İçerde dizisinde göze batan hatalar

‘Kırgın Çiçekler’i tahtından eden ‘İçerde’nin rüştünü ispatlayanlarla yarattığı başarıyı geçip aksaklıklarına gelecek olursak… Buradaki nahoşluklar da ufak tefek mantık hatalarından kaynaklanmakta.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

‘İçerde’ olmanın türlü halleri…

İçerde olmak… Düz kullanımın ötesinde ne kadar klostrofobik sıkıntı hissettirmeye müsait bir kavram, değil mi? Hapishane gibi yerlerde kısıtlı kalmanın, dışarı çıkamama baskısının verdiği duygu mesela… Ya da casusluk-köstebeklik yapmayı ifade eden mecazi haliyle, her an yakayı ele verip kuyruğu titretme tehlikesinin oluşturduğu gerilim. Velhasıl, türlü türlü olumsuzluk çağrışımı için birebir. Hele ki, her güne insanları meşgul edecek problem türetmekte ve aynı oyunu farklı uyarlamalarla sahneye koyma alışkanlığıyla ortamı gerip varlıklarını sürdürmekte usta olanların hâkimiyetindeki bir dünyada, bu düzenin zorunlu piyonları olarak yaşıyorsak… ‘İçerde olmak’ daha da sıkıntılı anlamlarla çıkar karşımıza. Zira birilerinin menfaatine olan gelişmeleri sağlamak için ‘İçerde’ kalması zorunlu elemanlarızdır her birimiz!

İnsanların, gözle görülmese dahi ruhsal açıdan rahatlıkla hissedilebilen böylesi bir kapanla ‘İçerde’ tutulması, her devirde farklı cast ve yapımlarla oyunlarını sergileyenlerin elinde tüm değerlerini yitiren dünyamızın acınası yüzü. Bunun ötesinde kurgularda da ‘İçerde’ olma halleri sergilemek oldukça revaçta. Nitekim soğuk savaş döneminde iyice parlayan köstebekliği işleyen pek çok yapım mevcut sinema dünyasında. Dahası, çifte köstebeklik de ‘İçerde’ olma merakından faydalanmak isteyenlerin malzemesi. Bu konuda sinemaya ilgi duyanların ilk aklına gelen, ‘Köstebek/The Departed’ olacaktır kuşkusuz. Ancak Martin Scorsese yönetmenliğinde, ünlü kadrosuyla öne çıkıp ödülleri toplayan senaryosunun, çok daha iyi bir iş olmasına karşın ne yazık ki Amerikan versiyonu kadar popülerleşemeyen, Hong Kong Festivali’nden ödüllü 2002 Çin yapımı ‘Infernal Affairs/Kirli İşler’ filminden uyarlandığını da unutmamak gerekir. Gerçi yönetmen Scorsese filmini, Çin yapımından uyarlama olarak değerlendirmez ama… Ek karakterlerle zenginleştirilip teması bir parça değiştirilen ‘Köstebek’in, ‘Kirli İşler’in senaryosundan alındığı da inkâr edilemez bir gerçekliktir.

2006’daki Akademi ödüllü ‘Köstebek’ten günümüze geldiğimizdeyse, bu kez yerli bir ‘İçerde’ hali çıkıyor karşımıza… Uluç Bayraktar yönetmenliğinde, Ay Yapım imzalı ‘İçerde’ dizisi!

‘İÇERDE’NİN RÜŞTÜNÜ İSPATLAYANLARI…

Değerlendirme yapmak için gidişatın nasıl olacağını beklediğim ve bazılarının aksine ‘Poyraz Karayel’ ile ‘Ezel’den soyutlayarak izlediğim ‘İçerde’ dizisinin, Çin’den uyarlanan ‘Köstebek’ filmiyle aynı doğrultuda yol alan yapısı herkesçe malum. Bu açıdan bakıldığında ‘uyarlamanın uyarlaması’ pozisyonunda yer alan ‘İçerde’nin tıpkı Amerikan işi ‘Köstebek’ gibi karakter ve tema değişimine gittiği… Aşk-meşk işlerini, aile dramatikliğini detaylandırdığı ve ‘Suskunlar’ misali sıkça verilen acılı çocuk anılarıyla duygulara oynadığı ortada. Eh bunlar da, 2,5 saatlik filmden dizi çıkartabilmek için yapılmış zorunluluklar. Yani normal ve kimsenin sözü olamaz.

Öte yandan biri mafyanın içindeki polis, diğeri polisin içindeki mafya olan iki karakter arasında kardeşlik olayını yaratarak kendi orijinalitesini kuran… Böylece tarafların rakip köstebekleri bulma aksiyonundan ziyade iki kardeşin birbirini bulma hikâyesine dönüşen ‘İçerde’nin tam anlamıyla ‘rüştünü ispatlama’ hali olduğunu da vurgulamak gerek. Bu noktada karşımıza çıkan ilk rüştünü ispat durumu, başlangıcın ardından bozulmadan devam etmeyi başaran Ertan Kurtalan, Toprak Karaoğlu, Elif Usman Ergüden imzalı senaryoyla adam gibi bir köstebek macerası yaratılması! Muhakkak ki, senaryonun eksikleri, mantıksızlıkları var. Bunları aşağıda ayrıca ele alacağım. Ama olayların akış temposunda ve karakterlere yüklenen misyonda kusur, minimum düzeyde. Üstelik sahnenin devamında ne gelecek merakı da diğer dizilere kıyasla daha diri tutulabilmiş; hızlı gidişatla izleme keyfi sağlanabilmiş. Hem senaryoya emek verenleri, hem de yönetmeni kutlamak lazım.

İkinci rüştünü ispatlamaysa, Çağatay Ulusoy-Aras Bulut İynemli ikilisinde çıkıyor ortaya. Her iki oyuncu için ‘Olmuşlar’ diyebiliriz rahatlıkla. Çağatay Ulusoy’u ‘Adını Feriha Koydum’daki halleriyle kıyasladığımızda… Aras Bulut İynemli’yi ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’nin haykıran Mete’siyle karşılaştırdığımızda… Performanslarındaki gözle görülür ilerleme kolayca fark ediliyor. Tabii bu demek değil ki, ilerisi için her şey akışına koyuverilir ve şımarma havalarına girilebilir. Aksine, ilerleme potansiyelleri yüksek olan bu isimlerin, daha gerçekçi sahneler sunabilme bilinciyle, en iyisi için kendilerini zorlamaları gerekli. Özellikle de, farklı rolleri canlandırmada özgün tarzlarını yaratmaları adına!

‘İÇERDE’NİN DIŞA PIRTLAYAN AKSAKLIKLARI

Az ama öz görünse bile farkını fark ettiren Davut karakterindeki Rıza Kocaoğlu’nun oyunculuk gücünü perçinlediği… Bensu Soral’in aşama kaydettiği… Nihayetinde Çetin Tekindor ile Mustafa Uğurlu’nun ustalıklarını cömertçe sergilediği… ‘Kırgın Çiçekler’i tahtından eden ‘İçerde’nin rüştünü ispatlayanlarla yarattığı başarıyı geçip aksaklıklarına gelecek olursak… Buradaki nahoşluklar da ufak tefek mantık hatalarından kaynaklanmakta.

‘İçerde’nin ilk bölümünden eleştirmeye başladığımızda öncelikle göze batan detay, polis teşkilatındaki ayrıntılar. Sanırsınız Amerikan polisi… Umut’un lüks aracı misal, ya da şubedeki polis arkadaşların havası… Yani bunlar bana bir parça inandırıcılıktan ve doğallıktan uzak geldi. Aynı şekilde cezaevi ortamındaki detayların gerçek dışılığı da batmıştı gözüme. Sonra Sarp ile Yusuf Müdür arasında yaşanan tartışma halleri! İzleyiciye ters köşe yaptırmak için yaratılan bu sahne, ‘Köstebek’ filmini izlemiş olanların dışındakileri kandırmak için mantıklı olsa bile, devamıyla birlikte ele alındığında gereğinden fazla abartılı kaçtığı izlenimi yaratacak türdendi. Hani bu kandırmaca uluorta yaşansa yapımın profesyonelliği adına daha iyi olurdu ya, geçmiş ola… İlk bölümü böyle tamamladıktan sonra devamında Mert’in de Celal Baba’nın polisteki köstebeği olduğunu telefon-buluşma trafiğiyle ayan beyan işleyen dizi, onca zaman sonra babasına ait eşyaların Sarp’a yollanmasıyla bir mantık hatası daha sergiledi. Sarp kutunun içindekileri karıştırıp baktı, sonra yere attı. O sırada da oyuncağı gördü. Anılara dalan Sarp çok derin olmayan kutuya ilk baktığında bunu nasıl görememişti? Mümkün mü? Ardından ucu yanık resim çıktı başımıza. Sarp’a Umut’un yaşadığına dair umut olmuştu ama Mert’e, Sarp’ın kardeşi Umut olduğunu hatırlatmaya yetmemişti! Ne gariptir, Celal’in ağzı var dili yok kıvamındaki adamı Davut’a Mert’i öldürme fırsatı vermeyerek kaçmasını sağlayan Sarp’ın düşürdüğü resmi bulan Mert, çocukluğuna dair bir yığın olayı detayıyla hatırlarken kendi küçüklük resmini tanıyamamıştı. Böylesi hangi mantığa sığar, diye düşünürken hatasını anlayan senaryo, neyse ki sonraki bölümde Mert için kendi omzunu feda eden Sarp’ın yaralı haline bakmadan gecenin karanlığında çıkarttığı resme elindeki kanı bulaştırmış gibi gösterip resmin tanınmaz halde olduğunu beyan etti de hata telafi edildi. Edildi mi sahi?

Şimdi ‘Ama Mert, resme ilk baktığında kan yoktu’ desek mi? Amannn… Der gibi yapalım da, ‘Tepegöz’ün çocuk maceralarına bağlayan Sarp’ın Mert tarafından kurtarıldığı o geceden geriye elde kalan, Davut’un araba farından gözleri kamaşmış tavşan vaziyetinde dakikalarca bekleme amatörlüğüne ve orman ortasında araç yakma duyarsızlığına bakalım.

Düşünüyorum da, patlayıp koca koca alevlerle yanan aracın kıvılcımı nasıl oldu da çevreye sıçramadı ve itfaiye bunu görüp gelmedi? Orman yangını gözetleme görevlisi yok muydu? Demek ki, inşaat ağalarına yer açmak için yakılan ormanlardan alışkındı duruma. Neyse canım… İtfaiye yerine zırt pırt arayan ‘Aşkım’ Yusuf Müdür’le havalı tayfası olay yerinde cirit atarken özel kıyafet giyerek delil toplamaya çalışan olay yeri elemanları gelmişti ya… O da bir şeydi. Ama işin mantık yönünü zedeleyen daha çok şey vardı orta yerde… Mesela, Akademi birincisi Sarp’ın masa altına böcek yerleştirme toyluğu! Yani yılların kurt mafyası Celal Baba böceksavar kullanmayacak kadar saf olabilir miydi? Olmadı da… Hem Nemrutun Kızı parçasıyla şovunu yaptı, hem de gizli kamera korkusu saldı. Sarp açığa çıkacak mı, diye yürekler pıt pıt ederken senaryonun yeni bölümde buna da çaresi vardı. Sarp, jammer kullanıp kaydı kesmişti. Ohhh… Gözünü sevdiğimin teknolojisi.

Gizli konuğa hediye-otel işi de mantık sorgulamamızdan nasiplenenlerden… Madem çok gizli biri, Canım kurban Mestan’a hallettirmek varken, Melek ile karısını devreye sokmak acemilik değil de neydi? Kadınlar daha iyi anlar kafası mı? O zaman nerede kaldı gizlilik? Sarp’ın gizli misafirin adını öğrenme süreci de bir o kadar basite indirgenmişti zaten. Melek’in aklında soru işaretleri oluşturmak adına… Peki ya ‘mahalle sünneti’ne ne demeliydi? Hepi topu bir çocuk. Celal Baba bir heybet koşturdu mahalleye. Tamam. Mert’in, annelik kaygısını çok güzel yansıtan Füsun Hanım ve ilk bölüm sonrası gazeteciliğe pek değinmeyen Eylem’le yakınlığını deşifre etmek için düzenlenmiş bu tören ama… Mafyanın peşinden yürüyüşe geçen mahalleli olayı ne işti? Sanırsınız toplumsal haksızlıkları protesto için dökülmüşler sokağa. Gören dalıyor aralarına. Hoş, protesto yürüyüşü olsa öyle rahat bırakılmazlardı ya!

Sonuçta; ‘Sadakat yük olursa ağır gelir adama’ felsefesiyle kaçırılıp sokak çocuğu yapılarak eğitilen ve Mert’leştirilen Umut ile abisi Sarp’ı karşı karşıya getiren Celal-Yusuf hesaplaşması cephesinden de ters köşe çıkartacağına inandığım… Başarıyı tadında bırakmak için bir sezonda bitme söylentisiniyse; bir yandan öyküsü belli senaryonun uzatmalara yetememe kaygısına, bir yandan da yapımın izleyiciye yeni bir ters köşe sürprizi daha yapma isteğine bağladığım ‘İçerde’, bu tür mantık olumsuzluklarına karşın yeni sezonun övgüyü hak edenlerinden. En azından şimdilik durum böyle… Teşekkürler, tüm emeği geçenlere.

Anibal GÜLEROĞLU

[email protected]

www.twitter.com/guleranibal