‘Güllerin Savaşı’ ders olmalı!
Eğitimde ikinci dönem başlarken, kimi yerde bir hayli zorlaşan ders vermenin-ders almanın özünü sorgulatan nice ilginç örnek var ki ülkemizde, hayatta bize lazım olacak gerçek ‘ders’in okulların dışında olduğu hakikati tüm netliğiyle gösteriyor kendini. Ancak ders verme çabası öylesine ağır basıyor ki, karşılıklı etkileşimde ders vermekten ziyade ‘ders alma’ bilincinin önemi arka plana atılıyor. Olaya böyle yaklaşılınca da, çıkartılması gereken dersin mahiyeti başkalaşıveriyor. Nitekim sosyal medyayla bütünleşerek kapsama alanını daha da yaygınlaştıran ve çocukların gelişiminde okullardaki eğitimden fazla yer edinmeyi başaran televizyon dünyası da bu algı karmaşasının doğmasına alabildiğince müsait.
Bu noktada ‘Güllerin Savaşı’ ders olabilecek güzel bir örnek diyeceğiz ama… Onun öncesinde FOX’un Çalar Saat’inde çocukları süt içmeye yönlendirme sorumluluğunu da üstlenerek ders verici bir fark yaratan İsmail Küçükkaya’nın ‘İletişim fakültelerinde ders olarak okutulabilir’ yorumuyla sunduğu ‘Dada’ programında yaşananlara kısaca bir yorum getirmek istiyorum.
CANLI YAYIN DERSİ DEĞİL TAKTİK ŞOVU
Okan Bayülgen'e çıplak protesto şoku!
Okan Bayülgen’in programlarını eleştirdiğim de olmuştur, övdüğüm de. Hoş, nev-i şahsına münhasır bir üslupla şovlarını sürdüren biri için beğeninin veya eleştirinin pek önemi olmaz ya… Neyse. Konumuz, ‘Dada’da yaşananların ‘ders’ özelliği! Evet, gerçekten de bu olay ders olarak okutulmalı. Ancak kimilerinin dediği gibi canlı yayında kriz yönetme başarısı etiketiyle değil, ‘kriz yaratıp öne çıkma taktiği’ olarak! Zira algı gözümüzü uzun mesafeli far gibi açıp, femen havasındaki protestocuk(!) girişimine ve sonrasına baktığımızda yaşananlar tam anlamıyla komedi görünümünde. Bu komediyi hem reklamcılığa hem de toplum mühendisliği hevesine bağlamak da mümkün üstelik. Baştan sona şov konseptinde gelişen ve Beyazıt Öztürk ile Kanal D’yi ezme mantığı kokan bu dakikaları neden böyle yorumladığıma gelince… Zamanlama ve söylem tarzının manidarlığı!
Şayet bu eylem, şafak attırıcı montajları marifet sayan medyacılık anlayışının yıpratıcılığına maruz kalan Beyazıt Öztürk’ün olayından önce olsaydı inanıp ‘canlı yayında kriz yönetimi başarısı’ olarak değerlendirmek mümkündü. Lakin yılların tecrübesi görmezden gelinip ‘Canlı yayın olayını becermedi’ yorumlarıyla eleştirilen, ardından ne hikmetse banttan verilen ve bir haftalık molaya çekilen ‘Beyaz Show’ bu gelişmeleri yaşarken femen özentisiyle protestoya niyetlenilmesine inanmak imkânsız. Hani komşuda pişer bize de düşer gayretiyle gelişmiş bir taktik, bir şaka gibi. Sahi konuklar bile ‘Şaka mı’ diye fikir yürütmemişler miydi?
Öte yandan zamanlamanın manidarlığı bir yana, süreçteki söylem de hiç samimi değil. Birden soyunmaya başlayan bayanı fark edip kadrajın dışına çeken Okan Bayülgen yayını kestirmiyor. Niye? Kesilse, bizler kanalın amblemli bardakları sırayla kaldırıp çay-kahvelerini yudumlayan konukların sakin duruşunu izlerken arka plandan Bayülgen’in okul hocası edasıyla yaptığı konuşmayı dinleyemeyeceğiz tabii! Hal böyleyken bir yandan yayının kesilmemesi ve güvenlikçi gelmemesi için talimat veriliyor, bir yandan da sorunu halletme vurgusuyla kıza derdi soruluyor. Alınan karşılık ne oluyor peki? Bir teşekkür ve parti ismi… Sonra? ‘Hop dedik’ misali devreye girme, Beyaz’ı da araya katan özgürlükçü(!) ve nasihatçi nutuk. Şart mıydı Beyaz’a göndermede bulunmak? Şart! Aksi takdirde nasıl kıyas yapılacak ve fark atılacak değil mi? Ya sonrası? Okan Bayülgen’in taburesine oturtulan bayanın karşısında çömelip söyleve devam edilmesi… Ve özür dilemeye kalkacak derecede mahcuplaştırılan(!) protesto niyetlisinin kuzu kuzu yerine gitmesi. Sahi kız neden o tabureye oturtuldu? Madem iki çift laf etmesine fırsat tanınmayacaktı niye buna gerek duyuldu? Değerli şovmen Okan Bayülgen’in bir bildiği vardır elbet de biz anlayamadık diyeceğim ama… Yok, geçmişte performans düşüklüğü nedeniyle eleştirdiğim programda yaşananların özünü aslında bal gibi anladık da, kriz-keriz dengesinde safa yatıyoruz işte. Böyle yapmak günün modası!
‘Dada’daki olan biteni, canlı yayında kriz yönetimi dersi olarak görenlere son söz… İlk 10 içinde yer bulan ‘Beyaz Show’a karşılık totalde 49, AB’de 26 gibi sıralarda kalan programın ders verme-ders olma gerçeğine bir de bu açıdan bakılması; sapla samanın karışmaması!
‘GÜLLERİN SAVAŞI’ ARDINDA ÇOK ŞEY BIRAKTI
Toplumsal yapının türlü sorunlarla yıprandığı günümüzde ekranın mesajcı yönü daha önem kazanır oldu diyoruz bir kez daha… Ne de olsa orada izlenilenlerin rol modelliği, okul kitaplarındaki ezberciliğe dayanan derslerden daha akılda kalıcı çünkü. Giyim tarzından, konuşma biçimlerine popüler kültür televizyonla yaşam arasında paralellik göstermekte. Bu açıdan değerlendirdiğimizde ekranda ‘ders’ niteliği taşıyan bir yapım aranıyorsa bu, ‘Güllerin Savaşı’ olmalıdır diyorum. Çünkü hem sunduğu karakterlerle hayatın gerçekleriyle örtüşerek uyarıcılık sergiledi, hem de sektöre neyin nasıl olması gerektiği anlamında örneklik etti.
Anlayacağınız Güneş’in Kızları’nı Cumartesi gecesine alarak akıllıca bir hamle yapan Kanal D’deki macerasına herkese hak ettiğini veren bir finalle nokta koyan yapım ardında çok şey bıraktı. Gerçi bu final fazlaca aceleye getirilmiş, çözümler çokça kestirme verilmişti… Gelişime müsait iç dinamiklere sahip dizi, güdük bırakılacak ve böyle zamansız finali hak edecek bir iş değildi ama… İkinci sezon için uzun uzadıya düşünerek gelişim yaratmaya gerek görmeyen senaryo, yine de finali iyi toparlamıştı. En azından her şeye rağmen ‘mutlu son’ klişesi yaratılmamış, denge korunmuştu. Ben de bu özelliğinden dolayı ‘Güllerin Savaşı’nı kutlayıp ardında bıraktığı ‘ders’ niteliğindeki yönlerini maddeler halinde sıralamak istedim.
1-‘Güllerin Savaşı’ oyunculuk başarısının, medyanın gözdesi olmuş popüler isimlerle değil canlandırma yeteneğiyle gelebileceğinin dersini verdi öncelikle. Bunu da mevcut diziler arasında kadın oyuncu kategorisinde alkışı en çok hak eden isim olarak gördüğüm Canan Ergüder’in Gülfem performansıyla yaptı. Ergüder, öylesine doğal bir biçimde oynadı ki Gülfem’i, sektörün ona bakıp ders alması lazım. Belki böylece her rolü aynı tarzda sergileyenlerin, tek bir rolle sultan haline getirilenlerin, reklam desteğiyle şişirilenlerin kofluğundan verimli dizi çıkmayacağı… Oyuncu seçiminde magazin becerisinden ziyade yeteneğin önemli olduğu daha net anlaşılır. Burada ikinci sezon açılan Damla Sönmez’in de Gülfemleşerek kendini aştığını belirtip, kendisini çıkarttığı iyi işten dolayı kutlamak isterim. Her iki oyuncuyu yeni rollerde, farklı performanslarla görmeyi sabırsızlıkla bekliyoruz.
2-Dizinin sektör bazında verdiği diğer ders, çok başarılı olması gereken bir işin senaryo boş vermişliğiyle nasıl ters takla dönebileceğine dair… Bunun gelişimini ikinci sezonun başında uzunca yazmıştım. Özetlersek, şok edici bir sezon finaliyle ufkunu genişleten dizi ne yazık ki ikinci sezonda başa sarma kolaycılığını seçince kendi kendini çelmeledi. İzleyicide bıkkınlık oluşunca da sıralaması geriledi ve sonlanması gündeme geldi haliyle. Oysa kadın kalemlerden çok daha müthiş bir ‘Güllerin Savaşı’ yaşanabilir ve iki ayağı bir pabuca girmeden sindirilerek işlenmiş bir finalle uğurlanabilirdi. Yapılmadı. Umarız başka dizilere ders olur.
3-‘Güllerin Savaşı’nın izleyicisine verdiği derslere gelince… İlki, erkeklere yönelik. Zengin erkek avcısı kadınları tanımak, onların ne tür numaralar yapabileceklerini görmek adına harika örnekler sergilendi bölümler boyu. Masumiyet ve yardıma muhtaçlık oyunlarıyla erkek kandırma formülünü Gülru gösterirken, tehditle adam yolmanın yüzü Zeynep Köse’nin canlandırdığı Yonca oldu. Gülfem ise iş dünyasındaki kazanma hırsına ve sevdiğini elinde tutma çabasına karşın erkek avlama tezgâhına ihtiyaç duymayan dobralıkla çıktı karşımıza. Böylece hangi kadın tipine itibar etmesi gerektiğinin de dersini verdi erkeklere.
4-Dizilerdeki çift yaratma merakını Ömer-Gülru üstünden gıdıklayarak sevdiği adam elinden alınan Gülfem’i ‘kötü’ konumuna düşüren yapımın en güzel mesajı rol değişiminden çıktı. Konu ilerledikçe gerçek kötünün Gülru olduğunu ortaya koyması, iyi-kötü kavramlarına farklı bir yorum getirdi. Yanı sıra kızları için ahlak abidesi kesilen halim selim bahçıvan Salih’in geçmişindeki sorumsuzluğu ve onun yüzünden hayatı kayan Halide de bu yorumun diğer yüzü olarak, kadın-erkek ilişkisindeki çifte standarda örneklik etti. Kısacası ‘Güllerin Savaşı’, her şekilde masumların içinden şeytan çıkabileceğinin, şeytan görünenlerin de aslında masum olabileceğinin dersini evire çevire verdi bize.
5-Köşk ahalisiyle, kendi kardeşine dahi kazık atmaktan çekinmeyen paragöz-hırslı müştemilat sakinleri arasında gelişen hikâyeden çıkartılacak son ders; aynı ortamda yaşayan genç hizmetlilerin kapı dinleme, arkadan iş çevirme, ayartma gibi eylemlerde bulunup işverenler için tehlike yaratabileceği konusunda! Yani Gülfem gibi gurura kapılıp küçümsememek lazım.
Sonuçta; ‘Başkasının yerine göz dikerek onun ayağını kaydıranın da yerine göz diken çıkacaktır’ gerçeğiyle veda eden ‘Güllerin Savaşı’nın ardından bize kalan dersler bir dolu. Üstelik başarı olarak gösterilmeye çalışılan şovlar gibi de değil. Kendi kurgu ama verdiği derslerin hepsi de gerçek! Biz ‘Güllerin Savaşı’ anısına detaylandırdık. Ders almanın takdiri size kalmış. ‘Güllerin Savaşı’ noktalandı, ekranda bir başka hava estiren Gülfem’in tadı damağımızda kaldı diyerek koyalım noktayı.
Anibal GÜLEROĞLU