İnsan doğası kandırılmaya müsait olduğundan ve kimileri bu hakikatten nemalanmaya soyunduğundan, gerçekleri görmezden gelip büyük laflar etmek, zihinleri yönlendirmek gırla… Peş peşe yaşanan gelişmelere baktıkça, bu süreçte gerçeklerle hayallerin ne çok birbirine karıştırıldığı daha net görülmekte.
Geçtiğimiz günlerde S.O.Y.D.’ de bir söyleşi gerçekleştiren Hayko Bağdat, bu toprakların hafızası üstüne yorumlarda bulunurken medyanın, konuya uygun kişi, ajandasından da bahsetmişti. Kendisinin de geçmişte bu ajandada azınlıkların mazisini dramatize edecek kişi olarak yer aldığını ancak sonradan bu kısırdöngüyü kırdığını belirten Bağdat’ın bu husustaki vurgulamasından hareketle… Her daldan isim yapmış kişileri klasörlerinde hazır eden televizyoncuların rutini, programlarında yer alacakları hazırladıkları bu listeden seçip bir araya getirerek ilgi çekici tartışmacılık yaratmak! Hani darda kalındıkça gündeme getirilen sağlık, çarşı-pazar türü ‘konserve haber’ olayı vardır ya… İşte bunun gibi ajandaların içindekileri de ‘konserve konuk’ olarak tanımlamak mümkün. Konserve haberlerde nasıl hiçbir sürpriz ve heyecan yoksa konserve konuklar da aynı havayı solutmakta.
Üstelik sürekli aynı yüzlerin ekranlarda karşı karşıya getirilmesine yol açan bu rutin, bir süre sonra hep aynı şeyi tekrarlamaktan konuşmalarını şova dönüştüren konuklar sayesinde gerçeklerle hayallerin birbirinden ayırt edilmesini de zorlaştırmakta. Aynı mantık bir nevi reklamcılığa dönüşen habercilik algısında da mevcut… Olayların gerçekçi analizini yapma ihtiyacı hissetmeden övgüler veya tam tersi yergiler eşliğinde salla gitsin. Sonuç; vatandaşa sunulan konuda hüsran ve yanılgı şoku! Örnek bolluğunda alın size en tazesinden iki şok…
KIŞ UYKUSU’NUN OSCAR MACERASI
‘İnsanlar hakikate değil, hakikat gibi görünen şeylere inanırlar’ diyen Eflatun kandırılmaya müsait insan doğasını vurgularken Goethe de ‘Hakikat insana aittir, yanılgı ise zamana’ saptamasıyla hayallerin zaman içinde nasıl yanılgıya dönüşebileceğini yüzyıllar öncesinden ortaya koymuş. Lakin bu sözlerin felsefesine medyanın renkli dünyasında itibar eden çok az. Gerçekleri görmemek, çıkarcı-pohpohlayıcı zihniyetlere daha mantıklı geliyor.
Habercilerin, gerçeklerle hayalleri harmanlayan, film klasöründeki en popüler isim kuşkusuz Nuri Bilge Ceylan… Yurt dışı ödülleriyle öne çıkması, gerçeklerin ötelenerek hayal balonlarının şişirilmesi için birebir. Öyle ki, Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Kış Uykusu’ filmi Cannes’da ödül aldıktan sonra bizim medyanın cevvalleri topyekûn eleştirmen kesilip Oscar hayallerine daldılar.
Türk sinemasının bu konudaki geçmişi bir yana, önceki yıl Yılmaz Erdoğan’ın ‘Kelebeğin Rüyası’ filmine dizilen övgülerin yarışmanın ön eleme aşamasında nasıl sıfırlandığı unutulmuş muydu? Yoksa Amerika’ya kıyasla daha sıkı fıkı ilişkiler geliştirdiğimiz Avrupa’dan gelen ödüllerin Oscar yolunda pek bir şey ifade etmediği halen anlaşılamamış mıydı?
Burada Michael Haneke’nin Altın Palmiye’nin ardından Yabancı Film Oscarı’nı kazanan ‘Aşk’ının bizim için bir kıstas olamayacağını da belirtmek lazım. Zira filmle ilgili eleştirimde de belirttiğim gibi ‘Kış Uykusu’, duygu aktarımı yoğun bir filmden ziyade Haluk Bilginer’in doğa destekli tiyatro oyunu gibi! Toplumsal ezilmişlik ve kadın ruhuna dair araya sıkıştırılmış mesajlar da olmasa, çok katmanlı bir insan analizciliğine niyetlenen film tam anlamıyla tek kişilik oyuna dönecek türden. Kısacası, atların yakalanışı ve av konusunda kimilerinin tepkisini de çeken bir anlatım diline sahip olan ‘Kış Uykusu’nun sinemasal özelliklerini ve karla bezeli görselliğini geçersek, senaryo adına bir çarpıcılık yakalayamadığı kesin.
Öte yandan, ödüllü olmanın ille de başarı anlamına gelmediği gerçeğinde, Türkiye-Almanya-Fransa ortak yapımı ‘Kış Uykusu’nun Türk izleyiciye erişme durumu da, onca sansasyona ve ödüle rağmen, 16 hafta boyunca toplam 304 bin 782 kişiye tekabül etmekte.
Ama işte bu gerçekler görmezden gelinice medyanın hayalcilik pompalayanları, Altın Küre’de aday adayı olarak gösterilmesinden de cesaret alarak, başladılar ‘Kış Uykusu’nun yüzde 99 ön elemeyi geçeceği konusunda yazıp çizmeye. Kimisinin dayanağı, filmin Avrupa’da jüri huzuruna çıkma avantajıydı… Kimininki de yurt dışındaki birkaç mecradan gelen övgü yorumları. İşi daha ileri götürenler, 1991’de bu dalda Oscar kazanan ‘Umuda Yolculuk’ isimli İsviçre yapımı filmi dahi hayallerine meze yaparak, ‘Kış Uykusu’nun da büyük ihtimalle Oscar’a layık görüleceğini söylemişti. Lakin Goethe’nin de işaret ettiği gibi, insana ait hakikat zamanla yanılgıya dönüştü. Niye, derseniz… En gerçekçi cevap seçilen filmlerin kendisinde.
Venezuella’dan seçilen ‘The Liberator’un devrimci önder Simon Bolivar’ın tarihsel draması rakiplerden biri… Rusya’nın ‘Leviathan’ isimli adayı da günümüzün toplumsal dramını, insanlığın köklerine inerek anlatan bir öykü olarak hayli çarpıcı… Arjantin’den şiddet ve intikamı ortak tema edinen altı hikâyenin kara komedisini sunan ‘Wild Tales’ ise farklı bir sinemasal soluk… Olay karlı atmosferse, İsveç’ten bir ailenin psikodraması olarak yansıyan ‘Force Majeure’ kayda değer… Estonya’nın ‘Tangerines’ isimli yapımı da 1992 yılına uzanıp Abhazya’dan savaş ve insana dair manzaralar sunan başarılı bir iş… Moritanya’dan katılan ‘Timbuktu’, radikal bir grubun ele geçirdiği bölgede şeriatı yayması üstüne gelişen korkunun resmi… Hollanda’daki en tartışmalı davayı sinemaya taşıyıp bir hemşirenin 7 bebeği ve yaşlı bir hastayı öldürmekle yargılanışını psikolojik gerilime dönüştüren ‘Accused’ Hollanda’dan… Polonya’dan ‘Ida’ ise bir kadının Nazi Almanya’sındaki vahşetle Tanrı’yı keşfediş öyküsü… Ve İlyas Salman’ın başrolünde yer aldığı Gürcistan adayı ‘Corn Island’, Türkiye’yi olmasa da Türk oyuncuyu Oscar’ın 9 yabancısı arasına sokan bir film olarak dikkate değer. Bunla avunsak mı?
Görüldüğü üzere kısaca ele aldığımız Oscar’ın dokuz seçilmişinin ortak özelliği, içeriklerinin hayli doyurucu oluşu! Aslında medyamızın gazladığı ‘Kış Uykusu’nun 9 filmden biri olamayıp 87’inci Oscar’da yer alma hayalinin hüsrana dönüşmesi hiç de sürpriz değil bana göre. Çünkü filmi izleyen ve dişli rakiplerine kısaca göz atan herkes sonucun kaçınılmazlığını kolayca anlar ve boş yere gerçekleri öteleyen bir hayalcilik yaratmazdı. Tabii bol keseden atmak kolay…
MERYEM’İN PROJESİ NASIL BİRDEN ‘ŞOK’ OLDU?
Medyanın hayalcileri tarafından klasörde tutulan konulardan biri de, magazinsellikleriyle dikkat çeken isimler için durup durup balonlar şişirmek… Ki daha önce çok yazdık. Nitekim bu doğrultuda en gözde isim, Hürrem’le flaş olmanın ardından başka bir yapımla bir türlü yıldızı bağdaşmayan Meryem Uzerli! Onun Türkiye’deki ekran macerası neredeyse başlı başına bir dizi olunca, dizi dizi ‘şok’ da kendiliğinden gelişiyor.
İleri bir tarih için düşünülen ‘Kösem Sultan’ın hayalciliğinde gezinen, sonrasında başrole Beren Saat’i layık görerek yeni bir hayal dünyasına kapı açan medya, türlü projeler üretti Meryem Uzerli için… Her telden çalan iddialar arasında Azeri bir erkeğin Ermeni kızla aşkını anlatan projede Kıvanç Tatlıtuğ’la başrolü paylaşacağı dahi vardı. Ama hep olduğu gibi, gerçekler hayallere galip geldi. Kader işte…
Kösem olmadı, ‘Yetenek Sizsiniz’ jüriliği şimdilik kesmediği için sonraya bırakıldı, gelsin Arap dünyası… Hani çok meraklılar ya bizim dizilerimize, bari oradan hayallenelim biraz da mantığı! Bu öyle bir mantıktı ki, hayalciliğin ucu medyanın Dubai’ye keşif gezisine gitme ihtimalinin böbürlenmesine kadar uzadı. Fakat o da olamadı nihayetinde.
Sonra… Türkiye’ye dönmenin ardından davetlerde sıkça görünen Meryem’in Ortadoğulu bir aileden yemekte eşlik için 500 bin Euro teklifi aldığı beyanının vakıf bağışçılığıyla buluştuğu haberleri gündeme yayılıp hava yaratılırken, ‘Kurt Seyit ve Şura’ kaldırılınca dizi âlemine mola verdiğini söyleyen Kıvanç Tatlıtuğ havayı alabora etmesin mi? Onun rolü reddettiği haberi, bir büyük iddiayı daha kof çıkartmasın mı? Of, of, offf…
Ama yalan makinesinin kullanımına olur veren ülkemiz medyasına malzeme çok. Asıl çarpıcı dalga arkadan geldi. Bir firmayla yaptığı 2 milyon dolarlık anlaşmanın gerçekliğiyle düşündürürken senaryoyu içine sindiremeyen yapım şirketinin dizi ertelemesi, hayal perdesini medyaya taşıyanlara göre tam bir şok(muş) oldu! Kendi çalıp kendi oynayanlar, tuzu kapıp koşanlar için… Niye ki, ne?
Özünde ‘aşk’ olacağının dışında hiçbir şeyi medyaya yansımayan senaryosuyla içe sinmeyen yapımda, 5 çıplak erkek isteğiyle bir kez daha magazinselleştirilen Meryem’e partner konusunda da seçim sıkıntısı yaşanıyormuş bu arada. Haklılar tabii…
Halit Ergenç’le partnerlik ‘Muhteşem Yüzyıl’ı hatırlatacağından uygun düşmez. Kenan İmirzalıoğlu, Erkan Petekkaya, Çağatay Ulusoy, Engin Akyürek gibi sevilen isimler de dolu. Boşta olan diğer ünlüler risk almak ister mi ki şu ortamda? Ne de olsa kaderde reyting tutturamayıp, kariyerlerine ‘yayından kalkan dizi’ etiketini iliştirme ihtimali de her daim mevcut. Dahası, izleyicinin benimseyeceği bir çift yaratmak lazım ki dizi tutsun. Anlayacağınız partnerlik işi zor dostum, zor…
Ayrıca konusu dahi henüz kesinleşmemişken ha bire medyanın gündemine getirilen bir yapımın maliyet yönü de var. Kıvanç’ın dizisi bile onca beklentiyi boşa çıkartan bir sonuçla karşılaştıktan sonra kolay mı büyük maliyetlerin altına hemencecik girmek. Dolayısıyla bu ertelemenin(!), hatta kim bilir belki de sıfırlamanın bize göre şok bir durumu hiç yok. Daaa…
Benim takıldığım bir nokta var. O da, gerçekleri-riskleri ayan beyan ortada duran olayın hayalcilikle reklamcılığı buluşturan yanıltıcı-gündemi oyalayıcı yüzü!
Zira bir projenin tanıtımına geçmeden her husus belirlenip ‘yapılabilirlik’ konusu üstünde durulur. Dolayısıyla tüm bu ayrıntıların sonradan, bir anda akıllara düşmesi söz konusu olamaz. En azından ciddi bir yatırımcı bu yolu tercih eder.
İzlenecek yol bu iken, daha kısa bir süre önce toplantılar yapan ama dizinin konusunu bir türlü açıklığa kavuşturmayanların beyanları ne iş, diye sorsak haddimizi aşmış mı oluruz acaba? Hani üç farklı grup senaryoyu yazıyordu? Bunlar bir anda buharlaşıp gündemden düştü de mi, köşelere övgülerle taşınan proje ‘Şok’a dönüştü? Hepsi de hayalciliğini sürdüren arkası yarın durumu mudur, yoksa dün dündür mantığıyla hayallerin bir başka bahara havalesi mi? Göreceğiz, göreceğiz…
Son söz; Konular, eskiyor-değişiyor ama medyanın ‘konserve’ hayalciliğinden medet umma alışkanlığı hiç eskimiyor. Yanılgılar da ‘şok’ olup hayalleri sıfırlıyor… ‘Hayalleri bırak, gerçeklere bak’ diyeceğiz ama biliyoruz, boşa çaba… Öyleyse gerçeklerden kaçınanların bir başka hayalcilik hüsranına kadar, medyatik konserveciliğe devam!
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal