Her gün sabahtan akşama ağızlara sakız edilen yolsuzluk, telefon dinleme ve ses kayıtlarının yarattığı neticesiz gerilime karşın ‘Nasılsa bir şey olmaz’ vurdumduymazlığıyla körüklenen adalet başıboşluğu, dizilerimize de yansımış durumda.
Öyle ki; adaletin, masumların değil de beyefendilerin iki dudaklarının arasına sığıştırılan mülkün temeli olduğu, sanki gerçek hayattaki hukuk girdabına nazire edercesine işlenmekte. Tabii hukuk kavramını yerle bir ederek!
Başarılı işlere imza atan Ay Yapım’ın, ‘Yetenek Sizsiniz’le at başı giden dizisi ‘Karadayı’, özellikle son bölümüyle bunun en somut örneğini koydu karşımıza.
MAHKEME-ADALET-HAPİSHANE SAÇMALIĞI
Dizi yapanlar, yaratıcılıklarının el verdiğince senaryo yazanların kurgularını izleyenler ve bir de kör gözüne gözlük dedirten mantıksızlıkları eleştirenler... Bu üçlünün yarattığı sacayak, aslında televizyonculuğun ve onun üstünden genelin yaşam felsefesini oluşturuyor.
Şimdi bu felsefeyi, ‘Mahkeme-adalet-hapishane’ saçmalığının alabildiğine sergilendiği ‘Kardayı’yla değerlendirecek olursak, ortadaki kocaman boşluğu görmemek mümkün değil.
Bu durumda haliyle ‘Adalet anlayışımız hangi ara böylesine dibe vurdu da, dizilerde bile mahkemeler soytarıya çevrilip hukuksuzluk böylesine pervasızca sergilenir hale geldi’ diye sorgulamak da kaçınılmaz oluyor.
HÂKİM YARGI(LAMA)SI, KADI’DAN GERİ
Yargıtay tarafından bozulan Nazif Kara davasının önceki yargılamalarına rahmet okutan kalem kırma oturumu, ‘Karadayı’nın bu konuda dibe vurduğunun resmi!
Serra’nın Başsavcı cinayetiyle ilgili gerçekleri anlattığını söyleyen acılı bir anne, mahkeme salonunda gerçeği avaz avaz anlatıyor ama yargı heyetinde tık yok. Kulaklar sağır olmuş.
Bu arada Serra’nın dizinin baştaki bölümlerinde, annesine, Turgut Savcı’nın suçluluğunu ispatlayan bir dosyayı verip bunu ‘geleceklerinin sigortası’ olarak saklamasını tembihlediğini de hatırlatalım! Sahi ne oldu o dosyaya? Anne yaşlı ya, unuttu zahir. Ya da senaryoyu çiziktirenler mi unuttu diyelim? Yoksa plansız programsız gelişmeler nedeniyle gelecekte bir bölümde ortaya çıkartılmak üzere köşede mi saklanıyor? Artık hangisi paşa gönlünüze uyarsa.
Yahu, eski usul yargılama sisteminin olduğu dönemde geçen ‘Çalıkuşu’ndaki Kadı Efendi bile daha adaletli yargılama yapıyor. Tek tek herkesi sorguluyor. Olayı farklı ağızlardan dinliyor. Hatta idama götürülürken kaçan mahkûmun dahi hakkını gözetip firardayken ölümüne sebep olanı cezalandırıyor. Gel gör ki günümüz mahkeme örneğini resmeden ‘Karadayı’da böyle bir adalet ve yargı hakkaniyeti gibi durumlar hiç yaşanmıyor. Ne tuhaf değil mi?
Şimdi hâkim yargı(lama)sından kadıya, bu iki örneği kıyaslayan beyinler hangi devrin adalet sistemine daha çok güvenip ilgi duyar, daha öne çıkartır? Varın siz düşünün artık.
AVUKAT ERDAL NE YAPAR?
Kadı’yı bırakıp ‘Karadayı’daki yargılama komedisine dönecek olursak kendi aleyhine tanıklık eden kayınvalidesinin ardından söz alan Turgut Efendi mahkemeye getirilmiş ki, sıyrık sıyrık laf ebeliği yapsın. O konuşuyor, herkes susuyor. Nazif Kara’nın avukatından da tık yok tabii.
Zaten baştan beri Cenan Çamyurdu’nun canlandırdığı bu Avukat Erdal karakterinde bir gariplik var. Ne bir itirazda bulunuyor, ne de savunma adına bir faaliyet gösteriyor. Nerede o yabancı yapımlardaki cevval avukatların sanığı ipten kurtaran mesleki girişkenlikleri, nerede bizim Avukat Erdal? Bizimkisi, süt dökmüş kedi gibi durup dosya taşımacılığı yapıyor.
Hadi rüşvete değil de tehdide boyun eğen mahkeme başkanının ‘evlat’ mazereti var da, peki Avukat’ın suskunluk mazeretini neye bağlayalım? Böyle silik bir avukat yaratmanın mantığını çözemiyorum doğrusu. Yoksa ‘Mahkemelerdeki avukatlar susmaktan ve cep doldurmaktan başka bir işe yaramaz’ mı denmek isteniyor? Uçma kuş der gibi, ‘Savunma yapma avukat’!
Nazif Kara’nın kalemini kırdırıp heyecan yaratmak ve diziyi uzatmak adına konuyu başa sardırmak için hâkiminden avukatına mahkeme halleri bu kadar da laçka edilmez ki!
BÖYLE KAÇIŞ GÖRÜLMEDİ
Dizideki hapishane deseniz, hayırlara vesile ola… Gerçi biz, cümle yerli yapımdan alışkınız ‘otel’ işlevi gören hapis-hane örneklerine. Ancak ‘Karadayı’daki tam evlere şenlik.
Buradaki derdimiz, öyle Turgut’a konforlu oda hazırlatılmasının veya gardiyanla müdürün ona yalakalık etmesinin çok ötesinde. Böyle ayrıcalıklı şahsiyetlerin, ileride başımıza iş açar kaygısıyla, hapislikleri şaibeli-hanelikleri tescilli yerlerde el üstünde tutulması yadırganacak bir şey değil nasılsa.
Hapis-hane hallerinin komedisinde, Orhan’ın kendi kendini yaralamanın ardından hastaneye sevk edilirken kolayca kaçıp ‘Tak tak taaak… Açın kapıyı ben geldim’ misali elini kolunu sallayarak ve dahi yürüyerek koğuşuna geri dönmesini de koyduk bir kenara…
Bizim derdimiz, Nazif Kara’nın pazarlık usulü hapisten kaçışıyla ilgili! Kapıda nöbet tutan asker ağalar sırtlarını dönmüşler ki görmesinler. Kapı açılıyor ilgilenen yok. Nazif Baba, çıkıyor dışarıya. Nöbetçiler hala bakmıyor. O da sanırsın gezmeye gidiyor. Gayet sakin ve de rahat bir tempoda yürüyor, etrafına bakıyor. Mahir’in aracını görüyor. Gecenin bir vakti cezaevi önünde bekleyen aracı soran eden de yok zaten. Biniyor arabaya sonra başlıyor kaçarsın kaçmazsın muhabbeti. Eh, o arada firar anonsu yapılıyor da bizim baba-oğul bir zahmet kıllarını kıpırdatıp yurt dışına kaçmak üzere yola revan oluyorlar. Sevsinler kaçışınızı.
Ayıp arkadaş… Böyle bir sahnenin yapılması, dizide dahi olsa, adalet adına kocaman bir ayıp! Kaçışın bile bir raconu olur. Cezaevi saygınlığına halel getirmez. Bunları yazanlar nereden ilham alıyorlar acaba diye düşünmeden edemiyorum! Yoksa bizle kafa mı buluyorlar?
EMNİYET MÜDÜRÜ MÜ MAFYA MI?
‘Karadayı’nın uzatma modunda ortaya çıkarttığı bir başka sululuk da, Mehmet Saim’in tetikçisine dönüşen emniyet birimleri… O, ‘Atıl kurt’ diyor… Onlar aport emri yerine getiriyor.
Ortalıkta alenen fink atarak rüşvet dağıtıp gözdağı veren Emniyet Müdürü ve güvenlikçileri, Boston’da binaları tarayan mafya elemanları gibi hizmet ediyorlar adeta. Adalet sizlere ömür!
Ne Beyefendiymiş ama! Alt tarafı Tekel ve Gümrük Bakanı… Adalet Bakanı bile değil. Bu nasıl bir güçtür ki, tek başına hem yargıyı hem de emniyeti parmağında oynatıyor. Hani Başbakan olsa tek başına bu kadar hükmedemezdi! Hep İstanbul’da yaşaması da ayrı bir mantıksızlık...
‘Bugünün Saraylısı’nda dizinin meslekleri hafife aldığını vurgulamıştım ya, işte ‘Karadayı’da da hem hukukun güvenilirliği, hem adaleti sağlamakla görevli hâkimlerin bağımsızlığı, hem sanıkları savunacak avukatların yeterliliği, hem de emniyet ve devlet birimlerindekilerin dürüstlüğü yerle yeksan ediliyor. Acep paralel işi mi?
Paralelinden dikdörtgenine her ne sebepse… Önemli olan, yapımlardaki ayrıntılardan ortaya çıkan manzaraya hassasiyet göstermek! Nasıl ki, Fox TV’deki Çalar Saat’i sunan İsmail Küçükkaya’nın, herkes neyi izlemekten mutlu oluyorsa onu seyretsin mantığı bize uymuyor; İvedik hâsılat ve reyting rekoru kırdıkça toplumun değer yargıları taban yapıyorsa… Böylesi yozlaşmışlıkları alışkanlığa dönüştürüp dizilerde sıkça göstermek de sadece kurgu olarak kalmayıp, insanların adalet bilincinden uzaklaşmasına; yöneticilerin yolsuzluklarını-yargıya baskısını, diziden edindiği mantık alışkanlığıyla kabullenmesine fırsat yaratıyor.
Kulak çınlatmak, birilerine taş vurmak veya diziyi uzatmak adına bile olsa bu ‘Mahkeme-adalet-hapishane’ zırvalıklarından kaçınıp, izleyiciyi böyle yönlendirici saçmalıkları izlemek zorunda bırakmamak lazım. Üzüm üzüme baka baka kararırmış!
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal