Üstelik bu hakikati algılamak için öyle dinle bilim dünyasını karşı karşıya getiren Darwinci olmaya veya Darwin’in Evrim Teorisi’ni benimseyenlere göre insanlarla maymunların ortak atalarından, yani anatomik yapısı itibariyle maymundan insana geçiş türlerinden, varsayılan ‘Pierolapithecus catalaunicus’ isimli primat fosilini dikkate almaya filan da gerek yok.
Siyasetinden iş dünyasına, televizyonundan sinemasına insanoğlunun yaptıklarına, konuştuklarına bakmak yeter de artar bile. O zaman kendini maymundan ayrıştıran insan neslinin bir şeyler elde etmek, liderliği kapmak için geçirdikleri ruhsal değişimlerle ve yüzleri başta olmak üzere fiziki dışavurumlarla nasıl maymunlaştıkları; kimi zaman bir şempanzeye, kimi zaman da yırtıcı bir gorile dönüştükleri kolayca görülebilir.
Ama yok ben bunlarla ikna olmam diyen varsa… Demokrasilerde çare tükenmez. Onları ikna yolu da kurguların dünyasından geçiyor. Hani tabulaştırılıp yüceltilen padişahların koltuk hırsıyla nasıl dönüşüm yaşadıkları ve tarih gerçeklerinin kitaplardakinden farklı bir boyuta sahip olabileceği konusu, hayli eleştirilere maruz kalan ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisi sayesinde kafalara dank etti ya…
İşte Hollywood’un insanlarla maymunları aynı öykü potasında harmanlayan yapımları da, bir ikna aracı olabilir. Bu doğrultuda; insan-maymun benzeşmesi, bir yandan beyinlerin karar verme aşamasında aynı nörolojik süreçten geçtiğinin saptanmasıyla bilimsel açıdan güçlenirken, beyazperdede yerini alan ‘Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti’ de iktidar hırsında insandan geri kalmayan maymunlarla ortak paydaları gözlemleme fırsatı sayılmalı.
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MAYMUNLAR CEHENNEMİ
Üstlerinde deneyler yapılan maymunlarla, kendi aralarındaki çekişmeden dolayı maymun sıfatının da ötesine geçen insanların ‘Şafak Vakti’ndeki öyküsünü net biçimde anlayıp değerlendirebilmek için, başka film serilerine karşın ekranda az yer bularak bir bakıma gözden kaçırılmış sayılan ‘Maymunlar Cehennemi’nin geçmişine uzanmak doğru olur.
Özgün adı ‘Planet of the Apes’ olan ve yazar Pierre Boulle’in La planète des singes adlı romanından uyarlanıp Franklin Schaffner yönetmenliğindeki filmle ilk kez 1968’de sinemada yerini alan ‘maymun-insan rol değişimi’ öyküsü, beş filmlik bir seriye dönüşmüştü.
2001 yılında ABD Kongre Kütüphanesi tarafından ‘kültürel, tarihi ve estetik açıdan önemli film’ olarak değerlendirilip ABD Ulusal Film Arşivi’nde muhafaza edilmesine karar verilen ‘Maymunlar Cehennemi’, insan ırkının nükleer savaşla kendi kendini yok etme becerisiyle yaşanan kıyamet sonrasında, her açıdan ilerlemiş olan maymunların dünyada yarattıkları yeni tür medeniyette gelişen bir kurguydu.
Hemcinslerini olduğu kadar doğadaki her şeyi ezip yok etme merakındaki insanları adeta silkeleyerek böyle bir durumun oluşma vahametini düşünme moduna sokan ve 1973’te tamamlanan bu serinin ardından 2001 yılında, özgün öyküyü kendi tarzında çekmek isteyen Tim Burton’ın rutin Amerikan yorumunu yansıtan ‘Maymunlar Cehennemi’ geldi.
Beş bölüm boyunca insanlığın dünyaya verdikleri zarar ve nükleer savaş kâbusu üstüne yoğunlaşan özgün hikâye, Tim Burton’ın elinde bir anda bambaşka bir şekle bürünmüştü. Maymunların efendi olduğu gezegende köle muamelesi gören insan ırkının ezilmişliğine dayanamayıp senatör babasına karşı çıkan ve ‘İnsan hakları’ için mücadele eden Maymun Ari ile gezegendeki esir insanlar tarafından ‘yıldızlardan düşen adam’ olarak görülen İnsan Leo başkahramanlardı. Onların ortak çabasını kendi sinema dilinde anlatan Burton, evrime karşı din gerçeğinin altını çizmek için kullandığı ‘seçilmiş adam’ önderliğini özgürlük olgusuyla buluştururken, maymunlarla birlikte yazılan anayasal haklar üstünden de, Amerika’nın beyaz-zenci mazisine gönderme yapmıştı. Neticede orijinal seriye göre çekiciliği hayli düşük olan bir yorum çıkmıştı ortaya. Neyse ki, devam ettirilmedi.
Tim Burton’dan sonra 10 yıllık bir mola alan ‘Maymunlar Cehennemi’, 2011’de Rupert Wyatt yönetiminde, cehennemin doğuşuna uzanıp ‘Başlangıç’ dedi. Böylece hem insan vasıfları taşıyan maymunların lideri Caesar’ın gelişimine ve Will ile dostluğuna, hem de bilim uğruna yapılan araştırmaların nasıl kötü sonuçlar doğurabileceğine tanıklık ettik. Dostluk ve duyguyla harmanlanmış ‘Başlangıç’ın gördüğü ilgi neticesinde varılan nokta: ‘Şafak Vakti’…
‘Başlangıç’ filminin finalindeki köprü çatışmasını, insan üretimi virüsün yol açtığı Simian gribinin salgına dönüşüp devletleri çökertişini, Obama görüntülü kısa geçişlerle aktararak girişini yapan ‘Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti’, iyilerin tüm çabasına rağmen cehennem ateşinin yakıldığına tanıklık ettiren bir yapım. İnsanlığın sonu yakın mı, sorusuna odaklandıktan sonra kamerasını Caesar ve kabilesinin gündelik yaşamına yönelten yapımda, öncekilerde olduğu gibi iyilikle kötülük yine iç içe. Ama bu kez fitili ateşleyen maymunlar.
Yaşananların üstünden on kış geçmiş ve son iki yıldır tek bir insana dahi rastlanmamıştır. Tıpkı ilk insanlar gibi medeniyetlerini yavaş yavaş geliştiren, aile kuran, ata binen, ormanda avlanan, okul düzeniyle alfabe öğretip eğitim veren ve ‘Maymun maymunu öldürmeyecek. Biz, beraber güçlüyüz’ fikrini gençlerine aşılayan maymunlar, memnun mesut yaşamaktadır.
Ne var ki, her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi birileri çıkar silahları patlatır ve ‘savaşçı liderlik’ hevesi olanlara da ortalığı kızıştırmak için gün doğar.
YOK ASLINDA BİRBİRİMİZDEN FARKIMIZ…
İnsanlık çökerken yükselişe geçen maymunların ‘uluslaşma’ evresi de diyebileceğimiz yapımın ana teması, iyilik ve kötülük olgularının insan-maymun ayrımı olmaksızın her türde varlık gösterdiği gerçeği.
Dizilerde veya filmlerde bütün kötü karakterlerin aynı zamanda çirkin veya abartılı tiplemeyle yansıtılma alışkanlığını sürdüren yapım da, insan deneylerinin olumsuz anılarını bedeninde taşıyan Maymun Koba’yı çirkin-kötü olarak kullanmış. Liderliği ele geçirmek için kendi ırkını öldürmekten ve dahi insanlara karşı kurnazca maymunluk etmekten çekinmeyen Koba’nın yaptıkları, gerçek yaşamda koltuklarını sağlamlaştırmak veya ceplerini doldurmak için topluluklar arasında savaş başlatmak isteyenlerin oyunbaz taktikleriyle birebir örtüşmekte!
Bundan dolayı, kimilerinin kullandığı sözün farklı versiyonu olarak ‘En iyi insan ölü insandır’ mantığıyla, katliam ve intikam peşinde koşan Koba’yı izlerken, onu kurgusal bir maymun olarak değil de sırf şahsi menfaati için barışçıl ortamları dinamitleyen gözü dönmüş provokatif bir insan figürü şeklinde görüyorsunuz.
Maymunların insanlardan tek farkının elektrik enerjisine ihtiyaç duymamaları olduğunu vurgulayan yapımda açığa çıkan bir başka gerçekse, şimdilerde dizilerin de üstüne yoğunlaştıkları ‘aile’ kavramının önemi… Duygusal yönünü, hem maymun hem de insan cephesinde yaratılan ailelere odaklayıp bunu da baba-oğul ilişkileriyle yansıtan ‘Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti’, ergenlerin başkaldırısı veya babaların korumacılığı bakımından da, insanlarla maymunlar arasında hiçbir fark olmadığını göstermekte.
Sonuçta; Araya menfaatler girdi mi ‘Maymun maymunu öldürmez’ felsefesinin bir anlamı kalmadığını, tıpkı insanlardaki gibi bencillik ve kötülüğün baskın geldiğini yüksek bir teknoloji ve mükemmel görsellik desteğiyle anlatan ‘Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti’, pek güçlü olmayan senaryosuna ve kadın figürünü anaçlığın ötesine geçiremeyerek ikinci planda bırakmasına karşın, ilgiyle izlenecek bir yapım.
Bunun ötesinde; toplumların, ‘dürüst’ veya ‘iyi’ olanı değil de ‘güçlü’ olanı lider kabullendiği hakikatini ortaya koyarak, kendimizi maymunlardan ayrıştıran biz insanlara ‘Yok aslında birbirimizden farkımız’ mesajını yollaması da, Şafak Vakti’ni yakalayan ‘Maymunlar Cehennemi’nden, Şafak Attıran ‘İnsanlar Cehennemi’ne güncel bir gerçekçilik! Sırf bu gerçeği idrak edebilmek için bile bu görsel şov görülmeye değer.
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal