*Loquendum est cum vulgo, sentiendum cum sapientibus; si mundus vult decipi; ergo decipiatur!
Yağmurlu güneşli topraklar…Kahve kirazı… mahruk çekirdek…Bir toz bir duman… Rengâhenk çehreler…Uzun masalar kısa sandalyeler…
Konumuz kahvehaneler…
Osmanlı’da kahvehaneler ilk kez 16.yy ortalarında açıldı. Topluca eğlenme ve sosyalleşme aracı olan kahvehaneler; okur-yazar kesim ile asker sınıfı (seyfiyye) arasında epeyce rağbet gördü. Tavla oyunları, edebi sohbetler ve geleneksel eğlenceler kahvehanelere dahil olunca; halk buralardan kopamaz oldu.
Peçevi Tarihi, Arap coğrafyasından Tahtakale “Tahmis” Sokak’a uzanan yolculukta, ilk kahvehanenin açılışı için 1555 yılını işaret eder. Kanuni Döneminde sayıları elliyi bulan kahvehaneler, Tanzimat Döneminde iki bini aşmıştır.
Kahvehaneler açıldıktan kısa bir süre sonra; “ıllumination” mucizesi yaratabilir endişesiyle yasaklandı. Aşırı keyifçiliğin dinen “câiz olmadığı” fikri de kahvehanelerin mührü oldu. Yönetime muhalif her siyasi kıpırdanmanın merkezi olarak kahvehaneler gösterildi; ancak dini yaptırımlara ve sert yasaklara rağmen kahvehaneler varlığını sürdürdü.
İngiliz yazar Robert Burton (1577-1640): “The Anatomy of Melancholy” adlı eserinde; Türklerin kahvehane kültüründen övgüyle bahs etmiş; Türk kahvehaneleri ile İngiliz kahvehanelerinin benzerliklerini vurgulamıştır. (Graphic, 12 Nisan 1890:23).
Kahvehanenin kıraathaneyle (okuma evi) ilk buluşması; Tanzimat Dönemi’nde Beyazıt’ta açılan Sarafim Kıraathanesi ile oldu. (Mecmua-i Ebuzziya, 07 Muharrem 1330 [1914]:127). Osmanlı’da gazete ve dergilerin çıkmasıyla birlikte; gündemi takip etmek isteyen ya da yeni yayınları merak edenler mutlaka Sarafim Kıraathanesi’ne uğrardı. Burada payitaht dışında basılan süreli yayınlar da bulunabiliyordu. Dönemin gazetelerinde Sarafim Efendi’den “kıraathanenin mucidi” olarak bahsedildi. Sarafim Kıraathanesi seçkin bir müşteri kitlesine sahipti. Edebiyat ve sanat camiası dışında üst düzey askerlerin ve mülki idarecilerin uğrak yeriydi. Sarafim Efendi’nin ölümünden sonra oğlu Dikran Sarafim mekanı işletmeye devam etti. Cumhuriyetin ilk yıllarında iş değişikliğine gidildi; ardından bina yıkıldı ve kıraathane tarihe karıştı.
Şehzadebaşı’ndaki Fevziye Kıraathanesi, Vezneciler’de Darüttalim Kıraathanesi** ve Divanyolu’ndaki Arif’in Kıraathanesi gibi birkaç mekan bu geleneği devam ettirdi. Birer eğitim ve kültür yuvası haline gelen bu kahvehanelerin yanı sıra; mahalle kahveleri de hatırı sayılır bir müşteri kitlesine sahipti. Cumhuriyet Döneminin meşhur İkbal ve Küllük kahvehaneleri ise dönemin tanınmış akademisyen ve yazarlarını ağırlayan açık birer üniversiteydi. (Vatan, 28 Ekim 1941:3). Sabahattin Ali; 1950’lere kadar varlığını sürdüren Beyazıt’taki “Küllük Kahvesi” için; Muallimler Bahçesi veya Akademi diye söz edildiğinden bahseder. Sıtkı Akozan Küllükname kitabının kapağında Küllük’ü: “Bir demet güldür takılmış göğsüne İstanbul’un / Ey sabâ sen de konakla bir gün uğrarsa yolun” dizeleriyle anlatır.
Osmanlı’ya 19.yy sonlarında giriş yapan çay, yarım asır sonra kahvenin tahtına oturmuştur. Kahvehaneler kahveden ziyade çay talebine yoğunlaşmış; kıraathaneler ise bir zamanlar özenle hazırlanan Türk kahvesinin sıradanlaştığı ve sohbetlerin karton bardaklarda eriyip gittiği mekanların duvarlarında tarihe karışmıştır.
17.yy’da seyyahlar ve tüccarlar vasıtasıyla Avrupa’ya taşınan kahve; zamanla Avrupalılar’ın vazgeçilmezlerinden biri haline geldi. Coffee-House fikri özellikle Büyük Britanya ülkelerinde çığ gibi büyüdü. İnsanlar artık küçük bütçelerle keyifli vakit geçirebiliyorlardı. Kahvehaneler gelene kadar ortalama bir İngiliz’in dinlenme mekanları barlardı. İçki satan mekanlar bu yeni alana karşı yoğun bir propoganda kampanyası başlattı. Kahvenin; Hristiyanları Türklere dönüştürdüğünü iddia eden bildiriler elden ele dolaşıyordu. 1675 yılında II. Charles; “aylak kişilerin toplanma mekanı” olarak gördüğü kahvehanelerin kapatılması için bir genelge yayınlayacakken yoğun protestolar nedeniyle bunu geri çekti. Bu tarihten sonra kahve evleri gelişerek yaygınlaştı.
Bazı kaynaklara göre; ilk İngiliz kahvehanesini tesis eden; Oxford’ta yaşayan Jacob adında bir Yahudi idi. Yaygın görüşe göre ise ilk kahveevi 1652 yılında; Türk kahvehanelerinden esinlenen tüccar Edwards’ın arabacısı Bowman ve Yunanlı hizmetçisi Pasqua Rosee tarafından Cornhill’de açılmıştı. Hemen ardından berber James Farre; Inner Temple Gate yakınında Rainbow’u açtı. (Morning Herald, 27 Ağustos 1824:4).
1657 tarihli bir soruşturma evrakında; kahve adı verilen bir tür içkinin kokusu yüzünden Farre’nin komşularının rahatsız olduğu yazılıydı. Kavrulurken bacadan çıkan dumanlar ahaliyi epeyce tedirgin etmişti. (William H. Ukers, All About Coffee, 1922, New York:54-55).
Birleşik Krallık’ın pek çok yerinde; Dick’s, Paul’s ya da John’s Coffee-Haus gibi, genellikle sahibinin adını taşıyan kahveevleri açılmaya başladı. (Dublin Intelligence, 02 Ağustos 1709:2). Buralarda finansal yatırımlar, emlak işleri, müzayedeler, gazete veya dergi aboneliği, toplantılar gibi pek çok aktiviteye ev sahipliği yapılıyordu. Örneğin 1705 yılındaki bir ilanda; Dublin College Green’deki kiralık bir evle ilgili Castle-Gate’teki Tom’s Coffee’ye danışmak gerektiği söyleniyordu. (Pue’s Occurrences, 11 Eylül 1705:6). 1740 tarihli bir ilanda ise; Eddinburgh’taki John’s Coffee’de Errol topraklarının baronluğu ve eyaletleriyle birlikte satışa sunulacağı duyuruluyordu. (Caledonian Mercury, 10 Temmuz 1740:4). Bazı kahveevlerinde gazete bile basılıyordu. (Dublin Intelligence, 02 Ağustos 1709:2).
Kısa bir zaman sonra; belirli ilgi alanlarına sahip kişiler belirli kahveevlerinde toplanmaya başladı. Siyasetçiler arasında bile muhalifler ayrı mekanlara gidiyordu Doktorlar, avukatlar gibi meslek grupları kendi favori mekanlarını tercih ederken; lüks düşkünleri ve yüksek bahis oyunu oynayanlar St.James’s yakınlarındaki şık Coffee House’ları ziyaret ediyordu. Yazar ve edebiyatçıların gittiği kahvehaneler de ayrıydı. Dönemin önde gelen şairlerinin bir araya geldiği toplanma mekanları vardı. Spekülatörler ve borsacılar Change Alley’deki kahve evlerini tercih ediyordu. Buradaki Turk’s Head Coffee-House epeyce meşhurdu. Tüccarlar ise daha çok Cornhill’e gidiyordu. Bunlar içinde Jamaica, Virginia ve Lloyd Coffee-House en popüler olanlarıydı.
1660 yılındaki büyük Londra yangını tarihi kahveevlerini yok etti. Ayakta kalan en bilinen mekan ise Rainbow’du. İngiliz kahvehanelerinin babası olarak anılan seyyah ve yazar Sir Henry Blount, Rainbow’un müdavimlerindendi.
Sanatçıların, tüccarların ve bilimle uğraşanların uğrak yeri olan kahveevleri; Royal Society’nin kuruluşuna ön ayak oldu. 1660 yılında Londra’da kurulan Royal Society; Birleşik Krallık’ın bilim akademisi olan sosyal bir kulüptü. Robert Boyle, Robert Hooke, William Petty ve Sir Isaac Newton’un da aralarında bulunduğu seçkin üyelere sahip bu kulüp; “Aydınlanma Çağı”nın entelektüel devrimine zemin hazırlamıştı.
Isaac Newton ve Edmond Halley Londra’daki kahvehanelere sıklıkla giderdi. 1684’te Royal Society’ye başkan seçilen Samuel Pepys; Newton’un bilim tarihinde çığır açan: “Philosophia Naturalis Principia Mathematica” adlı eserini yayınladı. Bir kahvehane ilanında; Newton’un “Principia Mathematica” adlı kitabı üzerine bir ders programına başlanacağı yazıyordu. (Caledonian Mercury, 01 Kasım 1720:5).
Londra’ya dışardan gelen yabancılar, burayı diğer şehirlerden ayıran şeyin kahvehaneler olduğunu söyler. Kahveevleri, Londralıların evi gibiydi. Bir beyefendiyle görüşmek isteyen, genellikle ona nerede oturduğunu değil; Grecian’a mı yoksa Rainbow Coffee House’a mı gittiğini sorardı. (Ukers: 76).
17.yy’da kahve sahipleri bozuk para kıtlığından ötürü pirinç ya da bakırdan jeton uygulaması başlattı. Üzerlerinde mekan sahibine dair bazı bilgiler, paranın nominal değeri ve resimler bulunan jetonlar, sahte damgalar üreten kişiler nedeniyle bir müddet sonra kullanımdan kalktı.
Bu dönemde bazı kahveevleri; “penny ünversiteleri”*** olarak adlandırıldı. Çünkü içeriye giriş ücreti Bir penny idi ve fiyata bir fincan kahve ile gazeteler de dahil edilmişti. (Ukers:74). Bir kahveevinin işlevinden çok daha fazlasını sunan bu mekanlar, üniversitelere gidemeyenler için birer eğitim kurumuydu. Çünkü o zamanlarda yüksek öğrenim, yüksek ücretler demekti. Soylu ya da zengin bir aileye mensup değilseniz iyi bir eğitim görmeniz çok güçtü. Bu sebeple kahve evleri; özellikle orta ve dar gelirliler için erişimi kolay birer üniversite niteliğindeydi.
18.yy’da kahvehanelerde alkollü içecekler de yer almaya başladı. 1714 yılında kahveevlerinde bir fincan kahvenin fiyatı iki penny’ye çıkmıştı.
19.yy başında Londra’da açılan kahve mekanlarının sayısı beş yüzü geçmişti. (Morning Advertiser, 07 Eylül 1809:1).
Oxford Üniversitesi’nin meclis toplantıları (Globe, 25 Şubat 1829:2) ve Cambridge Üniversitesi’nin senato seçimleri British Coffee House’ta yapılıyordu. (Globe, 02 Haziran 1829:4).
London Stock Exchange’in (Londra Borsası) ilk tohumları Coffee House’larda atılmıştı. Londra’da bulunan Jonathan’s, Garraway’s ve Lloyd’s Coffee-House birer menkul kıymetler borsası işlevi görüyordu. 1869 yılında çıkan bir gazete haberine göre; o yıl her türlü hisse senedi ve dönüştürülebilir menkul kıymetin Garraway’s Coffee-House’ta gerçekleştirileceği yazıyordu. (Essex Times, 10 Kasım 1869:3).
1830’lu yıllarda Londra merkezli “Kahvehane Sahipleri Derneği” kuruldu. Derneğin binlerce üyesi bulunmaktaydı. (True Sun, 13 Nisan 1837:6).
19.yy ortalarında İngiltere’nin en ücra yerlerinde dahî halk için kahvehanelere ve okuma odalarına rastlamak mümkündü. (British Banner, 02 Ocak 1850:11). Hangi siyasi görüşe ait olursa olsun; çalışan insanlara fayda sağlama ve insanları bir araya getirme eğiliminde olan her projenin evrensel refahı ilerletme yolunda önemli bir adım olacağı düşünülmüştü. (Radical, 03 Nisan 1836:10).
19.yy sonlarında açılan Model Coffee House’lar fincanı 1 Penny’den “capital coffee” satmaya başladı. (Illustrated London News, 02 Ağustos 1884:6). Müdavimleri daha çok işçiler olan bu mekanlarda muhtelif gıda ürünleri de makul fiyattan sunuluyordu. (London Daily Chronicle, 22 Aralık 1884:6). Aynı dönemde tüm Londra’ya lüksü sağlamak üzere 1 Penny karşılığında kahve evleri kurulacağı duyuruldu. Müşteriler, kahve tezgahından 1 Penny’e kahve alabileceklerdi. (Holloway Press, 26 Temmuz 1884:3).
Coffee House’larda eğlence amaçlı kâğıt oyunları serbestti; ancak kumar oynatmak ve yaşça küçük çocukları buna alet etmek yasaya aykırıydı. 1898 tarihli bir haberde Kingsland’te bir kahvehane sahibinin; mekanında yasa dışı kumar oynanmasına izin verdiği için polis tarafından götürüldüğü yazıyordu. (Illustrated Police News, 10 Aralık 1898:8).
Günümüzde kahveevi kültürü, kahve zincirlerine teslim olmuş görünüyor; ancak bu anlayışa direnen ülkeler de mevcut. Bunlar arasında benim aklıma gelen ilk ülke İsveç! İsveçliler’in “Fika” olarak adlandırdıkları bir gelenekleri var. (Belfast News- Letter, 27 Temmuz 2002:111). “Fika” denince akla; hoş bir kahve molası, tadını çıkara çıkara içilen leziz kahveler, uzun uzun dost sohbetleri, keyifli paylaşımlar geliyor. İsveç tarihi boyunca, kahve çok defa yasaklanmış; ancak halk bu dayatmaları kırmayı başarmış. Önceleri “kaffi” kelimesinden bozdukları “fika”yı kendi aralarında kullanmışlar. Zamanla bu kelime gündelik hayatlarının bir parçası olmuş ve “Fika” kültürü yaygınlaşarak geleneksel hale gelmiş.
Bu vesileyle; nezih mekanlarında yazılarımı yazdığım Fenerbahçe Dalyan’daki Bröd’e ve kahveevi kültürünü gayretle ayakta tutmaya çalışan sevgili Sinem Hanım’a şükranlarımı sunuyorum.
*Sıradan insanlar bunun hakkında konuşabilir; bilgeler bunu duyumsar ve karar verir. Dünya aldatılmak istiyorsa; aldatılsın! (Sir Henry Blount) ~ Antik Roma’ya ~
**A.H.Tanpınar’ın; Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde geçen “Zaviye-yi Esâfil-i Şark” ile bu mekanı işaret ettiği bilinmektedir.
***Türkiye’de “Penny Üniversiteleri” denilince genellikle Aytoun Ellis’in “The Penny Universities” (Bookseller, 02 Şubat 1957:7) kitabı kaynak gösterilir. Evvelinde Ukers’i okumanın elzem olduğu fikrindeyim.