Kardeşliğe ihanetin tarihi öyküsü: BEN-HUR

‘Ben-Hur’, kendinden öncekilere oranla intikamcılık yüzü ağır basan bir yorum olsa da, kardeşliğe ihanetin tarihi öyküsünü yeni nesle aktarmak adına başarılı bir çalışma.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Kardeşlik ve ihanet, dini ve ahlaki öğretiler doğrultusunda normalde yan yana gelmesi imkânsız iki kavram. Ancak vicdanını hırslara teslim eden insanlar var oldukça, kardeşliğin ve ihanetin yol arkadaşlığı da kaçınılmaz. Nitekim Âdem ile Havva’nın büyük oğlu Kabil’in kardeşi Habil’i öldürüp insanlık tarihinin ilk katili olmasından bu yana, kardeşin kardeşe ihaneti bolca yaşanmış bu dünyada… Hâlihazırda da yaşanmakta; yaşanacak da... Birbirlerine ‘kardeşim’ diyenlerin gün gelip can düşmanına dönüşerek intikamcılık duygusuyla birbirlerinin kuyusunu kazmalarının sebebi de her halükarda kişisel hırs ve kıskançlık olacak.

Nasıl ki, kardeşliğe ihanetin tarihi yansıması olarak 1880’den bu yana varlık göstererek sevgi, inanç ve intikam duygularını sorgulatıp nesiller boyu var olduğu sinemada ölümsüzleşen… Günümüzdeyse, Timur Bekmambetov yönetmenliğinde ve Haluk Bilginer’in de rol aldığı yeni yorumuyla bir kez daha beyazperdede boy gösteren kurgusal karakter ‘Ben- Hur’un öyküsü de bu yönde. Üstelik savaşlarla çalkalanan, dört bir yanında kan dökülen dünyanın ders alması gereken mesajlarla yüklü. Dolayısıyla biz de, kardeşliğe ve ihanete dair mesajlar verip sevginin gücünü aşılayan bu yapımın içeriğini irdeleyerek ikinci yüzyılında yol alan ‘Ben-Hur’u bilmeyenlere tanıtalım dedik. Hem bu vesileyle sadece mesajları saptamakla kalmayıp intikamcılık, entrika ve aşk üçgenleriyle örülü dizi klişelerinden bir parça koparak beynimizi de dinlendirmiş olacağız. Ne kadar dizilerle iç içe olsak da, insan arada ciddi ve kaliteli sunumlara da ihtiyaç duyuyor neticede. Öyleyse hep beraber bakalım, Yahuda Ben-Hur’un kardeşlikle ihaneti buluşturan öyküsüne…

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ‘BEN-HUR’…

Sultan II. Abdülhamid zamanında ABD’nin İstanbul’daki Osmanlı İmparatorluğu elçisi olan Lewis Wallace’in 1880 yılında yazdığı ‘Ben-Hur: A Tale of the Christ’ isimli kitapla ilk kez varlığını gösteren ‘Ben-Hur’, başarılı bir roman olmanın ardından 1899’da Broadway’de sahnelenmiş. Sinemadaki yolculuğunu 1907’deki 15 dakikalık sessiz filmle başlatan ‘Ben-Hur’ daha sonra Ramon Novarro’nun başrolünde ve 143 dakikalık süresiyle 1925’te bir kez daha sessiz film olarak beyazperdede yerini almış. 10.7 milyon dolar gişe getirisiyle dönemin gözde filmleri arasında yerini alan ‘Ben-Hur’un sesli ve renkli hale gelmesiyse ancak 1959 yılında gerçekleşmiş. Charlton Heston’ın başrolde yer aldığı yapım özellikle iki kardeş arasındaki yarış sahnesiyle hafızalara kazınırken, 11 Akademi Ödülü alarak bir rekora da imza atmış.

ABD Ulusal Film Arşivi’nde muhafaza edilmekte olan 212 dakikalık bu filmin ardından ‘Ben-Hur’ televizyon dünyasında da göstermiş yüzünü. 2010 yılında senaryosu Alan Sharp’a ait olan iki bölümlük bir mini dizi çekilmiş. Joseph Morgan tarafından canlandırılan ‘Ben-Hur’un televizyon versiyonunun Kanada ve Amerika ekranlarında yer bulmasının ardından bu kez yepyeni bir yorumla 2016 yapımı ‘Ben-Hur’ çıkmış karşımıza. ‘Ben-Hur’un tarihi yolculuğu böyleyken farklı zamanlarda izleyiciyle buluşan yapımların seyirciye yansıyan durumu nedir diye bakacak olursak…

Aslında temelde hepsinin ortak noktası aynı… Yani, Hıristiyanlığın ortaya çıktığı dönemde baş gösteren Roma işgalciliği ve bu çerçevede yaşanan kardeş düşmanlığı! Birbirlerinin yeniden çevrimi gibi duran filmlere farklılık katansa, dönemden döneme gelişim gösteren teknik olanaklar ve yorum becerileri. Öte yandan sessiz film devrindeki ‘Ben-Hur’larda, romanın yaratılış amacındaki orijinaliteyle paralel biçimde dini figürler üstünde daha hassasiyetle durulduğu; Hz. İsa’nın doğumundan başlayan yapımlarda Kudüs’ün o devirdeki yaşam tarzının daha özenli ve detaylı aktarıldığı da bir gerçek. Nitekim 1959 yapımı ‘Ben-Hur’da da başlangıcın Hz. Yusuf ile Meryem’le ve Hz. İsa’nın samanlıktaki doğumuyla yapıldığını; Hz. İsa’nın yüzünü vermemeye özen gösteren yapımda Romalılar ve Ben-Hur’la ilgili sonraki gelişmelerin de daha ayrıntılı işlendiğini görmekteyiz. Yanı sıra Romalıların tutukluları götürmelerinden Kudüs’teki yaşam biçimine… Hz. İsa’nın Ben-Hur’a su verme sahnesinden İyon Denizi’nde savaşan kadırgadaki kürek mahkûmluğuna, her planın duyguları yansıtmakta daha başarılı olduğu da bir gerçek. Zaten alınan 11 Akademi ödülü de bu başarının sonucu.

Buna karşılık geçmişin sinema ve ‘Ben-Hur’ anlayışından yakın tarihe bakınca televizyon ayağındaki ‘Ben-Hur’ dizisinin, parlak yüzlü kadırga mahkûmları faciası yaşattığını; orijinal eserin ruhuna Fatiha okutan bir uyarlama olduğunu işaret etmemek mümkün mü? ‘Demek ki uyarlama saçmalıkları sadece bizim dizi sektörümüze mahsus değilmiş’ dedirten ve ünlü karakter ‘Ben-Hur’u, gerek sunum gerekse oyunculuk yönüyle dibe çeken 2010 yapımı mini diziyi bir yana bırakıp Haluk Bilginer’i ‘Ben-Hur’un hizmetkârı Simonides olarak bünyesine katarak bu tarihi eserde Türk izine yer veren 2016 yapımı ‘Ben-Hur’a gelirsek…

‘BEN-HUR’UN İNTİKAMCI YÜZÜ AĞIR BASMIŞ!

Aristokratlığını arka plana atıp başka insanlara yardım etmekten çekinmeyen ve onların sorunlarına değer verme alçakgönüllüğü sergileyebilen Yahuda Ben-Hur ile Sezar’a ihanetten suçlanan atasının yarattığı onursuzluk damgasının yükünü omuzlarında hisseden evlatlık kardeşi Messala arasındaki ‘kardeşlik-ihanet-intikam’ üçgeninde yol alan 2016 yapımı ‘Ben-Hur’, kendinden öncekilere kıyasla duygu ve dini atmosfer yönü daha hafif kalmış bir film.

Buna karşılık sevgi ve nefretin çatıştığı içerikte Morgan Freeman tarafından canlandırılan Şeyh İlderim karakterinin diğer ‘Ben-Hur’lara kıyasla daha ağırlıklı olarak işlendiğini; kadın karakterlere, özellikle de Ben-Hur’un karısı olan ve Hz. İsa Romalı askerlerce tutuklanırken yanındaymış gibi gösterilen Esther’e ekstra derinlik katıldığını da belirtmekte fayda var.

Mesih’in yaşadığı zamanlarda Roma İmparatorluğu’nun, ümitsizlik ve intikam arzusuyla baş başa bırakılan insanları öldürme hırsına dair söylemle açılışını yapan ‘Ben-Hur’, konusunu sekiz yıl öncesine giderek başlatmakta… Evlat edinilmiş bir Yahudi olan Messala ile Prens Yahuda Ben-Hur’un gençlik yıllarındaki dostluğu, at yarışı sahnesiyle verip Messala’nın Ben-Hur’un hayatını kurtarışıyla perçinleyen başlangıç aynı zamanda içten içe hissedilen ezikliği ve kıskançlığı da Messala’nın evin kızı Tirzah’a karşı duyduğu aşkla bütünleştirmekte.

