Mehmetçik: Kut’ül Amare’ye ne demeli?
Önceki yazımda ‘‘Mehmetçik: Kut’ül Amare’’nin ‘Vatanım Sensin’ ile rekabet tablosunu değerlendirip yorumuyla ilgili hakkımı saklı tutmuştum. İlk bölümünü ‘Vatanım Sensin’in uzunca özet verdiği sürece denk getirip başlatan diziyi enine boyuna izlediğime göre, sıcağı sıcağına kullanacağım hakkımı izninizle.
Tarih en sevdiğim konulardan biri. Çünkü insanın geçmişi, geleceğinin temeli. Oradaki hataları-başarıları doğru değerlendirmeyenin geleceğe sağlam adımlarla ilerleyemeyeceği bir gerçek.
Nasıl ki ‘Asla geçmişte yaşama ama daima geçmişten ders al’ demiş Mevlana… Bundan dolayı dizilerle-kurgularla tarihin işlenmesini, gerek farklı bakış açısı yaratmasından dolayı gerekse insanları tarihle kucaklaştırma yönüyle her daim desteklemişimdir.
Aksaklık ve abartılarından dolayı çokça ele aldığım, yeri geldiğinde takdirle değindiğim ‘Muhteşem Yüzyıl’a da, ‘Vatanım Sensin’e de bu gözle bakmışımdır nitekim. Keza ‘Payitaht: Abdülhamid’i övgüyle karşılamış, fazlaca kanlı bulsam dahi ‘Diriliş: Ertuğrul’u beğeniyle alkışlamışımdır.
Lakin bu kez ilk bölümüyle Total’de ‘Bizim Hikâye’nin ardından ikinci olup, AB’de birinci sıraya yerleşerek ‘Vatanım Sensin’i geride bırakan ‘‘Mehmetçik: Kut’ül Amare’’ için ne demeli bilemedim. Hani şimdilerde ‘Vatanım Sensin’de Dağıstanlı Efe’yi canlandıran Ufuk Bayraktar’ın Hamza rolüyle yer aldığı ve 10 bölümde final yapan ‘Milat’ dizisi gibi ikileme düşürdü beni açıkçası. Nasıl derseniz…
En iyisi, gözü kapalı şakşakçı zihniyetle değil de ‘Dost acı söyler’ mantığıyla yaklaşıp en objektifinden eğrisini doğrusunu dile getirmek… Ki, hem tarihe saygı açısından, hem dünya markası olma iddiasındaki bir kurumun işini değerlendirme bakımından, hem de bizim karakterimize aykırı düşmemek için böylesi yaraşır sonuçta. Hadi başlayalım…
MEHMETÇİK: KUT’ÜL AMARE’NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
TRT’nin yeni tarihi dizisiyle ilgili ilk saptamam, prodüksiyon yönüne söylenecek söz olmadığı üstüne… Gerçekten de çekimler şahane, yaratılan atmosferlere oldukça özen gösterilmiş ve zengin bir iş çıkartılmış ortaya. Zaten aksi de beklenmezdi, onca destek varken.
Dokuma fabrikası, ambulans niyetine kullanılan at arabası gibi dönemsel özellikleri başarıyla yansıtan dizinin akış hızı da gayet canlı bir tempoya sahip. En olumlu yönüyse, önceki yazımda da işaret ettiğim üzere, Demokrat Parti iktidarında NATO yakınlaşması sonucu unutulmaya bırakılan tarihi bir başarıyı yeniden gündeme getirip Süleyman Askeri’yi tanıtması!
Ancak dizinin tüm olayı bu olumlu ayrıntılardan ibaret değil ne yazık ki… Maalesef tam da yayın öncesi dile getirdiklerimle paralel bir hava hâkim diziye. Yani tarihi olayların yaşanmış gerçeklere ne derece bağlı kalarak yansıtılacağı ve kurgusal yorumlarda kullanılacak üslubun nasıl olacağı yönünde dillendirdiğim kaygılarda haklı çıkmış bulunmaktayım.
Alabildiğine objektif bakan bir göz için diziden yansıyan pürüzleri yakalamamak imkânsız zaten. Zira başlatılan rekabetçilikte soru işaretleri yaratan, normal dizi mantığıyla bağdaşmayan söylem diline sahip tablo ayan beyan ortada. Şöyle ki;
-Öncelikle bu tarih dizisinin aldığı reyting sonuçlarını bir tarafa koymak lazım. Çünkü sadece TRT değil çok daha devasa bir sponsor desteği mevcut olduğundan olay, eşit rekabet şartlarının ötesine geçmiş durumda. Bu da reyting sıralamasında yer alan yapımı, günün diğer dizileri karşısında ekstra güçlü kılıp haksız rekabetçilik yaratıyor.
Oysa tarihi anlatmak, tarihte gizli kalan zaferleri ele alıp bunları topluma aktarmak başka şey… Siyasi destek de dâhil olmak üzere haber ajanslarından belediyesine, dev destekleri ardına alarak bu yolla ezici rekabetçilik geliştirmek bambaşka. Dolayısıyla reyting sıralamasına bakıp dizinin tüm toplumu ekran başına çektiği şeklinde bir yanılgıya düşülmemesini tavsiye ederim.
-Öte yandan dizinin tüm topluma hitap etme potansiyeli mevcut iken önemli tarihi olayı birtakım vurgulamalarla rotasından saptırma hatasına düşüldüğü görülmekte.
Mesela, ‘Gün birlik olmanın, diri olmanın, bir yumruk gibi düşmanın sinesine vurmanın günüdür’ tarzı replikler herkesi kucaklar mahiyette. Fakat bunun ötesindeki abartılı cümlelerin, tarihi gerçekleri aktarma işlevinden uzaklaşıp günümüzden yansıyan söylevler şeklinde tarihe monte edilmiş gibi yansıdığı da muhakkak.
Yani diziyi izlerken tarih bilincinden ziyade propagandist algı öne çıkmakta… Ki bu da, askeri filmlerinde düşmanı küçümseyip kendini yüceltme hedefini açık açık sergileyen, kimi Amerikan kurgularında olduğu gibi bir etki yaratıp, o yapımın gerçekçi tarih özelliğiyle benimsenmesini çelmelemekte!
-Dahası… Birinci bölümünü 1914 İstanbul’unda ‘Türklerin meşhur hilali, emperyalistler, Polonya ve Venedik arasında paylaşılmakta… Türklerden işgal edilen topraklarında emperyalistlerin zafer kutlamaları… Bir Türk’ün ağzından bıçak zoruyla akıtılan Tuna Nehri’ diyen Süleyman Askeri’nin savaş hırsını ateşleyen sözleriyle başlatan dizinin içerik dili de biraz problemli.
Misal; ‘‘Yeryüzünde tek özgür İslam toprağı Devlet-i Aliye’nin topraklarıdır. Burası da düşerse Müslümanlar için âlem bitmiş demektir’’ şeklinde ifadelerle ‘Ya olacağız, ya öleceğiz’ saptamasında bulunulması, ‘tarihi dizi’ vasfını aşar mahiyette mantığa sahip bir söylem şekli.
Afrika’dan Hindistan’a… Kafkaslardan Balkanlara… Bir hedef çerçeve çizip ‘Ana Yurdumuz işgal altında’ diyerek büyük vazifesini izleyiciye aktaran senaryonun bu üslubu, duyguları okşayıp coşturmak için olsa dahi, mitinglerden fırlamışçasına senaryoda yer bulan cümleler bir diziye uymayan türden. Bu üslupla tarih bilinci yaratılmış olmayacağı muhakkak!
-Fransa’da yol alan trenin vagonuna götürüp, Büyük Britanya ile birlikte yaşamak istemeyen İrlandalıların çatışmacılığını malzeme yaparak, hem İlker Aksum’un Cox karakteriyle yaratılan casusluk-çetecilik temposunu başlatan, hem de ilk kanlı sahneyi izleten ‘‘Mehmetçik: Kut’ül Amare’’nin düşündürücü yönlerinden bir diğeri, fazla sert ve hırçın bir havada işlenmesi… Sanırsınız tarihteki savaş ortamı yansıtılmıyor da günümüzde savaş hazırlığı içindeyiz!
- Alman komutasındaki Yavuz ve Midilli’nin Rus limanını bombaladığına dair konuşmayı, oraların aslında Rus olmadığını vurgulama noktasına getirip… İslam topraklarının ve Turan diyarlarının hürriyetini hedefleyen Enver Paşa’yı ayrı bir yere koyarak Osmancık Gönüllü Taburları’nı hak ettiği biçimde yücelten dizide, Birinci Cihan Harbi’ni küçümser mahiyette konuşmalar yapılması ayrıca eleştirilecek bir detay.
