Zira hayatları yok eden, umutları söndüren kurşun, kötülükten beslenenlerin gövde gösterilerinin baş malzemesi durumunda.
Nitekim eskisinden yenisine ekrandaki kurgular için de aynı mantık geçerli. Karakterlerin en ufak bir tartışmada belindeki silaha davrandığı sahnelerin bolluğundan-kabadayılıktan medet umulurken, silahı erkekliğin şanı sayan zihniyet tarafından kurşunlar leblebi niyetine kabul görmekte. Hal böyle olunca kurguların, mafya-siyaset denkleminde varlık gösteren karanlık dünyaların karalığından sıkça nasiplenmeye çalışması kaçınılmaz. Nasıl ki, FOX’un ‘Kurşun’u da bu niyetle çıktı ekrana.
Öte yandan her karanlık dünya kurup kurşunların konuştuğu âlemlere dalanın nişan aldığı hedefi tutturmada başarı garantisi taşımadığını da unutmamak lazımdı… Ki, ‘Kurşun’ bu büyük talihsizliği hızlandırılmış biçimde yaşayarak reyting savaşında hedefi tutturmanın ne denli zor olduğunu kısa sürede hissetti. Peki, ama neden? ‘Kurşun’un tetiklenmesinde ne gibi hatalar yapıldı da hedefi tutturamama talihsizliği yaşandı, boşa harcandı? Bakalım hemen.
‘KURŞUN’U ETKİSİZLEŞTİREN ‘KARADAYI’ MANTIĞI!
Geçmişin nostaljisine sırtını dayayan ve her dönem dizisinde olduğu üzere bir kez daha ‘‘Ne güzelmiş o yılların İstanbul’u’’ dedirten türden görsellikle içimizdeki özlem duygusunu gıcıklayan ‘Kurşun’ umutla beklediğim yenilerdendi. Gerek günü, gerek temel aldığı konu, gerekse oyuncu kadrosu hayli avantajlı duruyordu bu açıdan. Ama ne yalan söyleyeyim dizi ekranda yerini aldıktan sonra tanıtımdaki kurgu havası ve cafcaflı isimler bir anda fos çıktı. İçerik ve karakterlerin çekicilikten uzak soğuk tablosu baştan itibaren hayal kırıklığı yaşattı bana. İlk iki bölümdeki gelişimin mantıken falsolu biçimde ilerlemesiyse iyice tatsızlaştırdı işi. Zaten kısa sürede ivme kaybeden ‘Kurşun’, sonrasında hedeften daha da sapar oldu. Nitekim alınan sonuçlar hatalı çıkışın yansıması olarak meydandaydı.
Ekrana çıktığı gece Total’de 4.7 reytingle beşinci, AB’de 6.15 reytingle ikinci sırada yer alan dizi, izleyicinin merak ve beklentisi doğrultusunda aldığı bu sonuçları ne yazık ki ikinci bölümde sürdüremedi. İkinci bölüm 4.43 reytingle Total’de yedinci, AB grubunda da 5.6 reytingle dördüncü oldu. Böylece daha ikinci bölümden gerileme yaşamaya başlandığının sinyalini verdi. Devamı daha vahim geldi. Düşüşe geçen dizi ‘Kuruluş Osman’ın sahne almasıyla şokunu yaşadı. Total’de 2.61 ile 19’uncu olan dizi, AB’de 3.45 le yedinciydi. Bu haliyle FOX ekranında daha ne kadar kalabilir diye düşünürken final haberi düştü gündeme. Bize de büyük iddiayla ortaya çıkan yapımın nasıl bu hale geldiğini detaylandırmak kaldı.
Şimdi izleyici algısının da etkili olduğu bu hayal kırıklığının temelindeki hatalara ayrıntılı biçimde bakacak olursak…
Hedefi tutturamama olumsuzluğunun temelinde ‘Kurşun’un kendinden kaynaklı hataların payı büyük kuşkusuz. Bu noktada, içeriğin gelişimindeki sürüsüne bereket mantıksızlığı bir kenara bırakırsak… Dizinin en önemli hatası, ‘Kurşun’dan yeni bir ‘Karadayı’ yaratma hevesi!
