Çok tartışıldı, halen de tartışılmaya devam ediyor.
Aylar önce ‘Herkes gider Mersin’e Türkiye Gider Tersine’ başlıklı bir yazı kaleme almıştım.
Sosyal Ağlar, içerik sağlayıcılar artık hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Üstelik Pandemi döneminde gerçekten hayat kurtardılar. Bunun aksini kim söyleyebilir?
Hatta o yazımda 'Fear of missing out’tan (Fırsatları kaçırma korkusu) bahsetmiştim. Evet teknoloji ve içerik çokluğu (bolluk paradoksu diyelim) bunu tetikliyor, fakat çok uzak değil yakın geçmişi, bir düşünsenize...
Bir filmi bulmak, indirmek, izlemek ne zordu. Hadi buldun, bir de altyazı ayrı dert. Üstelik bir de telif konusu var ki, ben de şiddetle emek hırsızlığının karşısındayım.
Şimdi geçiyorsunuz Tv’nin karşısına, her türlü belgesel, tarihi yapım, dönem dizileri/filmleri, aksiyon, bilim kurgu ne ararsanız. Üstelik A platformunda bulamadınız mı, geçin B platformuna.
Şayet konu medya okuryazarlığı ise, pardon ama neden hala evlilik programları dayatıyorsunuz bu topluma?
Kadın programlarında duyduğumuz çarpık ilişkilerden beynimizi neden yakıyorsunuz? Yemin ederim paralel evren daha anlaşılır. Bakın Karakomik Filmler serisinin son bölümünde ne de güzel işlemiş sevgili Cem Yılmaz.
O yerli diziler ne öyle. (İçlerinde çok kıymetli bir iki yapım var kesinlikle ayrı tutuyorum.) Leyla ile Mecnun vardır mesela. Halen açıp tekrar tekrar izlerim.
Bıkmadınız mı naylon hayatları burnumuza sokmaya? Çocuk maço ama ultra yakışıklı, Sorbonne mezunu ama memleketine dönmüş ve cayır cayır harmandalı oynuyor bla bla bla bla. Hayır yani böyle bir gerçeklik varsa da, lütfen gerçek hayatta karşıma çıksın yemin ederim özür yazısı yazacağım.
Madem bize ne verirseniz onu izliyoruz. Neden hala magazin veriyorsunuz her hafta sonu? Küçük bir çılgınlık yapıp, her hafta sonu belgesel versenize aranızda anlaşıp. Bak biyografi falan şart değil, İnancın Hikayesi, Cosmos vs. Veya hadi onları da yönlendirici buldunuz diyelim ki, verin hayvan belgesellerini, yemin ederim hayvanları gözetlemeyi tercih ederim magazin programlarında milletin mayosunu, bikinisini gözetlemek yerine.
Onun bikini ipi, öbürünün kiraladığı yazlık evin tentesi…
Şimdi diyorlar ki, konu ‘Yasaklamak değil’ konu; kanunu değiştirmek. Bugün 9 maddelik bir kanun teklifi sunulmuş Bilişim suçlarını iyileştirmek adına. Olması gereken de bu.
Bakın buna kimse itiraz edemez. Elbette iyileştirilmeli. Bu hassas meseledir. Bunu sonuna kadar desteklerim.
Fakat neden Netflix spekülasyonu yaratıyorsunuz? Üstelik ülkede bu kadar genç insan varken…
(Siyasi boyutuna girmek asla istemiyorum ama bu gençler yarının seçmeniyken üstelik)
Bakın, bugün Prof. Dr. Emre Alkin’in bir programda yorumuna denk geldim. Sayın hocamın ağzına sağlık ne güzel özetledi. Alıntılıyorum aşağıda.
‘Bu platformlar süpermarket gibidir, istediğini alır ve çıkarsın. Eğer bir süpermarkette sadece ekmek ve su satılsaydı, girmek ister miydiniz?’ dedi. Ne doğru bir yaklaşım.
Eğer amacımız ‘yasaklar’ değil, medya okuryazarlığı ise, o zaman toplumu bu şekilde dönüştürmeliyiz. Aksi halde istikrarlı olarak geri gitmeye devam edeceğiz.