Bazı konular vardır öylesine nettir ki her şey, çok düşünmeyi gerektirmez. Tutarsınız bir ucundan dalarsınız içine, gönlünüzce sıralarsınız sözünüzü. Kimileri de öylesine ikilemde bırakır ki sizi, şaşırırsınız… Buna kötü mü, yoksa iyi mi demeli diye düşünür durursunuz. Favorilerim arasında yer alan ‘Kehribar’ da böylesi bir ruh haline soktu beni. Çünkü Aristotales’in ‘Gençlere kuvvet, yaşlılara hikmet verici’ bulduğu doğanın insanlara armağanlarından biri olup bünyesine hapsettiği kalıntılarla bütünleşerek onların görselliğinden değer kazanan ‘Kehribar’ misali, içinde geçmişin izlerini taşıyarak geleceği güzelleştirmeye çalışan ATV dizisinin ikinci bölümünün ardından bende kalan duygu, çelişkilerle dolu.
Taş devrinden bu yana insanların ilgisini çeken ve ‘Amber’ olarak da bilinip tıp dâhil birçok alanda kullanılan… Türk bilim adamı İbni Sina tarafından birçok derde deva görülen… Kimilerince sakinleştirici olarak kullanılan, kimileri tarafından afrodizyak niyetine alınan, bazı yerlerdeyse şeytani ruhları uzaklaştırıp iyi ruhları çağıran tütsü vazifesi gören ‘Kehribar’ın dizideki misyonu, geçmişin hesaplaşmasını aşkla buluşturup ağır abi havası estirmek. Bu görev layıkıyla yerine getirildi mi derseniz… Yorum yapmada çelişki doğuran da işin bu tarafı zaten. ‘Kötü’ desem, haksızlık… ‘İyi’ desem hak edilmemişlik. Galiba en doğrusu şimdilik, ‘‘Toprağın altından yeni çıkmış ham taş kıvamındaki ‘Kehribar’ın özüne henüz tam varamadık besbelli’’ diyerek diziden göze çarpanları sıralamakla yetinmek.
‘KEHRİBAR’ KIRILGANDIR, AMAN DİKKAT!
Eşkıyanın dünyanın her tarafına hükümdar olduğu günümüzde, ‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ diyerek Salı gecelerine hükümdar olan ATV’nin ‘Kehribar’ hevesini henüz yayına girmeden ele aldığımda, diziyi avantajlı kılabilecek detaylara değinmiştim. Özellikle Gürkan Uygun ve Necip Memilli’nin varlıklarından dolayı doyurucu bir iş izleyeceğimiz noktasında çok umutluydum. Nitekim bu iki isim hakkında yanılmadığım en baştan çıktı ortaya. Ancak şu ana kadarki tabloya baktığımızda, sıraladığım diğer avantajlar için aynı şeyi söylemem imkânsız.
‘Kehribar’da ilk dikkat çeken olumsuzluk, öykünün çok dar çerçeveye sahip oluşu! Şöyle ki; Dizinin bütün olayı, kız meselesiyle karşı karşıya gelen Orhan ile Musa arasındaki husumete dayandırılmış. Üstelik burada ‘Kehribar’ın hak sağlayıcısı konumundaki Orhan’ı masumlaştırıp Musa’ya karşı avantajlı duruma geçirecek bir durum da yok. Çünkü Leyla’yla birlikte olup onu kaçırmak isteyen Orhan, Musa’yı sakat bırakmış. Böylece geleceğin kötü adamını yaratmış. Ailesinin topraklarının bir kısmının bu yüzden Bozoğlu’na geçmesine sebep olan Orhan’ın, 20 yıl ortada görünmeyip Leyla’yı kaderine terk etmiş olması da karakterin hak arayışına inanmamızı zayıflatan sebeplerden.
Gerçi ‘Kehribar’, ikinci bölümünde öykünün dar açısını genişletmek için birtakım atraksiyonlar yaptı. Yeni köprünün fırsatçılık peşindekilerin iştahını kabarttığı yönündeki mesajla, geçmişten kalan intikamcılığı, İstanbul orijinli arsa rantçılarıyla mücadele amacına bağlayıp ‘Zeytinliklerimizi yedirmeyiz’ postasını koydu ama… Bunun gelişebilmesi için Orhan’a destek olacak ciddi karakter göremedik henüz. Umut Karadağ’ın canlandırdığı Veli karakteri var da… Ne yazık ki usta oyuncunun rolü çok kısıtlı bırakılmış hâlihazırda. İşte tam da burada ‘Kehribar’ın ikinci eksikliği çıkıyor ortaya…
Dizinin yükünün Orhan ve Musa’nın omuzlarına bindirilmiş olması! Sanki bütün senaryo onlar için yazılmış. Evet, Gürkan Uygun ve Necip Memilli performanslarıyla karakterlerinin hakkını fazlasıyla veriyorlar. ‘Feleğe gücüm yetmez’ diyen Orhan, gerek bakışları gerekse aforizmavari konuşmalarıyla karakterin bezginliğini ve sertliğini iç içe geçirip alabildiğine yansıtıyor. Şimdikilerden çok farklı bir tiple karşımıza gelen Necip Memilli de, sakatlığının yarattığı yıkımla psikopatlaşmış ruh haline sahip kafası güzel Musa’nın ani patlamalarını aktarırken, ‘iyi adam mı yoksa kötü adam mı’ olduğunu sorgulatmayı çok iyi başarıyor. Anlayacağınız izlenmesi keyifli olan iki oyuncu ve karakterleri diziyi sırtlamış götürüyorlar. Fakat nereye kadar? İkisinin çabası ‘Kehribar’ın öyküsünü sürükleyici kılmaya yeter mi?
Dizi, bu eksikliğini gidermek için devreye diğer karakterleri sokmaya çalışıyor aslında ama… Bu ‘ama’dan açığa çıkan gerçek, ‘Kehribar’ın dar alanda paslaşan temasını geliştirmek için seçtiği yan konuların fazla klişe olduğu! Yani fark yaratabilecek, heyecan uyandırabilecek bir karakter ve ona bağlı öyküsellik var mı diye bakıyoruz…
Karun kadar zengin olma hevesiyle kocasını dolduruşa getirip kayınpederinin ölümüne sebep olan Sanem (Sibel Taşçıoğlu), aile içindeki nifak tohumu olan kötü yenge olarak hazır karşımızda. Başkalarının çocuklarını sahiplenen babalık olayı deseniz… Orhan, Almanya’da kalmak için evlendiği Adile’nin oğlu Kaan’ı sahiplenmiş. Orhan’ın oğlu Kemal’i, göstermelik koca Cemal üstüne almış. Yani şimdiki dizilerin olmazsa olmazı bu klişe de çift koldan mevcut. Yanı sıra düşman aile çocuklarının aşkı, üvey anne kıskançlığı da var. Olmuşsa ne çıkar denebilir, lakin klişelerin dizilerin özgünlüğünü bozduğu, tadını kaçırdığı kesin.
Tat demişken, bir eleştiri de buradan getirelim ‘Kehribar’a… Almanya ayağından öyküsünü başlatan ‘Kehribar’, Köln görüntüleri eşliğinde zor çalışma şartını ve günlük yaşamını izlediğimiz Orhan’ın aşkından dişe dokunur bir tat yansıtamadı bize. ‘Aşk, ölüm kapını çaldığında biter’ gibisinden büyük sözler ediyor aşka dair. Ancak geçmişte yaşananların içine sokup büyük kine sebep olan gençlik ateşini hissettiremiyor. Bunu yapamadığı için de ‘Kehribar’ın temelindeki aşk havada kalıyor ve Adile’nin yaratacağı çekişmecilikle farklı bir boyuta taşınması muhtemel, Leyla-Orhan ilişkisinin tadına baştan çomak sokulmuş oluyor.
Kısacası; Bir gecede gerçek olan masalı Mudanya’nın her yerine yazdırıp sırra kadem basmanın ardından, ‘Martı’sıyla birlikte Almanya’dan Türkiye’ye direksiyon sallayarak gelen Orhan’ın ayağının tozuyla kasabanın şerifine dönüşmesi… Musa’nın da istediği an öldürebilme olanağına sahipken işi anlamsızca uzatan komiğimsi intikamcı halleri sergilemesi, ‘Kehribar’ın parlayıp bol müşteri çekmesine yetecek güçte değil. İçinde, geçmişin izlerini taşıyan fosilleri barındıran ‘Kehribar’ çekiciliğini kendilerine malzeme yapmak isteyenlerin konuyu şekillendirirken daha özgün detaylarla dizinin önünü açmaya özen göstermeleri gerekirdi. Bu saatten sonra yeni biçimlendirmeye gidilebilir mi? Mümkündür. Ancak ‘Aman dikkat’ diyoruz. Zira ‘Kehribar’ denilen şey kırılgandır, kolayca zarar görebilir.
‘KEHRİBAR’IN KADINLARINA MAŞALLAH
Kanser haberini yeniden doğuş fırsatına dönüştürmek üzere yola koyulan Orhan Yarımcalı ile Orhan’ı saklandığı yerde sobeleyen Musa’nın karizmatik meydan okuyuşuyla intikamcı yüzünü başlatan ‘Kehribar’; kabadayılık raconuydu, toprak ağalığıydı, hesaplaşmaydı, kumarhane dağıtmaktı derken bu tarz yapımlarda olması gereken ne varsa sergileyip, erkek yönü ağır basan dizi olma özelliğini her şekilde gösterdi izleyiciye. İlgi çeker, çekmez o ayrı.
Öte yandan ‘Hadi bas tetiğe’ kışkırtmasına meraklı erkeklerin dünyasına cumburlop dalan ‘Kehribar’ın kadın kanadında sergilenenler gerçekten de dikkat çeken türden. Çünkü erkek âleminde varlık göstermeye çalışırken her biri ayrı bir tabloyla karşımıza çıkan kadın karakterlerle sağ gösterilip sol vuruluyor adeta. Dizinin ‘Maşallah’ dedirten kadınlarının öyle sahneleri var ki, hem ders verir nitelikte hem de aba altından sopa gösterme özelliğinde.
Yatağa girmeme şartıyla evlenip kocasının tecavüz hamlesine karşı koyan Leyla’dan başlayacak olursak… Kemal’in Orhan’dan olduğunu bütün aileden saklayabilecek kadar cesur, zeytinliğin işlerini yürütecek yetenekte bir kadın gibi görünüyor… Sözde babasının ‘Beni rezil etme. Evlat katili yapma. Tek başına geberip gidersin’ şeklindeki tehditlerine karşı çıkıyor ama… Maşallah dizi başladığından beri şakır şukur tokat yiyor. Hani senin güçlülüğün? Demek ki, kadın akıllı ve becerikli olabilir ama erkeğin inen şamarlar karşısında da boyun eğmesini bilmeli. Böyle mi kabullenelim bu çelişkiyi?
‘Dişi köpek kuyruğunu sallamazsa…’ diyerek sözde çevre kaygısını dillendiren, özündeyse aşağılama babında toplumdaki genel kanıyı bir kez daha dikte eden babanın şamarcılığını kuzu kuzu kabullenip kovulduğu evden çıkmayan Leyla’nın tutarsızlığından, ‘Kehribar’ın Bahar rengine geçtiğimizde bir başka çelişki tablosu çarpıyor gözümüze. Bahar, annesinin kışkırtmasına rağmen üvey ablası Leyla’yı sevip destekleyen eğitimli, bilinçli bir kadın. Leyla’nın arka planda bırakılmasını kabullenmek istemiyor. İkide birde çekip gitme havasına giriyor. Ama o da Leyla gibi ‘Hesabını gören adama katil demiyoruz’ kafasındaki zorbalığı ekran başındakilerin aklına kazıyan erkekler âlemini terk etmekten kaçınıyor.
İnsan bu kadınların tutarsızlıklarını izlerken ‘Bu kadınları tutan ne’ diye düşünmeden edemiyor. Cevap olarak ‘para’ desek Ziraat Mühendisi oluşu sürekli tekrarlanan Bahar’ın kendine yetecek gücü yok mu çelişkisi beliriveriyor. Leyla’nın elini kolunu bağlayan oğlu desek… O da annesini anında satıyor. Yani ATV ekranında, kadın açısından bir garip çelişki daha. ‘Kehribar’ın bu yönüyle ‘Yeter’deki kadın tablosuyla çokça örtüştüğünü de yeri gelmişken hemen vurgulayalım!
Leyla ile Bahar’ın dışındaki kadın profilleri de kendini sorgulatan türden… Biri, Sanem… ‘Her şeyi becerdin de bir bu kaldı’ diyerek kocasının sevişme isteğini reddeden Sanem’le Veli’nin niye evlendiği konusu bir yana, kadının kendisini gelinliğe kabullenmiş Burhan’ı öldürmesi ve kızıyla muhabbeti, kadınları şeytan gibi göstermek için birebir. Maşallah kadın istediği gibi cirit atıyor, kimsenin ruhu duymuyor. Burada bir parantez açıp Burhan’ın az önce tartıştığı ve gerçek niyetini bildiği Sanem’in elinden ilaç içmesini ve kim vurduya gitmesini mantıksız bulduğumuzu belirtelim. Ölümü neden şüpheli görülmüyor? Hastane ölüm sebebini niye araştırmıyor? Sorular, sorular… Ve bir başka kadın tipi, Özge Özder’e çok yakışan Adile… Kadın, sözde Orhan’ın aşkından bitip tükenmiş ama teselli için bulduğu yol içki içmek, kaldırımlara vurup kendini dağıtmak. Hani Alman kültürüne adapte olunca bu hale gelinir mi denmek istenmiş? Bilemedim gitti.
Anlayacağınız gözümüze silahlarını sokup birbirlerine kabadayılık sergileyip, tüm bunları şairane konuşmalar ve dokunaklı parçalarla kabul edilebilir kılmak için türlü öykülerin ardına sığınan erkeklerin ‘Kehribar’ dünyasındaki kadınlar, ‘Kadın dediğin olmayanı oldurandır’ sözüyle parlatılmak istense dahi kendi yerlerini açma savaşında alta giden taraf konumunda!
ATV’NİN ‘KEHRİBARI’NA ŞANS TANIYALIM…
Kadın tablosuyla tıpkı adını aldığı değerli taş gibi bol çeşitli renklilik sergileyerek kafa karıştıran… Erkek cephesindeyse ‘Görülecek hesabın varsa yıl değil, asır geçse bile unutturmayacaksın. Sen olmasan oğluna, yoksa torununa devret. Yoksa adamın, adamlığını alırlar altından’ şeklindeki dede nasihatiyle, hesap sormayı adamlıkla özdeşleştirip adeta ‘kan davası’nı körükleyen ‘Kehribar’, ‘Gitmek mi iyi, kalmak mı’ şaşkınlığındaki Orhan misali ikilemlerle dolu bir yapım. Buna karşılık kimilerine soğuk gelen başlangıcında umduğumuzu verememiş olsa bile henüz yolun başında. Bir umut, ‘Kehribar’ ışıltısını çıkartacaktır ortaya.
Sonuçta; 12’incilikle başlangıcını yapıp totalde dokuzunculuğa yükselen ‘Kehribar’ın hem içerik hem de karakter ivmesini artırması kendi yararına olacaktır. ‘Yoldaşın olmasa da yanlışa tek başına dur diyeceksin’ diyerek bir anlamda kendi yalnızlığını vurgulayan Orhan’ın tek başına bırakılmaması tavsiyemdir. Tıpkı ‘Kaçak’ta olduğu gibi, ilginç karakterlerle acilen desteklenmesi çare olabilir. Öyküsü de Orhan-Musa çekişmesinin kıskacından kurtarılıp özgün biçimde şekillendirildiği takdirde herkesin gözdesi bir mücevhere dönüşmesi mümkün. Yoksa birkaç haftalık merakın ardından, yükseliş yerine düşüşe geçmesi uzun sürmez.
Anibal GÜLEROĞLU