Bu yaklaşım, kişinin kendi kendisine övgü dizmesi gibi bir netice doğurmakta. İngiltere-Fransa-Rusya’nın yanı sıra İtalya, Japonya, ABD, Romanya, Yunanistan’ın oluşturduğu bir düşman kanadı mevcutken, bunu küçümseyen kurgular geliştirmek ne derece ciddiye alınabilir ki dünya çapında? Dahası, Osmancık Gönüllü Taburu’nu yüceltirken Balkanlarda verilen mücadeleleri hafife alarak değerlendirmemek, es geçmemek gerektiği de malum. Nihayetinde hepsi aynı vatanın askerleri ve şehitleri değil mi?
-Ve dizide işaret edeceğimiz son olumsuzluk… Rollerin henüz oyuncuların üstüne tam oturmamış olması, kocaman söylemlerin eğreti durması. Umarım denge tam kurulur.
MEHMETÇİK: KUT’ÜL AMARE, ‘PAYİTAHT’TAN DERS ALMALI
‘‘Mehmetçik: Kut’ül Amare’’nin düşündürdüklerini dillendirmenin ardından gelelim çözüm yoluna… Şayet hedef, günü kurtarmak değil de her açıdan hakkıyla iş gören bir tarihi diziyi geleceğe miras bırakmaksa, alkışlardan ziyade yapıcı eleştirilere kulak verilmeli.
Benim naçizane önerim ES Film imzalı ‘Payitaht: Abdülhamid’ dizisinin işleniş tarzından, özellikle de Abdülhamid’in savaş çığırtkanlığı yapmayan üslubundan acilen örnek alınması yönünde…
Sarayın, yurdun dört yanından topladığı yetenekli gençlerden olan Hasan’ın piyano çalışıyla büyülediği Kral Wilhelm ile Abdülhamid Han’ın yaptığı konuşmadaki harp ve savunma vurgularının dengesi…
Payitaht’taki tebaaya karşı ayrımcılık yapmadan ama taviz de vermeden takınılan tavırdaki ölçülülük… ‘Diplomaside herkesin kazanacağı bir hesap yapmak zordur’ diyerek gösterilen siyasi incelik… Yahudi devleti için çabalayan Theodor’un bile ‘Abdülhamid kendisine sığınan masum insanları katletmez’ demesi gibi detaylar dikkate değer! Kışkırtıcı ya da ayrımcı denebilecek nitelikte söylem geliştirme ihtiyacı hissetmeden dönem gerçeklerinin en âlâsından aktarabilecek senaryo becerisini örneklemekteler.
Dolayısıyla her karenin maksadını yerli yerine oturtan akılcı kurgusu ve tarihe hak ettiği biçimde bakmayı sağlayan üslup kalitesiyle övgüyü hak eden ‘Payitaht: Abdülhamid’, hâlihazırda ‘‘Mehmetçik: Kut’ül Amare’’den daha eğitici, etkileyici ve öğretici konumunda!
NETİCEDE; Hüsrev Pehlivan’ın da dediği gibi… Hayalleri büyük olanların nefesleri de büyük olmalı. Ancak o nefesin nasıl kullanılacağının çok önemli olduğu da asla unutulmamalı!
‘‘Mehmetçik: Kut’ül Amare’’nin nefesi de hayalleri de büyük. Lakin Cox karakterini İngiliz plancılığını ve emperyalizmin yüzünü göstermek için kullanıp, ordular cephede savaşırken Osmanlı’nın içini karıştırarak yeni cepheler açma taktiğini yansıtmak üzere yaratan senaryo bunları bir süre sonra heba edebilir. Zira bu evredeki abartılı kurgu matematiği sürerse, olayı çağdaş dizi mantığından çıkartıp Yeşilçam filmlerinin düzeyine çekme tehlikesiyle karşı karşıya. Umarım söylem ateşi, tarihle ve günümüz gerçekleriyle paralel biçimde, düşürülür… Kurgu da, tarihten günümüze, geneli kucaklayacak abartısız bir dille yaratılır. İnşallah diyelim.
Anibal GÜLEROĞLU