‘Ölüm Emri’yle gerçeklere bakış…
Acımasızlık, kendinden olmayanı ezme ve sahiplenme hırsı, aklıyla övünen insanoğlunun kendine bahşedilen hayatın nimetleriyle bağdaşmayan vahşi yönleri… Bu açıdan ele alındığında insanların, aslında vahşi hayvanlardan çok da farklı olmadığı kesin. Öte yandan vahşilik özelliklerini aklıyla desteklemesi tarih boyu verdiği zararların boyutunu sınırsız hale getirmekte. Öyle ki; toplumlara hükmetmek, galeyana getirmek için dinden ideolojiye türlü değerler, vahşilikle dünyayı cehenneme çevirenlerin motivasyon araçları olabilmekte. Teknolojik gelişmeler ve internet denilen sihirli âlem sayesinde tüm dünyanın pislikleri ortalığa dökülürken bu gerçeği gözlemlemek daha kolaylaştı.
Buna karşılık cümle foya deşifre olurken kötülüğün kanıksanması, vicdan ve ahlakla bağdaşmayan eylemlerin mazur gösterilmeye çalışılması gibi olumsuzluklar da hayatımızı iyiden iyiye sarmaladı… Çığ gibi büyüyen çocuk istismarlarının aklanması, kişisel verilerin mahremiyetinin kalkması ve en önemlisi de, bölgesel çatışmalarla beslenen terörün sınır tanımaz yaygınlığı! Her şey olup biterken yaşamın kaygılarıyla boğuşan sıradan insanın payına düşense, olayları reality show gibi televizyondan izlemek ve cümle olumsuzluğu kısa sürede unutmak. Öte yandan bu rehavetle paralel olarak sıradan insanların, dayatılan terörü sorgulamasına fırsat yaratan kurguların daha yoğun biçimde üretilir olduğu da bir gerçek.
Moğolların, kendilerinde olmayanlara yönelik acımasızlığını vurgulayan ve günümüzde de dile getirilmeye başlanan, ‘Taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmayacak’ şeklindeki vahşi felsefesini benimseyenlerin dünya üstünde yarattığı yıkımın arka yüzündeki gelişim sürecini yansıtan yapımlar, zihinlerini paralel evrenden kurtarıp dünya gerçeklerine bakabilmeyi arzulayanlar için oldukça önemli çalışmalar. Zira bu yolla radikallerin, süper güçlerin ve arada piyon vazifesi gören hırs sahiplerinin mutfağında pişen zehirli yemekler fark edilip bunlara karşı yapıcı bilinç geliştirilebilinir. Nitekim vizyondaki ‘Ölüm Emri’ tam da bu amaca hizmet edecek türden bir içeriğe sahip. Ülkemizdeki ve Avrupa’daki canlı bombaların neden elden kaçırıldığını anlamak için birebir.
CANLI BOMBAYA MÜDAHALEDE PROSEDÜR ÇIKMAZI
Acının ödülünün tecrübe olduğunu söyleyen Antik Yunan trajedi yazarı Aeschylus’un ‘Savaşta verilen ilk kayıp gerçektir’ sözüyle açılışını yaparak savaşların insan vicdanını, aklını ve gerçekleri yok edişini ilk andan özetleyen ‘Ölüm Emri’, günümüzde 10 bin İHA (İnsansız Hava Aracı) ile sürdürülen terör karşıtı operasyonların hangi prosedürlere uyularak geliştiklerinin 102 dakikalık brifingi gibi…
Kenya-Nairobi’den konuya dalıp babası tarafından okumaya teşvik edilen küçük kız Alia’nın hulahop mutluluğundan ve bu bölgede faaliyet gösteren Somalili radikal İslamcı örgüt Al-Shabaab peşindeki İngiliz, Amerikan güçlerinin ortak harekât planından kesitler sunarak başlangıcını geliştiren yapım, egemen güçlerin varlığını inkâr ederek kendi yasakçı-tutucu kurallarını yürürlüğe koyan örgütün terörist faaliyetlerine ‘canlı bomba’ olayıyla pencere açıyor. Bunu yaparken de şeriat yanlılarının kadın bileğinin görünmesine sopalı müdahalesini, Alia’nın hulahop çevirme oyununu günah saymasını, bölgedeki halkın kendilerine dayatılan şeriata silah zoruyla uymalarını kısa geçişlerle veren akış, Londra-Los Angeles-Nevada-Kenya dörtgeninde yol alırken öne çıkan detay, emir-kumanda zincirindeki prosedür hassasiyeti! Bu hassasiyetin kademeleri öyle yalın biçimde aktarılmış ki filmde, dünyada gerçekleşen terörist faaliyetlerin nasıl böylesine fütursuzca çoğaldığını rahatlıkla anlamamızı sağlıyor.
Teröristleri, İHA’lar ve yerel ajanlar sayesinde adım adım takip eden İngiltere ve ABD’nin yerel yönetimle işbirliğine girişerek başlatacakları ele geçirme operasyonunun hesapta olmayan iki ‘canlı bomba’yla bozulmasından sonra, zamana karşı yürütülen onay alma çabasından gerilimini yaratan ‘Ölüm Emri’, prosedür hassasiyetini, angajman ve insan öğeleriyle ortaya koyarken aynı zamanda bir gerçeği daha açığa çıkartıyor… O da, canlı bombaların bilindikleri halde neden durdurulamadıkları!
Sıradan vatandaşın aklını kurcalayan, soru işaretleri yaratan bu noktada durum çok basit aslında. Teknolojiyi askeri harekâtlarda en avantajlı biçimde kullanmayı başaran… En özel saydığımız evlerimizin içine dahi böcek kameralar sokarak bizi gözetleme becerisi sergileyen süper güçlerin, günümüzde sıkça bahsi geçen ‘canlı bomba’ vahşeti karşısında niçin çaresiz kaldığının cevabı, yapılan her operasyonun hukuka uygunluğunun ılık cılık incelenmesinde yatıyor. Sivil halkın minimum zararı görmesi hususunda olabildiğince titizlenenler, aynı zamanda teröristin ‘vatandaşlık’ durumunda da müdahale çekincesi yaşıyorlar. Böylece bilindiği halde niye etkisiz hale getirilemeyen ‘canlı bomba’ konusu açıklığa kavuşuyor ve hukuksuzluk gibi fazla hukuk merakından da maraz doğacağı mantığı yüzünü gösteriyor.
Şöyle ki; Terörist dahi olsa, ABD’nin Amerikan vatandaşına veya İngiltere’nin kendi ülkesinden birine karşı ‘Ölüm Emri’ vermesi için bir hayli telefon trafiği gerekiyor. Yani süper güçler, insan haklarıyla terörist faaliyetleri ayrı kefelerde tartmaktan, ipin ucunu zor tutuyorlar… Tabii filmdeki ‘Balıkçıl Operasyonu’nda bu böyle. Gerçek dünyadaysa, teslim edilen teröristlerin salıverilmesiyle gelişen dehşet verici bombalamalar, ipin ucunun çokça kaçtığının; prosedür durumunun, ‘Ölüm Emri’ndekinden çok daha vahim olduğunun resmidir.
BİR ÇOCUĞA KARŞI ONLARCASI FEDA EDİLİR Mİ?
Her aşaması hukuki kurallara uyularak yürütülen operasyonlarda prosedür alabildiğine işletilirken, angajmanlara sırtını dayayanlar açısından sorun olmadığı kesin. Ancak hukukun kapsama alanı da bir yere kadar. Çünkü yaşamın akışı, kurallarla açıklığa kavuşturulmamış haller de çıkartabilir neticede. Peki, bu evrede en istenmeyen durum ne olabilir?
‘Kimse bir askerin savaşın kötü sonuçlarından haberdar olmadığını söyleyemez’ diyerek masa başındaki komutanların-askerlerin cephesinden savaşın acı yüzüne bakan ‘Ölüm Emri’, içeriğinde bu soruya da cevap barındırmakta. Lakin askeri operasyonlarda, hukukta yeri olmayan bir durumla karşılaşıldığında ne yapılacağı konusu, insanın içini daraltan bir ikilemle çıkıyor karşımıza… Bir çocuğun hayatı mı önemli, yoksa ortalama 80 kişinin ölümü mü?
Buradaki karar aşamasında da, vicdan ve politik propagandist yaklaşım arasındaki çekişme etken oluyor nihayetinde. AVM’lerde veya başka toplu alanlarda kendilerini patlatacak ‘canlı bomba’ların katliamını engellemek için hayat dolu ekmekçi kızı riske atıp ‘çocuk katili süper güç’ damgasını yemek mi daha iyi? Yoksa kızı kurtarmak için müdahalede bulunmayıp ‘canlı bomba’ların kaçmasına sebep olarak, onların dünyanın herhangi bir ülkesinde yaptıkları katliamdan radikal örgütü kötüleyici propaganda avantajı sağlamak mı? Sizce?
Gavin Hood yönetiminde gerilimini kuran ‘Ölüm Emri’nde hangi mantığın ağır bastığını, ekmeklerin tamamının parasını aldığı halde onları tekrar satmak isteyen küçük kıza odaklı sahneleri izleyip görebilirsiniz. Ancak gerçek yaşamda, yüzlerce kişiyi hayattan kopartan, huzuru kaçıran örnekler mantığın nasıl işlediğini değerlendirmekte yardımcı oluyor bizlere.
Sonuçta; Öldürmek değil yakalamak isteyen otoritelerin, ‘yargılama’ merakıyla avantajlı hale gelen radikallerin-terör örgütlerinin palazlanmasındaki başlıca unsurları gün yüzüne çıkartan bir film, ‘Ölüm Emri’. Böylece intihar yeleklerini ve ‘canlı bomba’ları gördükleri halde hukuken sorun yaşamama kaygısına düşülmesi… Büyük güçlerin prosedür ve protokol kurallarında boğularak emir-kumanda zincirindeki hareket kabiliyetini yavaşlatmaları… Ve teröristlerin ABD-İngiltere vatandaşı olmalarının angajman kurallarını etkilemesi sonucu terörün neden bitmediğine, kurgudan gerçeğine, bir güzel vakıf oluyoruz. Terörde-savaşta hak etmediği halde acı çekenin, asıl zararı görenin yaşam kaygısındaki masum vatandaş olduğu hakikatiyle birlikte!
Güncelle hayli iç içe bir konuyu işleyen filmin algı yönetimine gelince… Ortalık algı yönetiminden ve dizilerle-medyayla toplum mimarlığı gayretinden geçilmezken, bunun değerlendirmesi de size kalmış. ‘Ölüm Emri’yle gerçeklere bakışta iyi seyirler…
Anibal GÜLEROĞLU