Yahudilerin bayram kutlamasında zirve yapan dışlanmışlık hissiyle özüne dönen Messala üstünden ‘itibar kazanma’ hırsının nelere mal olabileceğini işleyen yapımda Hz. İsa’nın sahneye çıkışıysa, doğrudan yetişkin haliyle. Yani diğer yapımlardaki gibi Yusuf ve Meryem’e yer vermeyen film Mesih’in doğum sahnesini de dışlamış halde. Bunun ötesinde, ‘Bizi köleleştiren yalanlardır. İnsanları sevin’ nasihatinde bulunan marangoz olarak gösterilen Hz. İsa’nın, Simonides’in kızıyla evlenip hizmetçi-aristokrat bütünleşmesi yaratacak kadar cesur olan Ben-Hur’un ‘Dünya sevgisiz bir yer. Tanrı varsa niye düzeltmiyor’ sorgusuna karşı suskun bırakılması da, John Ridley imzalı uyarlama senaryosu ve Timur Bekmambetov’un yorumuyla modernleşen ‘Ben-Hur’un inançsızlık-intikamcılık denklemindeki düşündürücülük yönü!

Ben-Hur’un Romalılara karşı kutsal değerlerini ve özgürlüklerini koruma savaşı veren Zealot’ları huzuru bozdukları ve gençleri felakete sürükledikleri gerekçesiyle eleştirmesini, ‘Ülkeyi işgalci gibi yönetirsen felaketle karşılaşırsın’ sözüyle karşılayarak Roma’dan günümüze uzanan işgal ve hükmetme hırsına dokunduran yapımda, modernliği dünyaya yaymak isterken kan dökme iştahı aşılayan Roma’nın yaptıklarından, sırf farklı oldukları için özgürlükleri alınıp aşağılanan tüm toplumlara yönelik mesajlar da çıkartmak mümkün… Ki, Romalıların sportif faaliyet alanı olarak inşa edilen arenalarla işgal ettikleri yerlerin halkına kültürlerini aşılayıp güç ve hırs konularındaki değerlerini farklı toplumlara adapte edişleri bu yönde güncele yönelik en etkili detay. Kısacası; ‘Ben-Hur’ tarihten seslenen içeriğiyle, kültür ve yaşam biçimleri ele geçirilen toplumlara daha kolay hükmedilebilir demekte.

Ayrıca insanlara fazladan bir şey vaat edip onları sevgiyle sakinleştiren Nasıralı İsa’yı ‘zehir’ olarak gören Romalı Vali’nin gözüne girmek için kardeş dediği Ben-Hur’u ve ailesini insafsızca harcayan Messala karakteriyle, ihanetin en yakınındakinden geleceğini gösteren… Messala’ya karşı intikamcı duygular besleyen Ben-Hur ile de ‘Hayatta kalmak için inanç mı kin mi daha güçlüdür’ sorgusunu yaptıran filmden kişisel bazda da alınacak mesaj pek çok! Bu noktada Nasıralı İsa’nın ‘Kim ki kılıcıyla yaşar, ölümü kılıçtan olacaktır’ sözünün ve intikamcılığa karşılık bağışlayıcılığın ölümsüz olduğu vurgusunun öne çıktığını belirtmekte fayda var.

Sonuçta; Gerçek insani değerlerin birbirine destek çıkmak ve sevgiyle yaklaşmak olduğunun altını çizen ‘Ben-Hur’, kendinden öncekilere oranla intikamcılık yüzü ağır basan bir yorum olsa da, kardeşliğe ihanetin tarihi öyküsünü yeni nesle aktarmak adına başarılı bir çalışma. Haluk Bilginer’i böylesine önemli bir projede görmek de, işin milli övgü yanı olarak, ekstrası!

Dolayısıyla intikamcılıktan pişmanlığa dönüşüp Tanrı’nın gücüyle ilerlemeyi amaç edinen ‘Ben-Hur’ ile ‘Nefret, öfke ve korku… Bizi birbirimize düşüren yalanlardır’ diyerek çarmıha gerilen Hz. İsa’nın yollarını ara ara kesiştirip sevgi-hırs-intikam üçgeninden tüm insanlığa seslenen bu filmin görülmesini tavsiye ederim.

Anibal GÜLEROĞLU

[email protected]

www.twitter.com/guleranibal