Tamam. ‘Kurşun’un senaryosunun, 70’li yıllarda yaşayan ve öğrenciliği döneminde harçlığını zamanın kabadayıları olan Oflu Kardeşlerden alıp sonrasında onlarla yakınlığını sürdürerek geceleri kabadayı havasında âlemlere daldığı için eleştirilen Marlon Kemal’in hayatından esinlenme olduğu söylenmişti. Yani izleme hevesi doğuran özgün bir iş konumunda görünüyordu. Lakin dizinin içeriği sunulurken estirilen bu olumlu hava ‘Kurşun’un kurgu aşamasında değişime uğramıştı. İçerik kendi özünden sapmıştı adeta.
Şöyle ki; Ormanda kurulan darağacı sahnesinin uyandırdığı farklı bir şey izleme hevesi devamında kursağımızda kaldı en kestirmeden. Savcının infazının iki hafta öncesine giderek milletvekili oğlu olmanın pervasızlığındaki Serdar’ın Filiz Ertan cinayetinden dolayı pavyonda apar topar tutuklanmasını verip mahalle atmosferine geçildiği andan itibaren kendini tüketmeye başlayan dizi, bu aşamada tam anlamıyla yeni bir ‘Karadayı’ yaratma mantığı güttüğünü hissettirdi bize. Böylece tüm çekicilik sıfırlandı. Karakterlerden başlarsak söze…
Tek kişilik orduya dönüşerek pavyondaki kötü adamların hakkından gelen ve motoruna atlayıp giden Savcı Orhan, babasını kurtarmak için sahte kimliğe bürünüp savcılığa kapağı atan Mahir Kara’nın yasal savcı muadili konumundaydı sanki... Onun lakabı ‘Karadayı’ idi, Orhan’ınki de ‘Kurşun’. Gerçekleri ortaya çıkartma hevesiyle yükseklerdeki karanlık kişileri karşısına alıp savcıdan ziyade kabadayı misali mücadelesini sürdüren Orhan’a ilk bölüm itibariyle yarenlik etmeye başlayan cevval gazeteci Leyla da, Feride’nin yerine geçme hevesini çağrıştırıyordu alenen. Gücünün sınırları makamını aşan ve yargı dâhil her alanda hüküm süren Bakan Mehmet Saim’in ‘Kurşun’daki muadili, İstanbul’un Boğası Nuri’ydi! Karakterleri denk düşüren çağrışım tablosunda eşinden korkarak her olumsuzluğa göz yumar hale gelen Kerime Şadoğlu’nun karşılığı da, Leyla’nın ürkek annesi oluvermişti.
Kızının ölümüne üzüldüğünü hemen hiç göstermezken Gülce’yi örtme meraklısına dönüştürülen Zehra’yı canlandıran Şebnem Dilligil ile Mahir ve Orhan’ın annelerini daha da bir kesiştiren dizide aile içi sinsilik etme göreviniyse, ezikliği Bülent’le uyuşan Rıfat karakteri yerine getirmekteydi. ‘Karadayı’daki Başsavcı cinayetinin tek tanığı Serra’nın yerinde Filiz Ertan cinayetinin şahidi Gülce vardı. Her ikisinin de korumaya çalıştıkları çocuklarının bulunması nedeniyle susmaları ve çocuklarının babalarının hapiste olması cabası. Dahası Orhan ile Leyla’yı imkânsız aşk hallerine sokup buradan izleyicinin aşk merakını giderecek bir çift yaratma hevesiyle sergilenenler de, Mahir-Feride ikilisinin inişli çıkışlı hallerine özenti gibi yansıyordu. Tabii kesinlikle Kenan İmirzalıoğlu ile Bergüzar Korel’in uyumu yakalanamadı… Engin Altan Düzyatan ile Burçin Terzioğlu’nun ayaküstü gerçekleştirilen sahnelerinde aynı tat oluşturulamadı o başka.
Altıncı bölüm itibariyle senarist değişikliğine giden dizinin içerik gelişimi derseniz… Zeynep’in ölümünden, Nuri Kargı’nın velayeti Leyla’dan alma şeklindeki çala kalemliğe… Rıfat’ın ormanın ortasına eski usul fotoğraf makinesi kurup tam isabet ayarla fotoğraf çekmesinden, Nuri Kargı gibi güçlülük iddiasındaki bir adamın istihbarat beceriksizliği çelişkisine… Çınarlı masada adam harcamakla övünen işkembeci Bünyamin’in inandırıcılıktan uzak sahneler sayesinde ‘Oflu kabadayı’ olamayışından, Leyla ile babası arasındaki ilişkinin mantıksız yansımasına… Sayısız aksaklığın sıralandığı ‘Kurşun’un gelişimi, ilk andan başlayarak iyi bir sonuca doğru yol alınmadığının göstergesi olmuştu zaten.
İlaveten karakterlerin rollerindeki eğretilik… Aksiyonun yavanlığı… Temponun ağırlığı… Kötü adamların kötülüğü hissettiremeyişi… Olayın aşk kanadındaki zorlama tablo… Zeynep’in ölümünün ardından sergilenen duyarsızlığın iticiliği… Gülce’nin kurtarılması gibi pek çok sahnedeki basitlik… Yarattığı atmosferle bunaltıcı hale gelen ‘Kurşun’a ekstra darbe indirdi. Ters tepip kendi kendini yaralamasına ve öldürmesine yol açtı.
Dolayısıyla masanın evladı olup kendi işini kendi yapan ve Savcı Orhan’ın adalet arama tarzından, içeriğe canlılık katması gereken karakterlerinin yavanlığına özgünlükten uzak bir nahoşluk sergileyen… Yönetim özeninden uzak sahneler sayesinde iyice darbe alan içeriğinde de dibe vurup yeni bir ‘Karadayı’ yaratma hevesindeki yersizliği apaçık hissettiren ‘Kurşun’un, izini takip ettiği dizinin gölgesinde kaldığını söyleyebiliriz rahatlıkla.
SONUÇTA; Kalibresini ve menzilini gözetmeden namluya sürülüp kendisinden çok şey beklenen ‘Kurşun’u hedefe isabet ettiremeyen detay, ‘Karadayı’ mantığına saplanıp kalmasıdır. Bu böyle biline! Kıyaslama yapmaya sebep olan bu mantığın geri tepmesi de, izleyici kaçışı ve yedinci bölümle finale yollanış oldu nihayetinde.
Hani ‘Umuda kurşun sıksa da zulüm unutma, umuda kurşun işlemez gülüm...’ demiş ya ünlü şair Nazım Hikmet. İşte varlığına reyting kurşunu sıkılan dizi ‘Kurşun’, aşırı güven hallerinde umuda da rahatlıkla kurşun işleyebileceği gerçeğini en net biçimde koydu ortaya.
Açıkçası nice aksaklığı bünyesinde barındırmanın ötesinde özentiyle başarıya ulaşılamayacağının son göstergesi halini alan ‘Kurşun’un, özgün olamamasına ve samimiyetsizliğin kurbanı yapılmasına üzüldüm. Çünkü esinlenilen öykü doğru ele alındığı takdirde iyi bir gerçekliği yansıtacaktı bize. Ancak maalesef yanlış formüle bel bağlandığı ve layıkıyla kurgulanamadığı için kendisine yönelik umutları boşa çıkarttı.
Bu talihsizliği ‘Kurşun’a ve bize yaşatanlar çok yazık ettiler doğrusu.
Anibal GÜLEROĞLU