İnsanların güçlü ve popüler olana ilgisi, hangi alanda olursa olsun daima ağır basmıştır. Öyle ki, kalite ve kapsam bakımından çok daha üstün bile olsa zayıf görülenlere nadiren şans tanınır. Bu gerçek Show TV dizisi ‘Mayıs Kraliçesi’nin reytingleriyle bir kez daha görüldü.
Kore uyarlamalarının acayip popülerleştiği dizi sektörümüze, nihayet fark edilerek kazandırılan May Queen’in ‘Mayıs Kraliçesi’ne dönmüş hali dört bölümü geride bıraktığı halde ne yazık ki orijinalinin aksine yeterli ilgiyi bulamadı. Ekran çıkışını, totalde 19’uncu sıradan yapan AB’de ise 12’inci olan dizi sonrasında bir yükseliş gösterip ilk 10 içinde yer bulduysa da devamında gerileyip son bölümünde hızlı bir düşüş yaşayarak totalde 24’üncü, AB’de de 17’inci oldu. Bu performansla ‘Kışı atlatır mı’ diye kendini sorgulatır hale gelen ‘Mayıs Kraliçesi’ böylesi sonuçları hak etti mi peki? Hem evet, hem hayır.
KRALİÇELİĞE ADIM ÇOK ACELECİ ATILDI
Orijinal haliyle ‘Mayıs Kraliçesi’, hayatın karşısına çıkardığı zorlukları aşmak için büyük gayret sarf eden bir kızın başarı öyküsü. Bu öyküde kıskançlıktan doğan cinayet, hırs ve çocukluktan gelen aşklar da bulunmakta. Yani tam da izleyicimizin dizi algısına uygun bir konu yapısı var ve içerikteki çok yönlülük bölümler boyu sürebilecek ajitasyona müsait. Dolayısıyla bazı küçük yerlileştirme değişimleri dışında neredeyse tıpatıp aynı biçimde karşımıza getirilen uyarlamamızdan alınan düşük sonuçlar ilk bakışta yadırganabilir ve ‘Dizi bunu hak etmiyor’ denebilir. Ancak kazın ayağı tam da böyle değil. İki ‘Mayıs Kraliçesi’ kıyaslandığında sonuçların gayet normal olduğu çıkıyor ortaya. Zira ikisinin arasında, izleyici adaptasyonunu sağlayan çok önemli bir ayrılık mevcut.
Şöyle ki; Her bölümüyle farklılık yaratan ve hayli dinamik bir yapısı bulunan ‘May Queen’in can damarı başlangıç kısmı! İzleyenler bilir, orijinalinde karakterlerin çocukluk dönemleri üstünde uzun uzun durulmuştu. Yanılmıyorsam sekiz bölüme yayılmıştı onların çocuktaki yakınlaşmaları, aile ilişkileri ve çatışmaları. Böylece her karakteri derinlemesine keşfetme, mazilerini öğrenme imkânı sağlanmıştı izleyiciye.
Bizdeki ‘Mayıs Kraliçesi’yse, tek bölüme sığdırdı hepsini. Oysa ne de güzel bir performans sergiliyordu Mina Nur Kaymas, Nehir karakterinde! Hele annesi sandığı kadının hoyratça tavırlarına karşı yumuşak başlılığı, küçük yaşına rağmen olan biteni anlamaya çalışması… Ahu Hanım’ın evindeki misafirlikleri… Aşkın Şenol’un canlandırdığı baba figürünün vicdan azabıyla pekişen sevgisi… Kısacası küçük Nehir’in varlığından doğan duygusallık harikaydı. Ama Birol Güven’in yapımcılığını üstlendiği ‘Mayıs Kraliçesi’, tüm bu avantajları kullanmak yerine sanki acelesi varmış gibi üvey babayı hemen öldürdü, Nehir’in çocukluk sürecini de bir bölüme sığdırıp hemen büyüklük hallerine geçmeyi tercih etti. Kraliçeliğe adım atılırken çok aceleci davranılınca da, bir dolu işlenecek konu ve arkadaşlığa ait detaylar uçup gitti. Üstelik yıllar arasında git-gellerle dikkatleri dağıtıp daha çorbaya çevirdi başlangıcı. Çifte kavrulmuş hata!
CANLANDIRMALARDA DOĞALLIK YOK
Başlangıçtaki acelecilikten bahsettik ya… Gerçek ailesini apar topar dağıtarak kaynar suyla haşlanması önemsenmeyen Ece’yi bir çırpıda Nehir’leştiren ve ‘Mayıs Kraliçesi’ni şıpın işi büyütüp mühendislik hayallerinden, eline su dökülemeyen ‘kaynakçı kız’ atarlılığına sokanlar, bu acelecilikle dizinin benimsenmesini zorlaştırdıklarını fark etmişler midir? Hiç sanmam. Belli ki, çocuklarla olan kısmın uzun tutulmasının risk yaratacağı düşünülmüş ve fanlarının ilgisinden faydalanılmak istenen Yağmur Tanrısevsin’i bir an önce devreye sokma mantığı güdülmüş! Yazık edilmiş doğrusu.
Eh hadi bu mantığı, ‘Şimdilerde aşklar ve çiftlerle işler yürüyor’ diyerek kabul ettik ve bizim tersanelerimizde görülmesi mümkün olmayan biçimde varlık gösteren ‘kaynakçı kız’ Yağmur Tanrısevsin’in şirinliğine tav olduk diyelim… Peki ya diğer karakterler? Canlandırmalar, konuşmalar ne derece inandırıcı ve bağlayıcı? Onlara yazılan sahneler samimi ve gerçekçi mi?
Her zaman beğeniyle izlediğim Hatice Aslan’ı alıştığımızın dışında bir kişilikle sunarak artı puan alan dizide, Ahu Hanım dışındaki yetişkinlere (misal Ceylin karakteri) reva görülen hal ve tavırlar da yapmacık dursa bile, bu noktada asıl problem genç karakterlerden yana.
Yağmur Tanrısevsin cephesinden başlarsak… ‘Mayıs Kraliçesi’ne yakışması tamam. Sevimli tavırları, bazı klişeler hareketlerini atamamış olsa dahi gittikçe daha oturmaya başlayan mimikleri de güzel. Ama diksiyon problemi olduğu kesin. Konuşmalarında aceleciliğe ne gerek var? Daha kelimeleri yuvarlamayan ve batıcı olmayan bir üslup kullansa mükemmel olacak diyorum. Ayrıca karaktere yersiz abartılar da yüklenmemeliydi bence. Mesela, sanki onca adamın arasında tek usta kaynakçı buymuş gibi tersanedeki erkek çalışana verdiği kaynak dersi çok komikti. Aynı biçimde bardaki kavgasını, sözde kardeşleriyle konuşmalarını, araba tamirini de abartarak yansıtmışlar. Hem karikatürleştirilen karaktere yazık, hem de Yağmur Tanrısevsin’i doğallıktan uzaklaştıran anlamsızlıklar bunlar.
Samet Sırmalı’nın canlandırdığı Savcı Alper derseniz… Sanki podyumdan çekip alınmış da dizide zorla varlık göstermiş gibi. Nehir’le arasındaki büyük aşktan tutun da, kötü adam Sencer’in düzenbazlıklarına alet olmasına… Başsavcı Yiğit’le muhabbetinden, babasıyla konuşmalarına… Doğallığı, gerçekçiliği yakalayabilirsen yakala. Tabii bunun suçunu Samet Sırmalı’ya yüklemek hata olur. Çünkü bu işin yönetmeni var, replikleri var… Var oğlu var.
Aynı şekilde Dilara karakteri de, konuşmasından tavırlarına yapmacık mı yapmacık. Hani bunun inatçılığı, hırsı, kıskançlığı? Onu, barbi bebek duruşuyla izlerken bu duyguların hiçbiri geçmiyor bize. Yani anlıyoruz, seçkilerde daha önce çalışılmışlarla işi yürütmek etkili olabilir de… Biraz da rolün yansımasına bakmak lazım. Daha olmadı o rolün hakkını verdirmeye çalışılsın bari. Yani Doksanlar’dan bu yana bir şeyler değişsin arkadaş. İnşallah.
Öte yandan, Nehir’in kardeşleri kısa kısa rollerle zaten kıyıda köşede kalıyorlar. Yani fırsatları yok ki kendilerini göstersinler. Bu meydanda Serhat Onat’a gayet uyan Bora karakterinin de yeterince değerlendirilmediğini söylemek isterim.
Bunca eleştirinin ardından ‘Mayıs Kraliçesi’ndeki en samimi ve çekici olan kim derseniz… Ahmet Olgun Sünear yani Oğuz karakteri! Hem samimi bir duruşu var, hem karakteriyle paralel biçimde gayet sempatik, hem de canlandırması gerçek. Ayrıca Nehir karakteriyle de gayet güzel bir çift oluşturacağı kesin.
Neticede; ‘Mayıs Kraliçesi’, canlandırmaları bir yana bırakırsak, orijinalinin kapsamlı konusunun yüzü suyu hürmetine ilgiyi hak eden bir yapım. Ancak görüldüğü üzere bu yeterli olmuyor. Başka bir kanalda ekrana gelseydi, sezona girişi gecikmeseydi ve tanıtımına önem verilseydi daha iyi bir sıralama edinebilirdi belki.
Diğer taraftan orijinalinin başlangıç açıklamalarını es geçerek kafasına göre takılmayı seçen ve konu yoğunluğunda boğularak daha baştan büyük hata eden dizideki canlandırma donuklukları ya da yersizlikleri öylesine sırıtıyor ki, bunları bertaraf etmeye ne kanal olgusu ne de Yağmur Tanrısevsin fanlarının destek gücü yetmiyor. Anlayacağınız ‘Mayıs Kraliçesi’, geçmişten gelen mantıkla kotarılan bir performans sorunuyla karşı karşıya.
Tabii bunlar aşılamayacak şeyler değil. Yeter ki hatalar görülsün ve gayret sarf edilsin. Aksi halde tüm bu sorunlar sürerse, ‘Yılanların Öcü’nü finale yollayan, ‘Gamsız Hayat’ın gözünün yaşına bakmayan ve daha nicelerini bir çırpıda postalayan Show TV, ‘Mayıs Kraliçesi’ni de kışı atlatmasına fırsat vermeden dönüşü olmayan yolculuğa uğurlar. Umalım da, Paganların tanrıçası olup doğanın her şeye rağmen direnerek yaşamasını, saflığı, gücü sembolize eden ‘Mayıs Kraliçesi’, Show’daki varlığını sürdürerek kışı atlatıp yaza ulaşsın.
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal