kapsayan enerjinin iyilerle kötüler arasındaki kullanımından türetilen özgürlük ve baskı mücadelesi olmuştu.
Nitekim basın gösteriminde izlediğim ‘Rogue One: Bir Star Wars Hikâyesi’ de bu çerçevede yaratılan bir iş. Lakin bu kez Star Wars klasiklerini destekleyen ama Skywalker hikâyesiyle bağlantılı olmayıp evren içinden yaratılmış bağımsız bir öykü serisinin başlangıcı var karşımıza. Yine de Star Wars serisinin bildik aksiyon tadı ve İmparatorluğun en büyük imha silahı projesi olan ‘Ölüm Yıldızı’ noktasında bir kesişme mevcut.
Gareth Edwards yönetmenliğindeki yapım, çok uzun zaman önce çok uzak bir galaksiden seslenmekte seyircisine. ‘Ölüm Yıldızı’ projesinin mimarı olan Galen Erso’nun saklandıkları yerde kendilerini bulan ve huzuru korkuyla karıştıran İmparatorluk komutanı Krennic’le karşılaşmasından açılışını yapan film, Güç’e güvenmesi tembihlenen Jyn’in kaçmasıyla 15 yıl sonrasına uzanmakta. Tüccar Kasabası’ndaki ortamı yansıtıp bir pilotun İmparatorluk’tan iltica etmesiyle esas öyküye dalan yapım, bu noktadan itibaren büyümüş Jyn ile ‘İsyanlar umuda dayanır’ diyen isyancıların işbirliğinden yol almakta. Hedef ise gezegenleri yok edecek silahın planlarına ulaşıp İmparatorluk’la mücadele etmek. Bunun nasıl olduğuysa filmde…
İngiltere, İzlanda, Ürdün ve Maldivler gibi yerlerde kurulan gerçek setlerle çekimlerini Pinewood Stüdyolarının dışına da taşıran ‘Rogue One: Bir Star Wars Hikâyesi’nde bundan ötesi ne derseniz… Bu tarz yapımlardaki aksiyon sahneleri bana her daim bilgisayar oyunu hissi vermiştir ve yapay bulmuşumdur. Ancak buradaki insancıl yön, görsel efektlerin gücünün üstünde olduğundan benzer bir yapaylığın ortaya çıkmadığı kesin. Özellikle de felsefi yönleriyle sunulup konuşturulan karakterler açısından! Yanı sıra Asiler Birliği’ne sadık hale getirilmek üzere yeniden programlanan ve sözünü sakınmadan her konudaki fikrini beyan eden K-2 isimli droidi de çok özgün ve sevimli bulduğumu söyleyebilirim. Onun kendini insanlarla kıyaslaması, duygusal yaklaşımları ve eğlenceli hali ‘Rogue One: Bir Star Wars Hikâyesi’ adına artı puan. Ayrıca bir nevi canlı yalan makinesi vazifesi görüp yan etki olarak, uygulanan kişiyi, aklını yitirmeye meyilli hale getiren Bor Gullet denen yaratık da hoşuma gitti. Hele Çin’in en popüler aktörlerinden olan Donnie Yen tarafından canlandırılan kör keşiş Cirrut harikaydı diyebilirim. Gerek bilgeliği, gerekse dövüş sahneleri filme müthiş ivme kazandırmış. Tabii bunda Donnie Yen’in dövüş sanatlarındaki gerçek uzmanlığının payı büyük.
Neticede; ‘Rogue One: Bir Star Wars Hikâyesi’, Asiler Birliği’yle kendi hırslarını İmparatorluk kararlarından üstün tutarak ‘Ölüm Yıldızı’nı devreye sokmak isteyen Krennic arasındaki mücadeleyi, ‘baba-kız öyküsü’ çerçevesinde geliştirerek yok oluştan varoluş yaratan… Ele geçen ‘Umut’ sayesinde yeni ve bağımsız seriyi başlatan çok katmanlı bir film!
Bağımsızlıkları kısıtlayan ve kendi iktidarları için halka zulmedenlere karşı mücadeleler şehit vermeden kazanılmaz dercesine, ele geçen ‘Umut’la asilerin yolunu açan bu öykünün ‘Star Wars’ serisi meraklılarını tatmin edeceği de kesin. ‘Umut, uyanık insanların rüyasıdır’ demiş ya Aristoteles… İşte o hesap!
Anibal GÜLEROĞLU