Nietzsche’nin ‘Taraf tutan insan, ister istemez yalancı olur’ sözünü çok severim. Zira günümüz dünyası, bu sözün doğruluğunu ispatlayan örneklerle dolu. Bazılarının, Allah bilir hangi gerekçelerden ötürü, körü körüne yürüttüğü taraftarlık anlayışı da doluluğun patlama yapmasında baş sebep.
Bu mantıktakiler kendi düşünce yapılarına-beğenilerine ters düşen, rakip olarak görülenler tarafından yaratılan bir şeyle karşılaştıklarında derhal peşinen karalama eylemine girişiyorlar maalesef. Hedef tahtasına oturttuklarının gerçekten bu karalamaları hak edip etmediğini önemsemiyorlar dahi. Çünkü bu noktada devreye giren objektif değerlendirme değil, ‘Bizden olmayan kötüdür’ yaklaşımı çoğu zaman!
Nitekim adalet olgusuna ters düşen ve gerçekleri yalanlarla zedeleme kafasından öteye geçemeyen bu davranış rutini, televizyonda yayınlanan işler için de işlemeye başladı. Gittikçe artan önyargılar, taraflı ve haksız eleştiriler gündemde yer almakta.
Onca silah özendiriciliği yapan, insanların kellelerini kılıçla gövdesinden ayırmayı marifet sayıp havalı sahnelerle sunan diziler varken ‘Çukur’daki öpüşmeden dolayı ceza kesmenin anlamsızlığı bir yana… Daha ekrana çıkmamış ‘Avlu’ dizisi için de fragmandan nem kapıp şikâyet yağdırmayı veya klişe eleştiriler yapmayı hak sayma abesliğinin ardından Kanal D’nin yeni dizisi ‘Mehmed: Bir Cihan Fatihi’nde de benzer yaklaşımlar çıktı ortaya.
Esasında bu yazımda ‘8. Gün’ hakkındaki değerlendirmemi paylaşmak niyetindeydim. ‘Mehmed: Bir Cihan Fatihi’nin eleştirisini yapmak için üç bölüm bekleyip nasıl bir içerik yolu izleyeceğini görmek tercihimdi. Ancak hem tarihi yapımla ilgili görüşlerimi soranların yoğunluğu, hem de ilk bölüme yönelik yıpratıcı eleştirilerin varlığı niyetimi değiştirdi. Dolayısıyla taraflı eleştirileri masaya yatırıp sonrasında yapımın kritiğine geçeceğim.
Gerçek şu ki; ‘Mehmed: Bir Cihan Fatihi’nin hesabını peşinen kesenler ‘Muhteşem Yüzyıl’ın ilk andan itibaren maruz kaldığı söylemleri bir kez daha dillendirmeye başlamışlar. ‘Muhteşem bitti sırada Mehmed mi var’ dedirtme kapasitesinde olup özellikle sosyal medya aracılığıyla gündem yapılmaya çalışılan sözde izleyici eleştirilerinin başında ‘Osmanlı sarayındaki kadınlar böyle mi giyinir’ takıntısı geliyor yine. İşin özünü irdelemek yerine kadınların dekoltesine kafayı takmak, at gözlüğüyle dünyaya bakmak değil de ne? Neticede eleştirilen iş, tarihi yaşanmışlıklarla kurgusal yaratıcılığın harmanı olduğuna göre, dizide sergilenenleri birebir tarihle eşleştirmeye çalışarak buradan tepki göstermek taraflı bakış olmuyor mu? Keza senaristinden başrol oyuncusuna, kişilerin özel yaşamlarına yönelik paylaşımlar yapıp buradan diziye bağlantı kurmak da aynı bakış tarzının ürünü!
Oyuncu-karakter yaş uyumsuzluğuyla da oklara hedef olan dizide, repliklerde geçen ‘Tanrı’ kelimesine kafayı takıp Osmanlı sultanlarının bunu kullanmadığı yönünde getirilen eleştirileri de ‘taraflı bakış açısı’ şeklinde görmek gerek. Zira tengri kökeninden gelip Türkçe olan ‘Tanrı’ da, Arapçadaki karşılığı ilah olup önüne ‘El’ artikelini almasıyla ortaya çıkan ‘El-ilah’ yani ‘Allah’ kelimesiyle aynı nihayetinde. Öyleyse Tanrı demenin ne yanlışı olabilir? Öte yandan Osmanlı’da Tanrı kelimesi kullanılmazdı diye ısrar edilecekse… O takdirde tüm tarih dizilerinin günümüz diliyle değil de birebir o dönemdeki konuşma üsluplarıyla çekilmesi gerekmez mi diye sormak isterim bu yaklaşımdakilere.
İlaveten TRT’nin tarih dizilerinin örnek alınmasını tavsiye edenlere de, severek izlediğim ve başarılı bulduğum ‘Payitaht: Abdülhamid’in dahi, Padişah’ın elçiyi tokatlamasının gerçekle bağdaşmadığı gibisinden çeşitli eleştirilere muhatap kaldığını… Kaç sezondur ilgi çekmeyi sürdüren ‘Diriliş Ertuğrul’un da, Kayı Boyu’nun Halep’e hiç gitmediği gibi detaylar üstünden gerçek tarihle ilgisi olmadığı yönünde tepki çektiğini hatırlatmayı borç bilirim.
Velhasıl; Bizim ekranlarımızda tarihe değinen bir iş üretip de taraflı eleştiriye uğramamak imkânsız gibi! İnsanlar kendi bakış açısı doğrultusunda kulp takmayı vazife edinmiş adeta. Bu açıdan bakıldığında tıpkı ‘Muhteşem Yüzyıl’ serisine yapıldığı gibi, ‘Mehmed: Bir Cihan Fatihi’ne de sudan sebeplerle veya eften püften detaylarla yüklenmek amacıyla yaklaşılması gerçekçi ve tarafsız eleştiri mantığı olmuyor haliyle. Dolayısıyla ucu, kutuplaşmaya varan böylesi bakışları bırakıp hiç olmazsa kurgular âleminde tarafsız-objektif değerlendirme yapmakta fayda var diyorum. Aksi takdirde dizilerden bile nem kapma, taraftarlık geliştirme alışkanlığı iyice yerleşecek… Ki, bu da süreç içinde ters tepip çağdaşlıkla bağdaşmayan hayli komik saplantı hali ve gerilik işareti olmaktan öteye geçemeyecek. Bu böyle biline!
Taraflı eleştiriyi marifet sayanlara karşı gerçekçi vurgumuzu yapmanın ardından gelelim ‘Mehmed: Bir Cihan Fatihi’nin kurgusal kritiğine…
‘MEHMED: BİR CİHAN FATİHİ’ NASIL BİR DİZİ?
Tarih dizilerini yaratmanın ne denli zor olduğunu ve izleyiciye beğendirmek için kılı kırk yarmak gerektiğini ‘Mehmed: Bir Cihan Fatihi bilmecesi’ başlıklı yazımda ayrıntılarıyla ele alıp şimdilerde el değiştirme haberleriyle gündemde olan Kanal D’nin yeni dizisinin başarı yolundaki risklerini değerlendirmiştim... ‘‘Kenan İmirzalıoğlu avantajıyla bile, eski ‘Fatih’ gibi hayal kırıklığına dönüşme ihtimali akıllarda tutulmalı derim. Bizden hatırlatması’’ diyerek.
Nasıl ki, uzunca bir bekleyişin ve cep telefonlarına mesaj yollamaya varan reklam sürecinin ardından ekrana çıkan dizinin ilk bölümü, ön değerlendirme yazımda işaret ettiğim detaylarda ne denli haklı olduğumu gösterdi bana. Mesela içeriğin, ekran başındakilerin dizi algısına hitap edemeyerek hayal kırıklığı yaratma ihtimali üstünde dururken, olayın ‘kadın’ yönüne vurgu yapmıştım. O dönemde saray kadınlarının, Hürrem misali, saltanat üstünde ağırlığının çok olmadığını yazarak ‘‘Kenen İmirzalıoğlu’nun Fatih karakterinin karşısına çıkartılacak kadın karakterlerin dizinin çekiciliğini sağlamadaki payına çok güvenmemek lazım’’ demiştim. Dolayısıyla ünlüler geçidine dönüşerek ekrana gelen dizinin ilk bölümünün, bu tespitim doğrultusunda, hayli soğuk ve eğreti duran kadın profilleri çıkartmasını, yapımın elini baştan zayıflatan unsur olarak değerlendirebiliriz. Şu an için göze batan bu olumsuzluk sonrasında nasıl gelişir? Saray kadınlarının söylemi canlanır ve inandırıcı olur mu? Göreceğiz.
Yanı sıra 30 yıllık Sultan Mehmed saltanatını tam aktarabilmek için savaş aksiyonunun layıkıyla yansıtılması gerektiğini yazmıştım. Neyse ki yapım bu detayın hakkını vermeyi başarmış! Hayalleri, ille de babasıyla cenk meydanında olmak üstüne yoğunlaşan Şehzade Mehmed’in 20 bin zayiat verilen cenk meydanında gösterdiği kahramanlık başta olmak üzere aksiyon sahneleri vasatın üstünde. Tabii olayın fetih kısmında nasıl bir tablo çıkacağı meçhul.
Buna karşılık dizide hiç de meçhul olmayan en önemli olumsuzluklardan biri, yarattığı saray atmosferinin ‘Muhteşem Yüzyıl’ izleri taşıyor olması! Mekânların tıpkılığı, farklı bir iş izleme hevesini yok edip ‘Yok aslında birbirimizden farkımız’ havası estirmekte. Şayet içerik, saray duvarları arasına fazlaca sıkışıp kalırsa, birkaç bölüm sonra bu hava iyice bıktırıcı olur!
Ve senaryonun kendini ifade açısından izleyiciye pek kolay anlaşılabilecek bir kurguya sahip olamayışı da dizinin ilk bölüm dezavantajlarından… Şehzade Mehmed’in babasının sureti olmayışı ve bu nedenle itibar görmeyişinden söze dalıp Çandarlı Halil Paşa’nın Mehmed’in Konstantiniye hayaline ortak olmayıp kendi makamını korumak için karşı çıkmasından yola koyulan ilk bölümün aktarım dili hayli yoğun. Gelişim doluluğuyla yaratılan senaryonun bu yoğunluğu, kurgunun sindirilerek izlenebilecek bir yapıda izleyiciye sunulmasını engellemiş. Keşke Şehzade Mehmed ilk bölümden Edirne yollarına düşürülmeseydi de, içeriğe tıkıştırılan o dönemin etkili karakterleri kendini sorgulatan tarzda karşımıza çıkartılmasaydı. Böylece kimin kim olduğu net ortaya konup izleyicinin yapımla bağ kurması daha kolaylaştırılırdı.
SONUÇTA; ‘Ben Mehmed’ diyerek açılışını yapıp Delibaş ile Dardanel Boğazı’nı geçerken gerçekleşen Ay tutulması üstünden bilim adamlığını konuşturan Mehmed: Bir Cihan Fatihi’ dizisi zorlu yarışın hüküm sürdüğü Salı akışında her üç grupta da üçüncü sıradan başlattı ekran mücadelesini. Aldığı sonuçları yabana atacak değiliz. Lakin ‘‘Fatih dönemini dizileştirmede risk de, emek de her halükârda sanılandan çok büyük çapta. Dizinin varlığında asıl karar kriteriyse, risk büyüklüğüne karşın getirisinin de aynı oranda büyük olup olmayacağı! Burada da doğru zamanda ekrana çıkartma mantığı giriyor devreye’’ diyerek bu sezon yola çıkmamanın daha doğru olacağı önerisinde bulunduğumuz ‘Mehmed: Bir Cihan Fatihi’nin, Kenan İmirzalıoğlu Şehzade Mehmed icraatıyla göz doldursa bile, ilk bölümüyle izleyiciyi peşine takıp sürükleyebilecek bir performans ortaya koyamadığı gerçeği görülmeli.
Olası olumsuzlukları aşıp gelecek sezona erişebilmenin yegâne formül ise senaryo-kurgu dengesini iyi kurmakta yatıyor. Bunun için kurgunun kendini daha açık ve çekici biçimde ifade etmesi… Ve ara yerlere serpiştirilmiş izlenimi veren kadınlar başta olmak üzere karakterlerin abartıya kaçmadan daha benimsenebilecek yapıda sunulması şart! Bundan ötesi taraftarlık gözlüğüyle ortaya çıkan fasa fiso… Fatih’e, ekranı fetih yolunda, kolay gelsin.
Anibal GÜLEROĞLU