Televizyon dünyası da zıvıttı!
Dünya beşik gibi sallanıyor. Yeni Zelanda’dan Arjantin’e, Japonya’dan Tacikistan’a ve Nikaragua’ya… Büyük ölçekli depremler peş peşe gelmekte. Belli ki Ay’ın Dünya’ya en yakın konuma gelmesiyle yaşanan ‘Süper Ay’ olayı yaramadı Dünya’ya. Allah ülkemizi sakınsın diyelim. Neticede doğanın gücüne karşı yapacak bir şey yok da...
Öte taraftan insan eliyle yaratılan sallantı bir dolu. Televizyon dünyası da çalkanlardan nasiplenmekte. Ortalık sallama haberden geçilmiyor. Biri sosyal medyadan bir şeyler paylaştı mı, haberciler de sazan gibi atlıyor üstüne. Neyin ne olduğunu araştırma gereği duyulmadan yayılan haberlerse, ‘Çamur at izi kalsın’ mantığına zirve yaptırıyor haliyle. Özellikle sık sık eleştirdiğim magazinin baş tacı böylesi haberler. Kimi Erkan Petekkaya’nın yeni projesi üstünden yorum yapıp kadrosuna Sarp Akkaya’yı dâhil eden ‘Paramparça’nın finaline dair söylentiler sallıyor. Maksat, diziyi baltalayıp dikkat çekmek. Ardından Erkan Petekkaya mecburen bunun aksi yönde açıklama yapıyor. Kimisi, henüz proje aşamasındaki yapımlara yakıştırmalarla başrolleri duyuruyor insanlara. Sonra bir bakıyorsunuz külliyen fos. Dahası ‘Falancanın yerine ben oynayacaktım’ diye gündeme gelmek de magazinin nimetlerinden. Ekranın, üç beş kişiyi masa başına oturtup sanki dünyayı kurtarıyormuşçasına laf ebeliği yaptıran, magazin programları sağ olsun. Hani Okan Bayülgen, CNN Türk’te Aslı Öymen’in sunumuyla yayınlanan ‘Hayatım Sanat’ programında saptamıştı ya, masa başı programlarda ciddi meseleler konuşulur, diye. Magazincilerin masa başı temaşası da o durum… Müthiş ciddi! Kim kimle sevgili, filanca falancadan niye ayrılmış, bla bla bla muhabbetler.
Şimdi Okan Bayülgen dedik ya… Aslında böylesi haberciliğin ve magazin programlarının sadece kesin olmayan bilgilerle temaşa etmedikleri, aynı zamanda insanların algılarını çok güzel şekillendirdikleri gerçeğini de saptamak ihtiyacı hissettim. Zira bunu fırsat bilenlerin, sosyal medyayı da kullanarak maksadını aşan haller geliştirdikleri aşikâr. Nitekim Okan Bayülgen’in Kanal D’deki programının iptal bilmecesi de bana göre bu özellikte!
OKAN BAYÜLGEN GÜNAH KEÇİSİ Mİ YAPILDI? YOKSA…
Gerçek şu ki, oldum olası dizi ve sinema sektörüne yönelik törenlerde, festivallerde dağıtılan ödüllere eleştiri getirmişimdir. Nitekim Altın Kelebek de bundan çokça nasiplenmiştir. Geçtiğimiz yıllarda gerek aynı yapımın tüm ödülleri toplamasına, gerekse ödül kategorilerine uymayan işlere dair yazılarım oldu. Yani benim gözümde bu ödül işleri, aralarında istisnalar olsa bile, genelde ‘körlerle sağırlar birbirini ağırlar’dan ibarettir. Dolayısıyla bu yılki Altın Kelebek’e hiç itibar etmedim ve yazmadım. Yaz yaz nereye kadar değil mi? Değişen bir şey yok nasılsa. Neyse, baktık bu yılın en iyi dizisi ‘Diriliş’ seçilmiş. Onca reyting alan ve izleyici desteği gören yapımın ekranda yarattığı farkla bu birinciliği hak ettiği kesindi. Hak olmayansa, ödül gecesindeki suni krizin tırmandırılması ve birilerini günah keçisine çevirmesi… Ki, buradaki günah keçisi de Okan Bayülgen gibi görünüyordu. Öyle miydi gerçekten?
