‘İyi bir başlangıç, yarı yarıya başarı demektir’ der, Nobel ödüllü edebiyatçı Andre Gide… Lakin bu işin diğer yarısı olduğu unutulur çoğu zaman. Özgün senaryodan ümidi hemen hemen kestiğimiz uyarlamacı dizi olayında da durum bundan ibaret.
Orijinalden alınan malzemenin gücüyle elde edilen başarı yarı yolda tıkanıveriyor. İçeriğin gelişimini uzun sürelere yayma zorluğu, tempo düşüklüğünü doğururken başarıyı zedeleyen mantıksızlıkların çoğalmasına da sebep oluyor.
Dolayısıyla gerçek başarı kriteri olarak ikinci yarıyı baz aldığım bu tarz yapımları yorumlamak için acele etmiyorum genelde.
Nitekim 16 bölümlük ‘Secret Love’ isimli Kore dizisinden uyarlanan ‘Meryem’i de bu gözle izledim en baştan beri. Evlenme teklifi aldığı günün dönüşünde savcı sevgilisinin yaptığı kazanın suçunu üstlenen kızın, aşkı uğruna başlattığı sır saklama fedakârlığı noktasında, yerli ve orijinalin kesişmesinin tam kıvamında olması, müziğiyle de etkili bir hava estiren ‘Meryem’in iyi iş çıkartacağına dair umudumu güçlendirmişti doğrusu.
Ancak bu güzel tablo bölümler ilerledikçe değişmeye başladı. ‘Meryem’i eleştirme vakti de böylece geldi çattı.
İhaneti ve sadakati ‘Secret Love’ kadar güzel yorumlayarak yola çıkmasının ardından kan kaybeden…
Mustafa Şevki Doğan’ın yönetmenliğinde işe koyulup dördüncü bölümde Barış Erçetin’i yönetmen koltuğuna oturtmanın ardından bir kez daha yönetmen değişikliğine giderek 22. bölümden itibaren Feride Kaytan’la yola devam edecek olan ‘Meryem’de neler oluyor? Erken final gelir mi, yoksa bu değişimlerden ötürü yayılan söylentileri boşa çıkartıp sezon sonunu görür hatta ikincisine geçer mi? Hadi hep birlikte bakalım şimdi…
ABARTI, MERYEM’İ YARALAMAKTA!
Her ne kadar özgün işlerin özlemini çeksek de, Kore dizilerinin tüm klişelerini sergileyen ‘Secret Love’ın orijinal karakterlerini farklılaştırarak ve yan konular yaratarak kendi tarzını çizen ‘Meryem’in, sıradan içerik bolluğuyla heyecan kaybı yaşayan dizi sektörümüze merak uyandırıcı bir giriş yaptığı, taze kan getirdiği muhakkak.
Öte yandan Kanal D’nin erken sezon çıkışının da etkisiyle yüksek reyting almayı beceren dizinin, reyting ortalaması aynı kalsa dahi, baştaki gücünde olmadığı da ortada. Bunda ‘Diriliş’in sezonunu başlatması kadar, abartılarla ‘Meryem’in yaralanmasının ve merak duygusunun diri tutulamamasının da etkisi var.
Bu noktada öncelikle vurgulamak istediğim abartı, 20 bölüme yayılan Savcı Oktay Şahin’in kötülükleri! ‘Karadayı’nın Savcı Turgut’uyla yarışa tutuşmuşçasına, ‘Secret Love’daki karşılığını aşan bir ‘kötü adam’ profili çizen senaryo, Savcı Oktay’ı 7/24 entrika peşinde koşturan illegal biri haline getirdi malumunuz. Öyle ki, savcılık olayı sadece Meryem davasından ibaretmiş gibi davranan Oktay, adalet adamlığından çıkıp eli kolu her tarafa yetişen, tüm emniyeti parmağında oynatan mafyatik bir tipe dönüştü. Oysa orijinaldeki karakterin bu tarz şişirilmiş eylemleri kesinlikle yoktu. Dolayısıyla daha makul duruyordu.
Şimdi dizinin süresini doldurmak için farklılıklar yaratmanın, bunun için de abartıya gitme zorunluluğunun farkındayız. Ama bunun da bir ölçüsü olmalı. Nihayetinde söz konusu karakter sıradan biri değildi. Cumhuriyet savcısıydı ve bu denli bayağılaştırılması hataydı. Gel gör ki, Oktay efendi kadınlar arası mekik dokumakta, yoldan çıkmaya meyilli komiseri ayartıp suç ortağı yapmakta ve rüşvetleri cukkalamakta alabildiğini ölçüsüzce çıkartıldı karşımıza. İşin fenası, bölümler ilerledikçe Savcı Oktay abartısı iyice coştu. Çünkü reyting buradan geliyordu ve içerik bu karakterin abartısı üstüne yürütülüyordu. Ancak bunun getirisi kadar götürüsü de olacaktı… Ki, hep yerinde sayar hale gelen dizinin yarattığı bezginlikle gösterdi kendini!
Her bölümü Oktay’ın planlarıyla yürüten ve emniyeti-adaleti acizleştiren dizi, kötülüklerin kaynağında yer alan savcı modeline yeni bir katkıda bulunurken izleyicisini de abartısıyla bunaltmaya başlamıştı. Oktay’ın her kötülükten tereyağından kıl çeker gibi kurtulması ve sürekli dört ayak üstüne düşüp kazançlı çıkması heyecanı köreltiyordu açıkçası. Neyse ki Oktay ve planlarının iç baymada zirve yapması, Meryem’in itirafını beklerken ‘rüya’ oltasına gelenlerin isyanı senaryoyu nihayet harekete geçirdi. Meryem’in itirafıyla Savcı’nın kötü yüzünü açığa çıkarttı ve iyilerin kazanması noktasında minnacık bir umut ışığı yaktı. Ancak bu kez de vur deyince öldürüldü. Oktay, ölmüş gibi gösterilerek şimdilik tedavülden kaldırıldı. Bakalım onun yerini doldurmaya soyunan karakterlerde abartı nereye kadar gidecek!
Dizideki ikinci abartı Meryem’in saflığı… Masum kız eşittir aşırı saf yani aptal kız mantığını fazlasıyla yansıtan senaryo, başlangıçtaki aşk uğruna fedakârlığı bölümler ilerledikçe abartı noktasına vardırıp Meryem’in gerçekliğini bolca zedeler oldu. Bu süreçte ağlama olayının da dozu kaçırılınca karakterin orijinal özü, tıpkı Savcı Oktay’da olduğu gibi, iyice zedelendi.
Tüm karakterlerine genel itibariyle abartıyı reva görüp bölümleri buralardan kaynaklanan sündürmelerle dolduran ‘Meryem’de bir diğer aşırılık, Derin’de… Her işe burnunu sokup sürekli kedini sıyırmakta, Oktay’la yarışır halde. Bu karakterin orijinalini düşünürsek orada da sevdiği adamı elde etmek için gizli işler çevirmişti ve kazanın olmasında en büyük suçlu bu karakterdi ama… İşi kundakçılığa kadar vardıran ve her başı sıkıştığında babasını arayan Derin’in sinsilik faaliyeti o denli zorlama bir üslupla işlendi ki karakterin aşkından ziyade kötülüğü çıktı açığa. Yani buradaki abartı da takıntılı aşkı değil salt kötülük hevesini parlattı.
Anlayacağınız erkek Fatma havalarında sürekli posta koyan Komiser Burcu’dan… Cazgırlıkta sınır tanımayan Nurten’e… Karakterlerinin çoğunda orijinalinin amacını aşan bir tablo ortaya koyan ‘Meryem’in şu aşamadaki en büyük olumsuzluğu, karakter abartılarından fazlaca medet umması! Bu tespitin ardından gelelim işin altını oyan mantık oyunlarına…
MERYEM’İN MANTIK BOŞLUKLARI…
Öykünün baş kahramanı durumundaki savcıyı, anne-babası hayatta olan bir karakter şeklinde gösteren ve kazanın sorumluluğunu babasının bozuk silecekleri tamir ettirmeme duyarsızlığına kısmen bağlayan orijinal dizide, karakterlerin ve konu gelişiminin farklı olduğu, daha önce de işaret ettiğimiz bir gerçek. Süre kısalığı ve bölüm azlığıyla mantıksızlıkların önünü kesen orijinale karşın, yerli versiyonda çokça mantık boşluğunun bulunması da bu gerçeğin bir parçası ne yazık ki! Bölümler ilerledikçe bollaşmaya başlayan mantık oyunları, özellikle orijinalini bilenler için daha ağır geliyor. Şimdi burada ‘Secret Love’ın bizimkiyle bağdaşmayan gelişim ve finalini anlatmayacağız kuşkusuz. Bununla birlikte Meryem’in dürüstlük gayretkeşliğindeki mantıksızlıkların altını çizmemiz de şart!
Meryem’in aşırı saflığı ve ağlaklığıyla sıkıcı hale gelmeye başlarken onca zayiata sebep olan suskunluğunu, birdenbire yerli yersiz doğruculuğa çevirmesi ne derece inandırıcı geldi bize? Savcılığı yanmasın diye sevdiği adamın suçunu üstlenmesi öykünün temeli olduğundan ve dahi Meryem onca yıl özverili yaşadığından ilk etaptaki suçu saklama mantığı kabulümüzdü. Lakin Oktay’ın kendisini mahkûm ettirme çabasını görmesi bir yana, pislikleri ortaya döküldükçe Meryem’in suskunluğuna inanamazken masumiyetini hangi kalıba sığdıracağımızı şaşırdık. Hadi başta Savcı’nın birine çarptığını görmediğine inanmıştı ya sonra? Yani adamın Sevinç’i bile bile ölüme terk ettiği ayan beyan ortaya çıktığı halde saklamayı sürdürmesi kesinlikle mantıksızdı. Orijinaliyle çelişen sır saklama gelişimi, babasının hayli garip gelişen ölümünü saf köylü edasıyla kabullenen Meryem’in sözde Savaş’ı korumak için susmasıyla daha da çığırından çıktı. En beteriyse, onun suskunluğu sonucu Gülümser’in ölümüydü. Bu durumda kötülüğe karşı suskun kalıp iyilerin zarar görmesine sebep olan Meryem de en az Oktay kadar suçlu olmuyor muydu? Gülümser’in polislere rağmen uluorta öldürülmesi de ayrı bir mantık oyunuydu ya neyse… Biz, Meryem’in saflığından devam edelim söze.
Beliz’le Oktay arasındaki ilişki gün gibi belli oluyorken bunu anlayamayacak kadar mı saf olunurdu? Olunmazdı tabii de… Bizim buğulu buğulu bakıp sesten tasarrufla konuşturulan Meryem’imiz maalesef senarist-yönetmen ikilisinin talimatıyla saflıkta tavan yapıyordu işte! Tabii bu süreçte izleyici de safın safı yerine konuluyordu. İyi güzel, bunu da geçelim hele… Ama bunca saflığın, kötülüğü coşturduğu gerçeğinde Meryem’in dürüstlük abidesi haline getirilmesini hazmedemeyeceğimizi de belirtelim. Gerçek şu ki, senaryonun ‘Söz verdi mi tutar’ kıvamında sunduğu Meryem’le, onun suçunu üstlenmeye kalkıp ikinci sır sürecini başlatmaya yeltenen Savaş’ın, Oktay’ın saklandığı kulübedeki yersiz tartışmalarından itibaren Meryem’in saflığını noktalaması gerekirdi. Lakin bu süreçte Meryem’in mantıksızlıkları da tavan yaptı. Hapse girmeye çok mu hevesliydi de, Oktay’ın yerini polisten saklayıp kendi gitti? Sözde vicdan azabıyla bunu yapmıştı ama uluorta silahlı gezme meraklısı Burcu’nun rozetini teslim ettiği halde torpidosunda sakladığı silahı alıp Oktay’ın karşısına dikildiğinde hiç de intikam ve vicdan duygusu yansıtamadı bize. Meryem’in eliyle koymuşçasına bulduğu silahı herkesin bulabildiği gizli(!) yerdeki Oktay’a uzatıp ‘Al silahı vur kendini’ ısrarını başlatması, mantıksız çocuk oyunu değildi de neydi? Keza öldürülüp diziden çıkartılmasına hiç anlam veremediğim Gülümser’in ölümünü Oktay’a bağlayarak buradan Güçlü’nün gece vakti Savaş’a koşturup Meryem’i suçlamasına ve hemen itirafa koşturan Meryem’in de kendini Derin’le Nurten’in önüne atmasına zemin hazırlayan senaryoda, Oktay’ın ölüm mizanseni de mantığı dümdüz eden bir süreçle yaratılmıştı. Bozdur bozdur harca misali…
Savcı Oktay’ı ‘Ölüm riski var’ gerekçesiyle ameliyat etmeyerek bedenindeki kurşunla ölüme terk etmeyi daha az riskli bulan doktorların aymazlığı bir yanda… Savcı’yı ameliyathaneden kaçırtacak kadar mantığı rafa kaldıran senaryonun yarattığı ambulans kazası sonucu Oktay’ın öldüğünün ayaküstü kabullenilme garabeti diğer yanda… Savcı’nın ötmesini, ölmesine tercih eden ve helikopter hazırlatan Derin’in ambulans şaşırtmacasıyla kaçırılan Oktay izleyiciye karşı öldü gösterildi ya… Bu emniyetçiler-adaletçiler adli tıptan o kadar habersiz miydi de, yanan ambulanstaki cesede otopsi uygulayıp gerçekten Oktay mı diye hiç araştırmadılar?
Adalet mekanizmasını mum gibi eriten bu mantıksızlıklardan söz açılmışken konunun bir de Derin-Baş Savcı muhabbetine değinmek isterim. Derin’in kötülüğünden ikinci sezon çıkartma gayreti hissettiren dizide, Baş Savcı’nın bir milletvekili kızı tarafından tehdit edilip bakkal çırağı gibi azarlanmayı, suskunlukla ve boynu bükük çaresizlikle karşılaması adalete güven mantığına ters değil midir? Yani koskoca Baş Savcı, adamının yanında bir sarışın fettan tarafından uluorta madara edilecek… Bunu sineye çekmesi yetmiyormuş gibi bir de elde hiç delil bulunmadığı halde, talimatla Meryem’i sorguya aldırmak için harekete geçecek… ‘Cık, cık, cık… Hiç olur mu böyle hukuksuzluk’ diyeceğiz de… Bu sahnenin gerçek hayatla uyumu yoruma açık olduğundan ‘Adaletin bu mu dünya’ demeyi tercih edelim en kestirmeden.
Ayrıca dizideki adalet anlayışında bir boşluk da Savaş ve Güçlü’nün bölümler boyu kimliğini öğrenemedikleri Nurten kanadında… Beliz’in Oktay’ın rezidans’ını çabucak satmasıyla kavuştuğu para bolluğu sayesinde hanım ağa gibi korumayla dolaşması soruşturma konusu yapılmayacak kadar önemsiz mi? Savcı Oktay’ı suçlayan deliller Baş Savcı’nın elindeyken bu adamın annesinin kavuştuğu ani zenginliğin üstünde durulmaması, paranın kaynağının araştırılmaması mantığa sığıyor mu? Adaletle bağdaşan bir durum değil ne de olsa. Ancak burada da ‘Adalet ne ara doğru işlemiş ki’ mantığı güdülüyorsa o başka. Sözümüz yok.
SONUÇTA; Ayça Ayşin Turan, Furkan Andıç, Cemal Toktaş, Açelya Topaloğlu, Uğur Çavuşoğlu, Serenay Aktaş gibi isimleri bir araya getirerek uyumlu kadrosunu yaratıp ilgi odağı olan ‘Meryem’de çok şeyler oluyor. İç anlaşmazlıklar bir yana senaryo da şimdilerde ateşle oynuyor gibi! Zira suçun açığa çıkmasıyla orijinalin konusunun bittiği noktadan yeni bir boyut açıp Oktay’ın düzmece ölümünü yaratan ve Savaş’la, ondan hamile kalan Meryem’in evlilik töreninde nişan alan elle merak uyandırmaya soyunan… Oktay’ın boşluğunda Jasmin’i getirerek, Meryem’e Nurten’den meydan dayağı yedirerek kötü karakter dozunu artıran dizinin mevcut içeriği üstünden bir sezon daha çıkartma potansiyeli var. İyi de olur doğrusu.
Gel gör ki, kaza geçirip ameliyathaneye alınan Meryem’in hemen akabinde Savaş tarafından kaçırılırken turp gibi olmasıyla ‘Bu kıza ameliyathanede ne operasyonu yapıldı acaba’ diye sorgulatan… Oktay’dan Savaş’a, Berk’ten Yurdal’a her kaçanın yerini cümle âleme kolayca buldurtan… Meryem’in peşine düşüp cezası kesinleşen Yurdal’ı yakalamak için adamını ve avukatını takip ettirme zahmetine girişmeyen adalet mekanizmasını dibin dibine vurduran senaryonun abartıları ve mantıksızlıkları bu potansiyelin önünü kesmekte. ‘Başarının diğer yarısını da tamamlayın. Meryem heba olmasın’ derim. Uyarmak bizden, takdir dizicilerden…
Anibal GÜLEROĞLU