Şantajlarla-ödüllerle sindirme… İtiraz edenleri makul şüphelerle korkutma… ‘İdare etmek lazım’ türküsüyle sürünmeye mahkûm edilen halktan esirgenen kaynakları, gani gani kullanma… Ve tüm bunları ciddi başkaldırılar yaşamadan, rahatça uygulayabilmek için de ölümsüz vasıflara sahip ruhani lider kimliğine bürünerek, etkili konuşmalarla öteki tarafa dair vaatlerde bulunup kendisine inananları avutmak için nimetlerden cücük kadar pay dağıtma…
Kim yapıyor bunları, nerede yaşanıyor bu tablo? Yozlaşmanın alabildiğine ivme kazandığı günümüzde, hayatın içinde mi? Takdire kalmış. Daha açık bir ifadeyle, mümkündür. Nihayetinde, olaylara bakıldığı yön itibariyle, farklı algılanmaya ve değerlendirmeye uygun olan yaşamsallıklar her daim yoruma müsait nitelikte. Üstelik sömürünün gerçek tabloları da dünya genelinden haberlerle yansıyor bize.
Ancak benim yukarıda saydıklarım, yaşamla birebir özdeşleştirilse dahi, ona göre daha net olan ve ‘paraleldi, dün dündü’ misali inkârcı mantıklara yer bırakmayan bir tabloyla olayları aktarma özelliğine sahip bulunan kurgu dünyasına ait… Yani adını tam koyacak olursak, bu olumsuz birleşim, kıyamet sonrası dünyaya adrenalin yüklü bir bakış atan ‘Mad Max: Fury Road’ filminin içeriğine yönelik bir durum değerlemesi.
GELECEK ÇILGINLARIN MI OLACAK?
Bugünü; sömürülerle, kan dökmelerle ve ekonomik bunalımlarla talan eden insanlığın kendi eliyle yaşanacak kıyamet sonrasına dair senaryolar üretme tutkusu geçmişten beri sinemanın vazgeçilmeyeni… Geleceğin olası dünyasını şimdiden yansıtma hevesine kapılanların bu vazgeçilmeyeni değerlendirme biçimi de yine kaoslar ve hak arayışlarıyla yapılmakta tabii. Anlayacağınız olası bir kıyametin yaşanması bile özünde bir değişim getirmiyor insanlığın yaşam algısına. Yine gücü yeten yetene bir düzen hâkim oluyor dünyaya ve tarihi tekerrür ettirecek sistem aynen kuruluyor senaryolarda.
İlk olarak 1979’da sinemaya aktarılan Mad Max, kıyamet sonrasının Avustralya’sındaki kanun ve enerji eksikliğiyle gelişen toplumsal çöküşü aktararak Avustralya sinemasının önünü açmış, aynı zamanda Mel Gibson’ın oyuncu kimliğinin tanınmasına da fırsat yaratmıştı. Devamını da ‘Mad Max 2: Yol Savaşçısı’ ve ‘Mad Max 3: Beyond Thunderdome’ isimli yapımlarla getirmişti. Şimdi George Miller ve Mel Gibson isimleriyle anılan bu üçlemeden 30 yıl sonra yeni bir Mad Max var karşımızda… Hem de eskisinden çok daha zengin bir repertuarla!
3D seçeneği olduğu halde nedendir bilinmez, 2 boyutlusuyla yapılan basın gösteriminde izlediğim ‘Mad Max: Fury Road’, uzun zamandır beklenen bir devam filmi olarak bu beklentileri boşa çıkartmayacak nitelikte. Özellikle de teknik avantajları kullanma coşkusuyla harikalar yaratmış diyebiliriz.
Dünyası, kan ve ateşten ibaret olan bir zamanların kanun koruyucu polisi Max’in ruhsal hesaplaşmasıyla açılışını yapan film, öyküsünü yine termonükleer savaştan sonraki dünyanın su ve enerji eksikliğiyle gelişen çılgınlıklar üstüne kurmuş bir kurtarma operasyonu. İnsanlığın, ilkellikle çılgınlığı buluşturduğu bu ortamda kimin daha deli olduğunu anlama işini seyirciye bırakan yapım, bu operasyon sürecinde, beyninin gri maddesini solucan gibi oyan anıların pişmanlığıyla sürekli hayaller gören Max mi daha deli yoksa herkes mi, diye sorgulatıyor baştan sona.
Hem canlılardan hem de ölülerden kaçan Max, bir yandan peşindeki yağmacılarla mücadele etmek zorunda, bir yandan da beynindeki hayaletlerle başa çıkma çabasında… Geçmişteki yardım çağrıları ve ölüme terk edişin vicdan azabındaki kâbusla yapılan bu başlangıcı takip eden sahnelerde ise tam anlamıyla bir sömürü mantığı hâkim! Savaş çocuklarının koşulsuz itaatkârlıkları ve Ölümsüz Joe denen mekanik takviyeli liderlerinin maskelerle-desteklerle kamufle edilen hastalıklı bedeni de, bu sömürünün odak noktası.
‘Suya bağımlı hale gelmeyin. Sizi ele geçirir’ nasihatiyle ve gövde gösterisine dönüşen bir törenle az miktarda verilen su ödülü… Ölümsüz Joe’nun, uğruna girişilecek savaşta ölerek Valhalla’ya gidip yeniden dirileceğine dair kandırmacası… Kadınların ‘süt’ ve ‘çocuk’ kaynağı olarak kullanılması… Düşmanların kanlarının alınması… Tüm bunlar, lider konumundaki hastalıklı kişilerin hâkimiyetlerini sürdürebilmek için buldukları sömürü formülleri. Küçükten itibaren beyinleri yıkanarak eğitilen savaşçıların bağlılığı ve yokluk içindeki halkı kandırma kolaylığı sayesinde bu formüllerin işe yaradığı da bir gerçek. Tıpkı gerçek hayattaki gibi.
‘Mad Max: Fury Road’ filmindeki bu sömürü öyküsünü destekleyen en göz alıcı detay ise ortamın alabildiğine çılgın tasarlanmış olması. Absürtlükle renkliliği iç içe geçiren, insanların börtü böcek yediği, yaşamsal ilkelliklerine karşın hayli gelişmiş ve vahşi araçlarla gezindiği, savaş coşkusunun şahitlikle yaşanan ‘şehitlik’ mantığına bağlandığı bu atmosfer, seyredene ister istemez ‘Gelecek, çılgınların mı olacak’ diye düşündürme özelliğine sahip.
Bu duyguyu hissettiren en kuvvetli olgu ise baştan sona yoğun tempolu bir aksiyonla ilerleyen yapımdaki arabaların dizaynından yol savaşlarının planına, her şeyin inceden inceye düşünülerek, özenle ve inandırıcı bir üslupla yaratılmış olması. Öyle ki bu sayede akışa kendinizi kaptırıp ayrıntıları es geçiyorsunuz. Mesela, Max karakteri noktasında Mel Gibson’ı arasam dahi, filmdeki yüksek tempolu çılgınlık, ‘Child 44’ ile de vizyonda olan Tom Hardy’nin bana göre bu rolle pek uyuşmayan canlandırmasını da kabul edilebilir kılıyor.
Kısacası; Kovalamaca savaşçılığıyla yaratılan yol filminin çılgınlığı, ortada kayda değer bir içerik olmasa bile sizi sarıp sarmalıyor ve geleceğin karmaşık dünyasına soluksuz daldırıyor.
GELECEKTE KURTULUŞ KADINLARDA!
Gerçekçi kovalamaca sahnelerinde çılgın arabalarıyla tozu dumana kattıran çarpışmalar yaşatan ve Vikingler’den devşirme cennet ‘Valhallah’ya gitmeye gönüllü çılgınlarla aksiyonun hasını yaratan George Miller’ın ortaya çıkarttığı sıra dışılık ve tekinsizlikte insan denilen varlık ve doğa her şekilde bozulmaya uğratılmış. Buna karşın deforme edilmeyen tek olgu ‘kadın’!
Geleceğin teminatı ve erkeklerin besleyicisi olarak sunulan kadın karakterleri yeri geldiğinde aksiyonun içine de sokan Miller, safsatalarla beyni yıkanmış bir erkeğin dahi, kadın elinin ve ruhunun sıcaklığıyla gerçekleri görebileceğini yansıtmakta. Erkeklerin dünyasında korunmak için cinselliklerini tuzak olarak kullanma akılcılığındaki kadın olgusunun bir diğer fonksiyonu, çorak doğayı yeniden yeşertebilecek tohumların da koruyucusu olarak sunulması!
Bundan dolayıdır ki; damızlık süt annelerden, bekâret kemeriyle korunan savaşçı veliahtlar doğuracak genç eşlere… Geleceğin amazonları gibi sunulan yeşil vadi kadınlarının uygun toprak bekleyen tohumlarından, başkaldırının timsali konumundaki komutan Furiosa’nın (Charlize Theron) cesaretine… George Miller’ın masraftan ve yaratıcılıktan çekinmeden ortaya çıkarttığı geleceğin çılgın dünyasındaki baş obje, ‘kadın’.
Sonuçta; Kült serinin yeni versiyonu, Mad Max hayranlarını mutlu edebilecek nitelikte ve kadının hayattaki değerini işaret eden özellikte. Erkek egemen düzenin sömürüsüyle çılgınlaşan ve sefilleşen dünyanın refaha kavuşma noktasında ‘kadın’ın varlığı yüceltildiği için de, doyumluk bir seyirlik olan ‘Mad Max: Fury Road’ filmini ilaveten, ‘Aksiyonuyla erkek, mesajıyla kadın dünyasını öne çıkartan bir yapım’ şeklinde de tanımlayabiliriz. Mad Max, çılgın sömürünün yolculuğunda kadın eliyle kurtuluşa ilerlerken… Gerisinin takdiri size kalmış.
Anibal GÜLEROĞLU