Nitekim laf ola beri gele misali söylenen o kadar çok ‘boş’ cümle vardır ki konuşma alışkanlığımızda saymakla bitmez. Mesela her daim ‘Kendine iyi bak’ demeye bayılırız. Yahu insanların pahallılıktan, ortamın çalkantısından kendini hatırladığı mı var ki, nasıl kendine iyi baksın? Amannn… Zaten kimsenin karşısındakinin kendine iyi bakmasını filan gerçekten umursadığı da yoktur ya… Der, geçer işte öyle.
İlk defa karşılaşılan ve bir daha hiç karşılaşma ihtimali olmayanlara da ‘Görüşmek üzere’ deme modası yaygındır bizde. Bu durum daha çok toplantıların, iş ortamlarının sahteliğinde yaşanır. Arkadaş sen de, ben de görüşmeyeceğimizi biliyoruz. Alt tarafı iki kelam etmişiz ayaküstü. O zaman niye bu sahte temennide bulunuyorsun? Laf olsun.
Bu yapaylıkların arasında bana en batıcı geleniyse ‘Mutlu Ol Yeter’ lakırdısı… Hani siyasiler, ‘Kendim için bir şey istiyorsam namerdim’ diye düşerler ortalığa… Özellikle de seçim zamanlarında. Tıpkısının aynısı bir mantık çağrıştırır bu söz. Dışarıdan büyük ‘özveri’ kılıfıyla sarmalanmış, içten içe ‘bencillik’ kokan bir temenni!
Sen birinin yüzünden acı çekeceksin ama kalkıp ona ‘Mutlu ol yeter’ diyeceksin. Samimiyet bunun neresinde? Ya da kendi rahatın-çıkarın için her türden sömürüyü yapacaksın, milletin canına okuyacaksın. Sonra da sen ve senin gibilerin yarattığı düzenden zarar görenlerin karşısına dikilip ‘Mutlu ol yeter’ nutukları atacaksın. Var mı böyle mutluluk formülü? Yoksunluklar içinde mutlu olmak bu kadar kolay mı? Değil.
‘Mutlu Ol Yeter’ derken gerçekten mutlu olmanın kolay bir iş olmadığının dizi versiyonuyla ispatı da ATV ekranında…
ESKİLERİN TADI, MUTLULUĞUN ADI VAR!
ATV’deki yayın saatiyle aynı anda, sinemadaki ekip katılımlı özel gösterimle galasını yapan ‘Mutlu Ol Yeter’ dizisi, Pazar gecesinin rehavetinde ve absürt komedinin kabul görme zorluğunun kıskacında izleyicisiyle buluştu. Ancak ne yazık ki tanıtımlardan pompalanan havanın ve sosyal medya beğenilerinin yansıması, reyting cephesinde karşılığını bulamadı. Total’de 30’uncu olan dizi, AB’de bile 16’ıncı sırada kaldı. Tekrarının da getirisi yok.
İstanbul’un İstasyon Mahallesi’ndeki Can’ı, kariyer heveslisi Zeynep’i, emlak uyanığı Güneş’i, yardım delisi Babür’ü ve bir mahalle-aşk komedisinde olması gereken tüm karakterleri bünyesinde barındırarak ilk bölümünü sergileyen ‘Mutlu Ol Yeter’in başlangıcına ve senaryo diline baktığımızda aslında aldığı sonuçlar çok normal. Niye derseniz…
Öncelikle ‘Mutlu Ol Yeter’ dizisiyle ilgili şu tespiti yapmak şart! Dizi kesinlikle kötü değil. Hatta absürtlükten hoşlananlar için gayette komik. Müziği, eğlenceli ve insanın kanını kaynatıyor… Cem Özkan’ı bu açıdan tebrik etmek lazım. Cast yönüyle diziyi değerlendirdiğimizde, şu an için yükü en fazla sırtlayan Ertan Saban mükemmel yakışmış, oyunculuğu çok keyifli… Ali Atay’ın bezgin-şaşkın-mülayim duruşu, absürt komediye cuk oturuyor… Aslı Enver de, kendince bir renk katmış olaya… Bülent Seyran ve Öner Erkan’ın canlandırdığı karakterlerse bu tarz mizah için birebir… Oyuncuların geri kalanları için de performans bakımından bir sorun bulunmamakta. Kerem Çakıroğlu’nun yönetmenliği de başarılı.
İlk bölümlere bakıp bütünü değerlendirmek doğru olmasa dahi tüm bu özellikler ‘Mutlu Ol Yeter’in canikolarının mutlu olmasına yetiyor mu peki? Yetmiyor. Çünkü iş bunlarla bitmiyor. Olayın bir de senaryo yönü var her zamanki gibi.
Karikatürist Yiğit Özgür’ün çizgilerinden de ilham alarak yola çıkan dizinin senaryo olayı gerçekte sıkıntı yaratmaması gereken bir nitelikte. Ne yazık ki yine de ‘Mutlu Ol Yeter’in zayıf halkası. Bu zayıf halkalığı ortaya çıkaran ayrıntı ise senaryonun kendinden önceki işlere meyledip, o işlerde yer alan oyuncularla aynı mantıkta bir iş çıkartmaya öykünmesi!
İşleniş biçimi ve anlatım diliyle ‘Leyla ile Mecnun’ ve ‘Elveda Rumeli’ harmanı bir atmosfer yaratan senaryo, ‘özgün iş’ imajını zedeleyerek yeni bir şey sunmayacakmış algısını uyandırdı izleyicide. O yapımlardan tanıdığımız oyuncular, canlandırmalar da bu algıyı perçinledi.
Tamam, absürt komedinin kaymağını yiyen ‘Leyla ile Mecnun’ iş yaptı diyoruz. Ama bu sürekli aynı yoldan gitmek için gerekçe olmamalı. Zira o da bir süre sonra eski rağbeti görmemeye başlamıştı hatırlarsanız. Hele Leyla’sını kaybedince Mecnun hepten yara almıştı. Gezi’ydi oydu buydu dizi kalkınca ‘Ben de Özledim’ dendi… Onun da ömrü 13 bölüme yetti. Başlangıçtan buram buram ‘Leyla ile Mecnun’ kokan iş kendi gibi olmadı, olamadı çünkü. Ders alınmamış olacak ki şimdi de aynı hava ‘Mutlu Ol Yeter’le çıkartıldı karşımıza.
Dolayısıyla ‘Mutlu Ol Yeter’in senaryo dilinin benzeri karmaşalara yönelip ‘Leyla ile Mecnun’u yeniden yaşatma çabası ‘baş hata’ olmuş! O defterin kapandığı ve izleyicinin daha basit komedilere rağbet ettiği fark edilmeliydi oysa.
Dizinin ‘Elveda Rumeli’ rüzgârını estirmesine gelince… Babasının intikamını almak için köy meclisince İstanbul’a-Can’a yollanan Babür’ü şirinleştirmek adına iyi… Lakin Makedonya’dan esintiler taşıyan diziler hep ‘Elveda Rumeli’yi hatırlatan bir üslupla işlenince bu eğlenceli detay da özelliğini yitiriveriyor, yapıma katkısı sınırlı kalıyor haliyle.
Kısacası; ‘Mutlu Ol Yeter’ derken anılarda iyi bir yer edinen eskilerin tadı kaldı damaklarda… ‘Mutlu Ol Yeter’ diyenlerin ihtiyaç duyduğu mutluluk ise layıkıyla yakalanamadı sonuçlarda.
ABSÜRT KOMEDİDE BAŞLANGIÇ KARMAŞASINA DÜŞÜLÜNCE…
Eski işleri anımsatmasının yanı sıra ‘Mutlu Ol Yeter’in, başlangıç sahneleriyle karamsarlığa uzanan kafa karıştırıcılık sunması da dizinin tercih edilmemesi bakımından dikkate değer bir husus. Böyle dramatize bir açılış yapılması, benimsenmek yolunda, hiç de olumlu olmadı.
Can karakterini konuşmasından duruşuna her haliyle Mecnun’u hatırlatan bir tiple veren dizi, bu dezavantajını baştaki sahnelerin iç içe geçmişliğiyle perçinledi bir bakıma. Misal; babasının ölümü, parktaki konuşmaları, Babür’ün Can’ı bulması… Bu gibi durumların belirsizlik yaratıp ‘Şimdi ne oldu’ diye sorgulatması, kendini tanıtma aşamasındaki bir iş için doğru seçim değil.
Kafası yorgun insanımız net işlerden, klişe girişlerden haz duyuyor. Gel gör ki sosyal medya kültürüne ve belli bir yaş kitlesine hitap etme kaygısı güdülünce… Bu kaygıyla hareket edilince de, izleyici genelimizin absürt komediyle arasının pek olmadığı, bu türdeki mizahın özünü henüz benimseyemediği gerçeği akıllardan siliniveriyor.
Dahası; senaryonun, eskilere benzerliklerle yarattığı kanıksanma-anlatım karmaşası kokteylindeki en acı tadı da unutmayalım. Karakterlerini ve olayları geçmişe dönüşlerle tanıtmaya kalkması, dikkat yoğunluğu gerektirip komedisini baskıladı...
Rutini kıran bu özellik benim hoşuma gidiyor. Fakat hep dediğim gibi bizim ‘kafa yormadan izleme’ meraklısı izleyicimiz için aynı hoşnutluk henüz geçerli değil. Hele bir de söz konusu dizinin türü absürt komediyse hiç değil. Ekran başındakiler ya ‘Kertenkele’ benzeri işlerin çabucak anlaşılan diliyle gülmeyi tercih ediyor… Ya da romantik komedilerin, zekâyı hiçe sayan çocuksu akışında keyiflenip rahatlamayı istiyor. Kim bilir belki de onlar haklıdır! Kafa bu, yor yor nereye kadar?
Ayrıca sezonun sonuna kısa süre kalmışken yeni dizi yayına sokma mantığında diretilmesini anlamış değilim. Aceleniz nedir? Neden sezonun başı çeken işleri tatile girince kendinizi göstermenin rahatlığını ve avantajını beklemiyorsunuz da karmaşaya dalıp olumsuz sonuçlarla mutsuz oluyorsunuz? Bu mantık diziyi baştan gözden çıkartmanın ötesinde nasıl bir anlam taşır? Vardır elbet bir bildikleri. Neticede kanalların ve yapımcıların tercihi.
Sonuçta diyeceğim o ki; absürt komedi sunumuyla olduğu kadar hitap edeceği kitlenin algısıyla da paralel yürüyen hassas bir iş. Bu nedenle absürt işlere bulaşıp ‘Mutlu Ol Yeter’ demek zor ve oldukça riskli!
Başta eleştirdiğimiz temenniler gibi olmasın ama… Açılışın hayal kırıklığını unutup yeni bölümlerle ‘Mutlu Ol Yeter’ demek kolay olmasa da, ‘Mutlu Ol Yeter’ caniko…
Anibal GÜLEROĞLU