Kimine göre kralların bile giremediği bir kale, kimine göre de her türlü iyilik ve kötülüğün öğretildiği bir okul ‘Aile’! Her ne şekilde tanımlarsak tanımlayalım kendilerine has hikayeleri olan aileler, toplumların temeli oldukları kadar, kurguların da vazgeçilmez malzemesi. Özellikle yerli yapımların, ‘aile’ tablolarından gelişen senaryo yaratma klişesine fazlasıyla meraklı olduğu sıkça vurguladığımız bir detay.
Nitekim ‘ağa’ töresinin hüküm sürdüğü kaba saba aile öyküleri bolca işlendi. İzleyici de ilgiyle karşıladı çoğunlukla. Gel gör ki, bir noktadan sonra tıkandı. Diziciler de çareyi alışılmışın dışında aileler sunulmakta arar oldu. Yozlaşan aileler ve yaşam biçimi dayatmalarıyla algıya oynayanlar bir yana... Şimdinin modası, karakterlerinin tavırlarıyla ve yaşam biçimleriyle aileden başka her şeye benzeyen ‘uçuk kaçık aileler’.
Nasıl ki depremin yarattığı acılı-parçalanmış ailelerin felaket tabloları yüreğimizi dağlarken önümüze gelen ‘Aile’ dizisi de bu tarz bir iş olarak ekranlarda. Hal böyleyken ‘Aile’ dizisini yorumlayacak olursak... İlk etapta dizinin özgünlüğü üstüne birkaç söz etmekte fayda görüyorum.
UYARLAMA MI ESİNLENME Mİ?
Uyarlama ve esinlenme olayı yerli kurgularımızın baş sorunlarından. Özellikle ‘esinlenme’ halleri! Zira özgün iş zahmetine katlanmayanların çareyi uyarlamada bulmaları kolaycılık olsa bile orijinal senaryoların hakkını yiyen bir durum değil. Buna karşılık özgün gibi gösterilen esinlenmelerin özünde ‘ilham alma’nın ötesinde bir bedavacılık var.
Keza medyada, 1999-2007 yılları arasında yayınlanarak büyük beğeni toplayan ‘The Sopranos’ dizisinin uyarlaması diye tanıtılan ‘Aile’nin künyesinde uyarlama olduğuna dair bir açıklama göremiyoruz maalesef. Zaten AY Yapım’ın sitesinde de ‘Özgün’ Senaryo ve hikayenin Hakan Bonomo’ya ait olduğu belirtilmekte sadece. Tamam. Emeğe sağlık da... Medyadaki uyarlama vurgusunun yanlış bilgi olduğunu düşünsek dahi, ‘The Sopranos’ dizisiyle benzeşmesine ne anlam vereceğiz bu durumda?
Bilmeyenler için kısaca özetleyelim... Mafya kültürünü bir nebze normalleştirerek izlenebilir hale getirme hedefiyle yola çıkan ve hedefini altı sezon boyunca layıkıyla tutturan 22 ödüllü ‘The Sopranos’, aile içi çekişmeleri ve Tony Soprano’nun psikiyatrist görüşmeleriyle öne çıkan bir seriydi. Babası ve amcası, karanlık işlerle Jersey’nin altını üstüne getirirken annesi de evin içinde otorite olmuştu. Tony de annesinin baskıcı tavırlarına maruz kalmış ve onun otoritesini hakim kılma aracı olarak yetiştirilmişti. Sevgisiz aile ortamının kişiliğindeki etkisini fazlasıyla hissedip bunu yansıtan Tony ile Psikolog Jennifer arasında dalgalı bir ilişki vardı. Dahası yemek merakı, kumar işinden kazanç sağlaması gibi detaylar da Tony’nin özelliklerindendi.
Peki ya ‘Aile’nin içerik şablonu? Amcasıyla atışan, annesinin egemen olduğu evdeki sevgisizliği dillendiren ve mafyanın ‘iş insanı’na dönüşümünü kumar-yemek işiyle sergilerken aile içi çatışmalar da yaşayan... Psikolog Devin’le terapik aşk kıvamında bir ilişki sürdüren bizim Aslan’ın öyküsü de üç aşağı beş yukarı aynı. ‘Soprano’ soyadıyla ‘Soykan’ soyadının benzeşmesi de ayrı tabii... Ne ilginç değil mi?
Anlayacağınız ‘The Sopranos’ ile uyarlama olmayan ‘Aile’ dizimiz arasında temelde pek çok benzerlik mevcut. ‘Özgün’ demeye devam mı?
‘AİLE’NİN PERFORMANSI NASIL?
Bir dizinin başarısı reytingle ölçülüyorsa... ‘Bütün kötülüklerin iyilikle yapıldığı yer’ sözüyle ‘Aile’ felsefesini ortaya koyan yapımın reyting performansı için denecek söz yok elbette. Total’de ikinci, AB’de birinci olarak açılışını yapan ‘Aile’, devamını da aynı şekilde getirdi zaten. Yeni bir yapım için rakipleri karşısında büyük başarı elbet. Tebrikler.
Öte yandan reyting başarısında kadrosundaki oyuncuların büyük etken olduğunu ve bu etkenin merakla pekiştiği gerçeğini yok saymadan içerik performansına baktığımızda... Açıkçası sayısız mantık tutarsızlığı ve samimiyetsiz sahne olduğunu görmezden gelemiyoruz.
Şöyle ki; Kurtlanmış masada kutlanacak doğumgününün suni telaşıyla ve ‘Bizim ailede sofra her şeydir. Sofradan kalkamazsın, sofradan kaçamazsın’ söyleminin zoraki ağırlığıyla açılışını yapan ‘Aile’, devamında gelen uçak komedisiyle çıktı karşımıza. Aslan’ın ve Devin’in ‘bussines class’ sohbetinde yapaylık çoktu ama gerçekçilik adına etkili bir tablo maalesef hiç yoktu. Devin’i, hostese telefon kullandığı için şikayet edip kendisi konuşmakta sakınca görmeyen Aslan’ın bu tavırlarıyla izleyiciye oynandığı apaçık ortadayken bir de hastane atmosferindeki abukluk kondu önümüze. Acil’de kolunda serumla yatan kızkardeşine saldırıp öldürme tehdidinde bulunmak bir psikolog için mantıklı mıydı? Şirinlik çoktu ama inandırıcılık yoktu. Hele amcasına kirli işlerinden dolayı iki çift laf edip masa kırma kabadayılığı sergilemek için İstanbul’dan İzmir’e koşturan iş insanı(!) Aslan’ın acelesi olduğu halde Devin’in şoförü gibi oradan oraya koşturması... Az önce hastanenin acilindeyken kısa sürede evine dönüp intihar etme becerisi sergileyen sorunlu kızkardeş Yağmur’u kurtarıp aile sofrasına gitmemesi... Dizideki söylem mantığında yaratılan çelişkilerin ilk adımlarıydı. Hani sofradan kaçılamazdı sizin ailede?
Ayrıca amcasına kafa tutup dürüstlüğe yelken açma havası basan Aslan’ın online kumardan akan varil varil paraları ‘Güzel oldu’ diyerek istiflemesi, binayı yerle bir etmesi de mantığa ters bir ikilemdi.
Psikolog olmaktan ziyade psikologluk vaka olmaya yaraşan afra tafrayla ortalıkta salınan Devin’i, giyiminden konuşmalarına, yapay-özenti halleriyle izleyiciye aktarıp bu sözde ‘özgür-güçlü’ kadın imajından nemalanmaya çalışan(ki, bunun prim yaptığı aşikar) içerikte bir başka eğretilik, Cihan karakterindeydi!
Babasının cenazesine alınmamışken onun ölümünden sonra kutlanmaya devam edilen çelenkli-pastalı doğumgünü sofrasına oturtulması mantığı sekteye uğratan bir durumdu. Mutlu aile tablosu yaratmak için canhıraş müzik eşliğinde göbek atarak karşılanan babaannenin hatırına o sofraya çağrıldığını düşünsek bile Cihan’ın payına düşen öykü, uçuk kaçık anlamsızlıklarla dolu. ‘Camdaki Kız’ın Feride Annesi olarak korse gerilimi yaratarak diziye katkıda bulunan Nur Sürer’e ‘Aile’deki sıkı disiplinli Hülya kimliğini yakıştırıp buradan beklentiye giren senaryo, Cihan’a karşı duyulan büyük öfkeye açıklık getirememiş mesela... Sadece babasının sıkıntılı ruh halini annesine söylemedi diye böyle yıllar süren bir dışlama olabilir mi? Keza Cihan’ın kadınlarla ilişki anlayışı da bir tuhaf. Aslan’ın eski sevgilileriyle düşüp kalkma merakı nereden geliyor? Kıskançlıktan olsa, niye Aslan’ın eskilerini kapsın ki! En baştan ayartır.
Bunların dışında dizinin kadına bakış noktası da ikilemli. Görünürde Aslan’ı, özündeyse kendi otoritesini korumak için her ilişki durumunda devreye girerek mafyatik tavırlar sergileyen Hülya’nın ‘Eğleycen tabi ki gönlünü oğlum’ sözüyle toplumdaki klasik zihniyeti yansıtan yapımın kadını yücelttiği, erkek şiddetinin kadınların eseri olduğu gibi detaylar da mantık süzgecine takılmakta.
Misal... ‘Bazı insanlarla iki kere tanışırsın’ diyerek sözde Devin’e yakınlık gösteren Hülya’nın entrikacı kimliğiyle ve yeğeninin oyununu bozmak için fırsat kollayan Amca’nın kötücüllüğüyle şekillenen ikinci bölümde, ‘Öyle bozuk anne-oğul ilişkisinin yaşandığı bir memleketteyiz ki’ saptamasıyla, kadına şiddetin annelerin eseri olduğu vurgulanıyor ama... Annesinden ‘Bencil ol ki mutlu olasın’ nasihatini alan Devin’in Aslan’a attığı kafaya övgü diziliyor. Keza Devin’in başka kadınla aile kuran doktor babasının boşandığı halde yıllardır eski eşine ve kızına bakmaktan bıktığı yönündeki söylem de, kadına şiddete karşı duran maddeyi ve kadına ödenen nafakayı kaldırtma peşindeki zihniyetin sözcüsü adeta!
SONUÇTA; ‘Erik Dalı’ şovuyla, yabancı birinin düğün yemeğine katılıp duyarsızca eğlenme uçukluğuyla; Aslan-Devin çiftini havalı kıyafetler ve tavırlarla buluşturup sosyal medyaya oynayan... Dijital platformların topla tüfekle geldiğini, alt yapının güçlü olması gerektiğini dillendirip dünyada mafya işlerinin deli gibi izlendiğini söyleyerek milletin suç-silah-para olaylarına merakını saptayan... Ve Soykan belgeselinin dünyadan çok rağbet göreceği söylemiyle de bir anlamda kendi reklamını yapan ‘Aile’, büyük laflarla ve ünlü isimlerle sağlanan reyting performansına rağmen içerik yönüyle aynı güce sahip olmayan bir çalışma.
Senaryonun dediği gibi ‘Yanlış sevilen yalnız çocuklar aynı yerden yaralı olunca birbirlerini isterler mi’ bilinmez ama... Bir anda kaynaşıp ilk muhabbetin ardından gelen evliliklerden ve kurulan ailelerden pek hayır çıkmayacağı kesin. Her karakteri ayrı bir psikolojik vaka olan uçuk kaçık aile tablosuyla özgün ‘Aile’nin asla iç dinamiklerini çok güzel kurmuş ‘The Sopranos’ ayarında bir iş olamayacağı da öyle!
Anibal GÜLEROĞLU