Altın Kelebek’te yaşananlara gönderme yapıp ‘‘Kanal D, Okan Bayülgen’le yollarını ayırdı’’ diye yazanları ciddiye alırsak Okan Bayülgen günah keçisi yapılmış oluyordu haliyle. Ödül gecesi Okan Bayülgen’le yaşananlar neydi peki? Ana Haberler dâhil pek çok mecrada o denli dile getirildi ki sağır sultan bile duymuştur mutlaka. ‘Diriliş’ ekibi, birincilik konuşması yapamadığı için ödülü ayağa düşürüp iade etti. Durumu kurtarma görevi Okan Bayülgen’in sırtına yüklenince o da kendi esprili üslubuyla işi bağlamaya çalıştı ama bu kez de tüm oklar ona çevrildi. Ardından da Kanal D’deki projesinin iptal edildiği haberi yayıldı. Hem de öyle birkaç kıytırık mecrada değil, tüm medyada.
Olay özetle bundan ibaret ama sahnede yaşananla sonrasındaki tepkisellik ve Okan Bayülgen projesinin akıbeti o gün bugündür bir türlü aklıma yatmıyor. Şöyle ki; göründüğü kadarıyla hostes kızın yanlış yönlendirmesi sonucu yaşanmıştı her şey ve ortada doğrudan doğruya yapılmış bir hakaret veya sansür hali yoktu. Buna bağlı olarak sonrasında gelişen söylem ve eylem maksadını aşan nitelikteydi. Öyleyse o denli celallenmeye ne gerek vardı?
Bu noktada bir parantez açmak isterim. Velev ki, ödül takdim edilirken araya girip yapımcının elinden kâğıdı alan ve ‘Diriliş’ ekibine yol gösteren hostes ya acemilikle ya da talimatlı işgüzarlıkla bunu yaptı. Ona uyup çekip gitmek gerekir miydi? Başladığı günden beri birinciliği kaptırmayan bir dizinin ekibinin şahsen daha kararlı davranmasını beklerdim. ‘Bir dakika, bizi bu ödüle layık görenlere teşekkür etmedik daha’ denilerek konuşulamaz mıydı? Konuşulurdu, konuşulması gerekirdi. Onlar giderken yılların tecrübesiyle davranan Türker İnanoğlu kalıp TRT’ye saygılarını sundu nasıl ki. Yani istenseydi pekâlâ hostes eliyle yaratılan kriz, özgüvenle aşılıp teşekkür konuşması yapılabilinirdi. Dahası bu ödülü veren de halk olduğuna göre, öyle yerlere koymak veya iade etmek de yanlıştı. Ödül, heykelcikten veya onu düzenleyenlerin keyfinden ibaret değildi! Neyse, bunlar geldi geçti. Ama o geceden geriye Okan Bayülgen’in şov diliyle yaptığı özür söyleminin artığı kaldı. Kısa aklımla buradaki mantığı da anlamadım.
Düşünüyorum… Adam kendi kendine ‘Ben çıkıp öyle veya böyle aksaklıklar sergileyen organizasyon namına özür dileyeyim’ dememiştir herhalde. Biri bu görevi ona yıktı. O da 20 yıldır ekranda nasıl alaycı-mizahi üslup kullanıyorsa aynısını yaptı. Şimdiye dek hiç izlemediğini söyleyip bundan sonra izleyeceğine dair söz vermesi miydi, yükseklerden şimşekleri çekip Kanal D’yi yol ayrımına getiren bütün mesele? Hadi canım. Eğer bu sözden alınganlık edildiyse Okan Bayülgen onca zaman programlarında kimleri ti’ye almadı, nelerle iğnelemedi ki? Yani adam şovmen, işi gırgır şamatayla prim yapmak. Hem herkes bütün dizileri izlemek veya sevmek zorunda mı Allah aşkına? Hiçbir yapımın da eleştiriden bigane, dokunulmazlığı yoktur (olmamalıdır) ayrıca. Ama maşallah sadece bir kaşık suda fırtına kopartmak için köşe bekleyenler büyük iştahla atladı bu olaya. Yoksa günah keçiliği değil de, krizi reklama çevirme akılcılığı mıydı hepsi? Sahi… Kanal D gerçekten de Altın Kelebek’teki bu suni krizden ötürü ‘‘Okan Bayülgen’in Evi’’ projesini iptal etmiş miydi?
‘OKAN BAYÜLGEN’İN EVİ’’ OYUNA DÖNDÜ
‘Hayatım Sanat’ta izlemiştim, Okan Bayülgen’i yıllar sonra Kanal D’ye döndürecek projenin ayrıntılarını. ‘Ayrılırken toplamak gerek’ diyerek istifçiliğin getirdiği dağınıklığı sergileyen Okan Bayülgen’in deyimiyle ‘çöp ev’inde yapılan program, sadece yeni projeyi değil aynı zamanda Okan’ın sanata bakışını ve kişiliğini de ortaya dökmüştü. Programlarındaki ‘gıcık’ hallerini ‘set çekme’ babında özellikle yaptığını itiraf etmişti mesela… Ki, bu bile gittikçe anlamsızlaşan Altın Kelebek’teki konuşmadan kötü mana çıkartmamak ve lüzumsuz alınganlık yapmamak için başlı başına yeterliydi.
Öte yandan ‘Masa bitti. Kanepeye dönüyorum’ diyerek 10 yıllık ‘masa’ sıkıntısını vurgulayan Okan, PT3’te yayınlanacak yeni programı için oldukça coşkuluydu. Gecenin geç saatini Beyazıt Öztürk ve kendisinden başka besleyenin olmadığını belirten sanatçı, ekrandaki boşluğun altını çizmiş; Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe yayınlanacak programın bu eksiği giderecek özellikte olduğunu söylemişti. Projedeki evin tasarımından bahsederken çılgın mimar edasıyla aklındakileri sıralamış, bizdeki taharet musluğuna alternatif olan ‘bide’ olayı üstünde ısrarla durmuştu. Hani ödül gecesi dizinin adını defalarca tekrarlaması gibi, Batı’nın aksine toplumumuzun alışkın olmadığı bu temizlik aracının adını da pek çok kez telaffuz etmişti. Bu ise onun vurgulayıcı söylem tarzının sonucuydu! Evet, Okan’ın çılgın evinde ‘bide’ de olacaktı, ‘jakuzzi’ de… Hatta canlı programında gece atıştırmalıkları hazırlamak üzere Sahrap Soysal’la mutfak işine soyunacağını da müjdelemişti. Yani bu yeni iş komple bir program olacaktı ve o an için her şey sorunsuz görünüyordu. Peki ya Okan’ın çılgın evi gerçekten de ekranda olabilecek miydi?
Doğruyu söylemek gerekirse Okan Bayülgen programından bahsederken ve medyada reklamı yapılırken bu işin yaş olduğu; bir bahaneyle öteleneceği düşüncesi geçmişti aklımdan. Zira işin uygulama aşamasında durum, anlatmak kadar kolay değildi. Kanalların, gittikçe artan rekabet ve zorlaşan ekonomi düzeninde reklam pastasından pay alma kaygıları ortadaydı. Kanal D de, ev formatında stüdyo kurup bunu Okan’ın istekleri doğrultusunda şekillendirerek böyle bir yükün altına girerken muhakkak ki gelir-gider dengesini iyi yapacaktı. Peki, hafta içi PT3 gibi gecenin ilerleyen saatlerinde yayınlanacak olan programın reytingi-reklam getirisi masrafları ne ölçüde karşılayacaktı? Hafta sonu değildi ki millet ertesi günün tatil rehavetiyle izlesin? Kiminin okulu olacaktı, kiminin işi. Nihayetinde az sayıda gece kuşları dışında izleyici bulmak oldukça zordu programa. Ayrıca Show TV’deki ‘Makina Kafa’sı veya Star’daki ‘Dada Dandinista’nın hafta sonu olduğu halde aldıkları reytinglerin düşüklüğü malumdu. Okan Bayülgen’in bazen narsistliğe varan, doğrucu ama dikteci mizahi söyleminin herkesin hoşuna gitmediği; ince esprilerinin geniş kitlelerce anlaşılmadığı gerçeği de orta yerdeydi. Yani Kanal D’nin yüklü masrafına karşı alacağı risk büyüktü ve bu program ‘macera’ sayılabilirdi.
Hal böyleyken başlangıç tarihi olarak işaret edilen 17 Ekim 2016’da ekrana çıkmasının hayal olduğunu düşünmek gayet mantıklıydı. Nasıl ki, o tarih yaklaşırken Kanal D’de tık yoktu. Sonra yayın tarihi için 24 Ekim dendi. Olmadı, bu kez 14 Kasım telaffuz edilmeye başlandı. Ardından Altın Kelebek krizi patlak verdi. Tepkiciliği fırsat bilip getirisinden emin olunamayan programın yok edilmesi mümkün mü diye düşünürken, Okan’ın programının iptal olduğuna dair haberler çıktı magazin medyasında. ‘Malumun ilamı’ derken, hoppalaaa… Bu haberin üstünden çok geçmeden internet medyasında iptalin doğru olmadığı, programın yeni yılda izleyici karşısına çıkacağı söylemi yer buldu. Sözde dekorları yetişmediği için Aralık ayına sarkan program iptal edilmemişti. Aksine hazırlıklar tüm hızıyla sürüyordu. Olayın aslı, Okan Bayülgen’in dinlenip daha iyi bir içerik yapabilmek isteğiyle zamana ihtiyaç duymasından ibaretti. Anlayacağınız ‘‘Okan Bayülgen’in Evi’’ alenen ‘Oyun Evi’ne dönüştürülmüştü. Artık magazin medyası eliyle mi, Kanal D kararsızlığıyla mı yoksa günah keçiliğinden sıyrılmaya çalışan Okan Bayülgen vasıtasıyla mı? Bilinmez. Ortada olan tek bilinen gerçek, farklılıklar sunma iddiasıyla tanıtılan bir programın daha ekrana çıkmadan oyuncak edilmesi!
Sonuçta; Yaşananlara bakıp ‘Televizyon dünyası da zıvıttı’ demeyelim de ne diyelim? Adeta krizlerden nemalanmak, reklamcılık için pay çıkartmak ve insanların zekâsıyla dalga geçmek moda oldu. Bu tabloda, mevcut ortamda programı devreye sokmanın getiri sağlamayacağı bilindiğinden haber karmaşasından medet umulduğunu düşünmek de serbest. Avantaj sağlar mı? İşaret ettiğim gerçeklerden dolayı programa artısı olacağını hiç sanmıyorum. Dahası ‘‘Okan Bayülgan’in Evi’’nin Ocak ayına yetişip devreye sokulacağına da pek inanmıyorum.
Hani Okan Bayülgen ‘Beni boş verin. Dalganıza bakın’ dedi ya… Galiba ciddiyetin dibine vurduğu televizyon dünyasında dalgadan ötesi hayal! Bu işin altından da, zaten yapılması konusunda kesin karar verilmemiş oluşunu gün değişimleriyle gösteren projeyi Altın Kelebek kriziyle ilişkilendirme fırsatçılığı yapmak… Sonra ‘Kanal D, talimatla mı yayın yapıyor’ sorusunu akıllara düşürme ihtimalini dikkate alıp tepki çekmek istemeyerek, işi zamana bırakıp unutturarak yok etmek dalgacılığı da çıkar mı karşımıza? Olacağına bak, demişler.
Anibal GÜLEROĞLU