Hayatımın aşkı olmak kolay mı?

Şimdi bizde adettendir, bir şeylerin kuyruğuna takılıp gitmek. Romantik komediler de öyle.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Günümüz insanının duygusal yaklaşımları eskilerden çok farklı. İlişkilerin gelişimi de bununla paralel olarak bir garip olmakta. Hızlı yiyecekler ve abur cuburlarla beslenmekten doğru düzgün sofra adabının unutulması gibi, internetin geliştirdiği sanal âlem yapaylığıyla bütünleşenlerin gerçek hayatta kurdukları birliktelikler de türlü hesapçılıklara, hoppacık pukkacık şamatacılığa dayanmakta. Bundan dolayı, ortalık aşktan geçilmiyor ama kadınından erkeğine özveriye dayanan ve samimiyetle yaşanan ciddi aşklar mumla aranır durumda.

Nitekim peş peşe gelen ünlü evliliklerine, iki günden gelişen büyük aşklara, beylik sözlerle ilan edilen sevdalara, birlikteliklerin samimiyetine inanmak da eskisi kadar kolay değil. Çünkü televizyondaki evlilik programlarından da çok rahat gözlemleyebileceğimiz üzere, bir görüş bir bakış birbirlerine ‘Hayatımın Aşkı’ diyenler… Akıllarına takılan kişiyi elde etmek için bin bir numara çevirenler… Rakiplerini devre dışı bırakmakta ustalık sergileyenler, üç gün sonra ufacık bir zorlukta veya daha iyi bir seçenek bulduklarında, ‘Aşkımız bitti’ mazeretiyle yolları ayırıveriyor. Yani çağımızın aşkları bu kadar basit, ilişkileri bu denli pamuk ipliğine bağlı. Tabii bir de ‘Hayatımın aşkını bulabilsem’ diye ortalığa dökülüp eli boş kalanlar var… O da ayrı. Peki ya, dizi dünyasında ‘Hayatımın Aşkı’ diyerek ortaya çıkanların hali pürmelâli nasıl? Hayal kırıklığı mı yoksa baş tacı mı?

ROMANTİK KOMEDİ Mİ, KOMİKLEŞME ÇABASI MI?

Şimdi bizde adettendir, bir şeylerin kuyruğuna takılıp gitmek. Romantik komediler de öyle. Komik olmakla, komik olmaya çalışmak arasındaki büyük farkı atlayan romantik komediciler, başrollere özellikle de kadın karaktere aşırı yükleniyorlar. Yersiz şapşallıklar ve sakarlıklarla donatılan baş kadını öyle bir tipe sokuyorlar ki, sergilenen aşırı mimikler, gereksiz hareketler bir süre sonra karakteri iyice bozar hale geliyor ve yapılmaya çalışılan romantik komedi olayı, güldürmek yerine sıkmaya başlıyor.

Yanı sıra romantik komedilerin vazgeçilmezi haline gelen bir bıktırıcılık da, baş kadının kendi kendini tanımlama, duygularını aktarma safhasında yaşanmakta. Baş kadının, büyük cümlelerle sanki dünyanın yükünü omuzlamışçasına hayattaki konumunu, şanssızlığını aktarması izleyiciyi etkileyebilecek bir marifet sayılıyor. Şanssızlık demişken, romantik komedilerimizin kopyacılık imajını doğuran klişelerinden biri de bu… Yani erkekten yana yüzü gülmeyen baş kadına yakıştırılan ‘kötü şans, lanet, uğursuzluk vs’ etiketleri! Herkes bunları malzeme yapıyor. Arkadaş gruplarının cümbüşüyle soslanan ‘Romantik Komedi’ serisinde, kocası kadar konuşanların kadınsı temaşasında aynı dilin kullanılmasıyla öyle çok karşılaştık ki bu tarz içeriklerden duyacağımız bir heyecan, alacağımız farklı bir tat kalmadı artık.

Sonuçta; Daha taze taze ‘Tatlı İntikam’da önümüze konan bu söylemin aynı kanalın, aynı türden bir başka işinde yeniden servis edilmesi, otel zinciri-yemek sektörü-moda dünyası-reklam şirketi gibi sektörlerde ‘patronuna vurulan kız-havalı takılan taş patron’ muhabbetiyle komikleştirilmeye çalışılan romantik komedi olayına ne denli dar çerçeveden ve pratik yaklaşıldığının en bariz göstergesi. Buna rağmen komikleşme çabasının bize dayattığı bu kısır döngüden istenen verimlilik elde edilebilir mi? Avantajlar yerli yerinde kullanılırsa, tabii ki!

‘HAYATIMIN AŞKI’NIN ÖNÜNÜ AÇAN AVANTAJLARI…

Ekranın son haline bakıyoruz… Alaminüt ve birbirine benzer içeriklerle yaratılan romantik komedilerin, diğer kapsamlı dizilere oranla daha çok izleyici çektiği gerçeğinden alabildiğine faydalanmak isteyen kanallar birer birer ellerindeki aşk meşk yapımlarını ekrana dökmeye başladılar. Yazdaki başarı oranlarına göre yeni sezonda da boy gösterme şansına sahip olacak diziler arasındaki yarış bu yüzden sezon içindekini aratmayacak boyutta.

Nitekim sezon sonu atağıyla yaza yatırım avantajı sağlamayı ‘Tatlı İntikam’ ve ‘Hayat Şarkısı’ gibi yapımlarla başaran Kanal D’nin yeni dizisi ‘Hayatımın Aşkı’ da bu mantıkla yola erken koyulanlardan… Ne de olsa erken kalkan yol alır derler. Lakin rekabetin böylesine bol olduğu yerde her erken yola çıkanın ilerleyebileceği, ayakta kalabileceği de garanti değil. Dolayısıyla senaryosu Ekin Atalar ve Gökhan Horzum tarafından kaleme alınan, yönetmen koltuğunda ‘Romantik Komedi’ filminden Hakan Kırkaviç(Ketche) oturduğu, Hande Doğandemir-Serkan Çayoğlu-Berk Hakman üçgenindeki ‘Hayatımın Aşkı’nın ilk bölüm performansı ayrı bir önem taşıyor. Burada üstünde durulması gereken konu da, dizinin ilgi görmesini destekleyici avantajlarının neler olduğu... Etkenleri kısaca sıralayalım.

Sonuçlar, tekli hanelerde gelse bile, hâlihazırda ‘Survivor’ dışında dizi açısından dişli rakip olmadığından ‘Hayatımın Aşkı’nın Pazar gecesinde yayınlanması dizi performansını etkileyen; onun hayal kırıklığından ziyade baş tacı olmasının yolunu açan birincil unsur.

Ahmet Kural, Murat Cemcir ve Ayhan Taşın mizahıyla ilk bölümünü renklendirip ekstra avantaj yaratan yapıma izleyicinin yönlenmesindeki ikinci etken, ekranda yer bulmuş diziler içinde ilgi çeken yüzlere kadrosunda yer vermesi! Hande Doğandemir, yine bir Gökhan Horzum işi olan ‘Güneşi Beklerken’den bu yana takipçilerine kendini sevdirmiş bir isim. Gerçi, daha önce rol aldığı ‘Racon’ yeterli ilgiyi görememişti ama bu durum onun varlığının ötesinde, dizinin genel anlatım diliyle ilgiliydi. Doğandemir’e eşlik eden Berk Hakman deseniz, varlığıyla başlı başına avantaj. ‘Kiraz Mevsimi’nde, romantik komedi jönü olma konusunda tecrübe kazanıp epeyce de hayran toplayan Serkan Çayoğlu’nun cazibesini de avantajlar listesine ekliyoruz haliyle… Sözün kısası, ‘Çılgın’lıktan vazgeçmeyen Yonca Evcimik, her rolün adamı Zafer Algöz ve Zeynep Eronat başta olmak üzere dizinin kadrosundakilerin cümlesi kendilerini izletmeyi başaran oyuncular. Hal böyle olunca, canlandırmalar öne çıkıyor ve senaryonun önemi de ikinci plana itiliyor sonuçta.

İlişkinin adını koyma aşamasında ‘Sen benden daha iyilerine layıksın’ teranesiyle karşılaşmanın türlü hallerini sunarak, aşk hayatı ‘Titanic’ten hallice, iş hayatı ondan da beter olan junior yazar Gökçe’nin erkek avlama öyküsündeki bir diğer avantaj; dizideki diyalogların algılara hitap eden akılcılıkta yazılmış olması. Yani izleyici, koşuda komik biçimde hile yapıp zekâmızı test eden… Büyük patrona asansörde ayaküstü Demir’le ilgili bir yığın laf sıralayan… Brunch’ta küçük çocukla çekişmeye tutuşan… Hırsız bahanesiyle sorgusuz sualsiz kask fırlatacak kadar yoldan çıkan Gökçe’nin cümlelerinden kolayca kendine pay çıkartabilir. Eh, bunca avantajla da izleyiciye ‘Hayatımın Aşkı’ dedirtilir elbet.

‘HAYATIMIN AŞKI’ İLE AŞKIN ŞİFRESİNİ ÇÖZMEK…

Çileli hayatının özetini, arkadaş düğünündeki yalnızlık tablosuyla sunarak başlayan ve 11 yaşındaki çocukla dansa kadar düşen Gökçe’nin mağduriyetini dillendirerek gelişen dizinin ilk bölümüyle bize ne verdiğine gelince…

Senaryonun, öyle büyük gizemler veya duygu karmaşalarıyla ilgilenmediği meydanda. Öykü çıkışının temelinde, 30 yaşına gelmiş olmasına rağmen parmağına yüzük takacak bir erkek bulamamış kadınların ‘Evde kalma’ korkusunu ve göze kestirilen ‘en iyi’yi kafeslemek için aşkın şifresini çözme formüllerini komedileştirerek yansıtma amacı yatmakta… Ki filmlerden dizilere, cümle romantik komedilerin özü de bu mantığa dayalı!

İzlenecek yol deseniz, o da belli bir klişe. Zengin erkeği kafeslemek isteyen evde kalma korkulu kız, alabildiğine sarsaklık ve şapşallıkla ortalıkta dolanır… Çevresindeki yapay kadınlardan bıkmış olan zengin adam da onun bu doğallığına vurulma evresine girip dönüşmeye başlayarak, işini gücünü ve eski hayatını boşlar… Ayağına gelen bu fırsatı ganimet bilip, romantikleşmek yerine komikleşen aşkın şifresini çözmenin peşinde koşturur. ‘Aşkın şifresini çözmek kolay mıdır’ derseniz…

‘Hayatımın Aşkı’ndaki Gökçe’nin, 30-40 yaş bandındaki erkeklerin ya başka kadınlar tarafından kapıldığını ya da sorunlu tipler olduğunu dile getirerek evlilik olayını ‘erkek kapma’ bazına indirgeyişini düşünürsek, günümüzdeki aşkların şifresini çözmenin hiç de zor olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü bu tür hesapçı yaklaşımların gerçek aşk kavramını öldürdüğü kesin. Hal böyleyken, dizideki aşkın şifresinin çözümü için çok kafa patlatmaya gerek kalmıyor. Zaten ‘Hayatımın Aşkı’nın yalnız-mutsuz ve bozuk arabalı kadın karakterinin tip tip aile fertleriyle buluşan öyküsü de bunu ilk andan itibaren ortaya koydu.

Neticede diyeceğim o ki; Tek başınalığı kedilerle buluşturan… Reklam şirketlerinin rekabetçi ve hırslı ortamındaki fikir hırsızlığını, açıkgöz olanın ilerleyeceğini Eylem karakteriyle sunan… İş dünyasındaki kadınların topuklu ayakkabıların tepesinde ve daracık kıyafetlerin içinde çile çekişlerinin arka planında ‘erkeklere kendilerini beğendirme’ gayretinin yattığını gösteren… Tohum Otizm Vakfı’na bağışçılığı özendirerek sosyal sorumluluğu yerine getiren… İnşaat reklamında çocuk kullanmanın doğru olmadığını vurgulayarak, çocukları ilgilendirmeyen ürünlerin reklamında çocukların çekiciliğinden faydalananlara mesaj gönderen ‘Hayatımın Aşkı’, tüm klişelerine ve öykü basitliğine karşın, yaz aylarının Pazar gecelerini şenlendirme ve zirveye yerleşme kapasitesine sahip bir iş.

Ancak ‘taş ötesi varlık’ olarak sunulan Demir ile onunla hayallere dalan Gökçe arasında gelişebilecek aşkta büyük beklentilere girmek, şifre filan aramak boşuna. Şifre olsa olsa Berk Hakman’ın canlandırdığı Kaan karakteriyle çıkar karşımıza… Ki, bu karakterin senaryo gidişatını da şu aşamada değil ilerleyen bölümlerde değerlendirmek mümkün. Zira hamileliğine rağmen fit kalmayı başarmış abla, aynı anda birden çok erkeği parmağında oynatabilen küçük kız kardeş, kendini büyük ressam sanıp kapris yapan anne, çılgın teyze ve diş bakanı babadan oluşan aile tablosunun(buraya bir garip erkek kardeşi de ilave etmek lazım) kıskacında kalan Gökçe’nin tüm eylemlerinin odak noktası, Demir tarafından ‘Bir gün fark edilmek’! O da olur elbet. Hoş, ‘en’lerle donatılıp Kaan’ın önüne geçirilen Demir’in fark edeceği kesin de… Önemli olan izleyicinin bu işi ‘yenilik’ hevesiyle değil, kalıcılık niyetiyle fark etmesi. Bunu da abartıların dozu ve zaman gösterir.

Aşk biraz sürünmeyi seviyorsa şayet… Biz de ‘Hayatımın Aşkı’ olmak isteyenlere sabır gösterelim ve sergilenen abartıların bir gün fark edileceği umuduyla, bu güzel kadroya uzun ömürlülük şansı tanıyalım. Malum, ‘Hayatımın Aşkı’ olmak sanıldığı kadar kolay değil!

Anibal GÜLEROĞLU