Sıradaki isim; canlandırdığı modern imam tipiyle ‘örnek alınası’ bir fark yaratan ve sosyal sorumluluk projesi tadındaki dizinin maneviyatını güçlendirici rolünü başarıyla yerine getiren Orçun Koray Kaygusuz…
O kadar kendine has ama bir o kadar da geneli kucaklayan görüşleri var, Orçun Koray Kaygusuz’un. Oyunculuk mantığından, tiyatroda yapmayı dilediği projelere… Bilim adamı-din görevlisi denkliğindeki ön yargısız bakış açısından, kadın-erkek ilişkilerindeki vurucu tespitlere… Sorulara verdiği cevaplar bizi sıradan bir röportajın ötesine çekip götüren, bilinçlere hitap eden türden!
ORÇUN KORAY KAYGUSUZ’UN ÇOK ÖZEL DİLEKLERİ…
1-Merhaba Orçun Bey… Bize kendinizden biraz bahseder misiniz? Nasıl biridir Orçun Koray Kaygusuz? Gelecekle ilgili planları nelerdir? Hayalinizde canlandırmak istediğiniz özel bir karakter var mıdır? İlaveten birlikte rol almayı arzuladığınız kadın ve erkek ünlüleri sorsam…
Merhabalar... 1984 adana doğumluyum, Başak burcuyum. Çocukluğum 6 yaşına kadar Adana’da daha sonraki yıllarım liseye kadar Muğla/Fethiye’de geçti. Lise yıllarım da Bolu’da geçti. Sonra Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’yle tekrar Adana… Devlet memuru bir babanın evladı olunca sık sık şehir değiştirmek kaçınılmaz oldu. Elbette bunun hem avantajlarını hem dezavantajlarını gördüm. Her bölgeden farklı insanlar görmek, hiçbir yere ait hissedememek gibi… Tebdil-i mekânda ferahlık vardır derler ya, fazlasıyla ferahladım özetle… Bu ferahlık belki de bana gelecekle ilgili plan yapmamayı öğretti, çünkü bulunduğum şehirde 3 ay sonra kalıp kalmayacağım hep bir muamma oldu. Böylece daha küçük yaşlarımda ''Olması gereken olur'' şiarını edindim kendime. Her ne kadar sonuçlara öfkelensem ya da kimi zaman isyan etsem de razı olma hali çabuk gelir arkasından.
Gelecekle ilgili ‘’plan’’ değil de dilemek diyelim biz ona, gelecek için elbette dileklerim var. Bunların bir kısmı özel yani bana kalsın. Onlar dışında gelecek için dileğim, dosdoğru projelerde dosdoğru yol almak, ta ki huzurla köşeme çekildiğimde iyi ki bu işi yapmışım şükrünü eda edebilmek için. Aslında her karakter özeldir, bu yüzden karakterdir zaten, sıradan olanla neden ilgilenilsin ki? Ama yine dileğimdir diyelim; Şems-i Tebrizi’yi yaşlılık yıllarımda canlandırmak. Birlikte rol almak istediğim ve beğendiğim isimler elbette ki var ; Mesela Haluk Bilginer, Çetin Tekindor, Ercan Kesal.. Kısa da olsa ‘’Küf’’ filminde karşılıklı oynama şansı buldum Ercan abiyle, bu çok özeldir benim için. Mesela Sarp Akkaya’yı çok çok severim. Aktris olarak Zerrin Tekindor, Nesrin Cavadzade, TuğbaBüyüküstün gibi isimler var. Elbette bu isimler en başta geliyor, ama beğendiğim ve aynı projede yer almak istediğim çok değerli oyuncular var ülkemizde...
KUR'AN’I TİYATRO İLE İNSANLIĞA ULAŞTIRMAK DİLEĞİM!
2- Yanılmıyorsam Bir Çocuk Sevdim dizisiyle başladı televizyon yolculuğunuz. Çukurova Üniversitesi’nde tiyatro okuduğunuzu biliyoruz. Peki, oyunculuk eğitimini konservatuardan edinmiş biri olarak, dizi dünyasına geçişiniz nasıl oldu? Tiyatroyla ilgili planınız bulunuyor mu?
Evet, ‘‘Bir Çocuk Sevdim’’ rol aldığım ilk projeydi, gözümün nuru… Konservatuara girerken söylediğim şey buydu zaten… Yani oyunculuk hayatta öğrenilen, sahnede tecrübe edilen garip bir meslek… Ben sinema ve dizi yapacağım diyerek girmiştim okula, öyle de oldu. Bir sinema filmi için Adana’ya gelmişti bir yapım ekibi, konservatuar 3. sınıftaydım. Filmin yardımcı yönetmeni –ki şu an çok sevdiğim arkadaşımdır- bana döndü ve dedi ki; bu rolü sen oyna. İlk sinema filmim olan KÜF filminde böylece küçük bir sahne de olsa oynama şansı yakalamıştım.
Tiyatroyla ilgili olarak en büyük dileğim KUR'AN’ı tiyatro ile insanlığa ulaştırmak. Eskimiş politik söylemlerden, romantizm kokan eserlerden, körler-sağırlar birbirini ağırlar vaziyetinden kurtarabilmek tiyatroyu ve yepyeni bir söz, bir yorum getirebilmek. Yalnız ‘’elit’’’in tiyatrosu değil, halkın tiyatrosu haline dönüştürebilmek dileğim.
Anadolu mitlerin, hikâyelerin, tiyatronun doğduğu topraklar ama ne yazık ki bu kültüre ait oyunlar atıl bırakılıp, ısrarla batıya ait oyunlar sahnelenmekte… Elbette ki tiyatro evrenseldir, duyguların dili, eylemler evrenseldir. Fakat işin estetik kaygısı sebebiyle amacından uzaklaşılmış durumda. Tiyatro bir söz anlatma sanatıdır, söz yalnızca ağızdan çıkan harfler değil, eylemler bütünüdür. Çağın yeni bir söze ihtiyacı var, tiyatronun da öyle...
KOMEDİ DE, DRAMDIR ASLINDA…
3-Tiyatroyla ilgili dileğiniz gerçekten de müthiş. Umarım en yakın zamanda gerçekleştirirsiniz. Yanı sıra oyunculuk geçmişinize baktığımızda… Bir Çocuk Sevdim, Ulan İstanbul, Küf filmi derken farklı işlerde yer aldınız. İçerik bakımından birbirinden değişik tür yapımlar. Sizce bir oyuncuyu en çok zorlayan tür hangisi? Yani komediyi mi yoksa dramatik bir karakteri mi yansıtmak zor?
Oyuncuyu zorlayan türler, roller değil bazı sahnelerdir aslında… Ki, budur oyuncuyu mutlu eden. Basit olan keyifsizdir. Bu nedenle zorlayıcı sahnelerle yazılmış olan roller ve türler her zaman en iyisidir bence. Komedi mi dram mı? Komedi de, dramdır aslında… Biz, karakterin dramına güleriz yahut hüzünleniriz. İkisini birbirinden ayıramam, gerçek olması yeteri kadar zorlayıcıdır derim. Gerçeği yakalayan bir oyuncu içinse komedi de dram da bir olur. Ama şunu belirtmem gerek, karakteri komikleştiren unsur tipleme ise bu bence en basit olandır. Karakterin dramına gülüyorsak şayet işte bu, oyunculukta zoru başarmaktır.
TOPLUM OLARAK SINIRLARI, ÖN YARGILARI KALDIRMALIYIZ
4-Son Çıkış’taki karakterinize gelecek olursak… Yusuf, sıradan bir imamın ötesinde. Fizik mühendisliğini bırakıp din adamlığında karar kılarak geldiği mahallede, sosyal faaliyetten ailevi sorunlara her konuda varlık gösteriyor. Son dönem kurgularında modern imam tipleri sıkça işlenmekte. Gerçek hayatta insanların Yusuf gibi bir imama yaklaşımı nasıl olurdu sizce?
Evet, Yusuf sıradan bir imamın ötesinde çünkü aynı zamanda bilim adamı. Neden kabul edilemediğini anlamakta zorlandığım ve sıkça sorulan bir soru. Bilim adamlarını ateist olarak tanımlayan sığ bir bakış açısı sorunu aslında bu. Bilim insanları molekül ya da evren yaratmıyor. Var olan bir düzeni mikrosundan makrosuna inceliyor ve mucizelerin en büyüklerine şahit oluyorlar. Bu yaratıcının o insanlara büyük bir lütfu. Diliyle ikrar edip inandım diyen mi? Yoksa gözleriyle kün fe yekün( ol der olur)’e şahit olan mı daha çok inanmıştır.
Bugün bilim adamlarının görevi din üzerine içtihat yapmak değil ki, çıkıp inançlarını anlatsınlar. Yusuf, fizikte doktorasını yaparken din ilimleri üzerine yoğunlaşıyor ve laboratuardaki keşiflerini imanı ile tasdikliyor. Ayrıca ‘modern imam’ tanımını doğru bulmuyorum, ilahiyat mezunu binlerce genç insan var. Hepsi de bu çağın insanları, elbette ki imamlık da değişip dönüşecektir. Hutbelerde bilimin verileri anlatılacaktır. Buna bizzat şahit oldum. Toplum olarak aramızdaki sınırları, ön yargıları kaldırırsak buna birçokları şahit olacaktır. Yusuf gibi bir imamla karşılaşan insanların yaklaşımı şaşkınlık ve hayranlık olacaktır. Keza bir camide cuma namazında ben karşılaştım ve şaşırdım, gözlerim doldu.
GÜNÜMÜZDE İLİŞKİLER TAMAMEN HAZZA ENDEKSLİ… DEFOLU BİR NESLİN ÇOCUKLARIYIZ!
5-Nilüfer’i, Züleyha gibi seven Yusuf karakterini bir yana bırakırsak… Orçun Koray olarak kadın-erkek ilişkilerine bakış açınız nedir? Yani bu ilişkilerde erkek tarafının yaklaşımı nasıl olmalı? Günümüzde ‘eşitlik’ mantığıyla, kadınların erkeksi özgürlükle davrandıkları malum. Bu gelişimi tasvip ediyor musunuz? Kısaca, kadın kadınlığını bilmeli diyenlerden misiniz?
Kadın erkek ilişkisi... İnsanlığın başladığı Âdem ile Havva’ya kadar gitmek gerek(Gülüşmeler…) İnanın bu konu kıldan ince kılıçtan keskin... Yanlış anlaşılmaya çok müsait… Bu nedenle imtina ediyorum(Tekrar gülüşmeler). Erkek erkek gibi olmalı kadın kadın gibi desem, erkeğin toplum zihninde tanımlanma biçimi oldukça kusurlu keza kadının da...
Erk kökünden gelen erkek gücü sembolize eder mesela, kadın ise hatun’dan türemiş bir sözcüktür. Hatun ise kraliçedir. İnsanlığa verilen bir görev ve tanımlamaları var. İnsan, halife olarak yaratılmıştır… Keza insan olabilmektir bu dünyadaki başlıca görevimiz. Yaratıcının, ''biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra aşağıların aşağısına çevirdik'' diyen Tin suresi ayetini düşünmemiz yeterli olacaktır. İslam evrenselliği tam da bu konuda öne çıkar. Kadın da erkek de en güzel biçimde yaratılmış ve aşağıların aşağısına dönüştürülmüştür. O vakit dönüşümüz yine en güzel hale olmalıdır.
İlişkilerde erkeğin kendine emanet edilen kadını sahibiymiş görme tutumu, kadını metalaştıran bir hata… Keza kadının da kendini metalaştırdığı göz ardı edilemez. Aile kurumu ilişkilerde bir krallık gibidir, bu krallığın kralı ve kraliçesi gibi yaşamak için öncelikle birey kendi yaratılış gayesini anlamalı. ''Cennet annelerin ayağı altındadır'' hadisi çok özeldir. Her kadın bir anne adayı olduğunu, anne olmasa bile anne olacağını unutmamalı. Hiç anne olmasa bile cennetin ayakları altına serildiği bir makamın sahibesi fıtratıyla şereflendirildiğini unutmamalı. Erkek de dünyayı yerinden oynatacak güçte bile olsa bir annenin rahminde şekillendiğini unutmamalı… Ve her kadının bir Anne olduğunu…
Günümüzde ilişkiler öyle yerde ki tamamen hazza endeksli, saygıya ve sevgiye değil. Bu yüzden kurulamadan yıkılan aileler/krallıklarla dolu... Harabeler yığını gibi ilişkiler. Eşitlik elbette ki önemlidir, keza hak katında kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur. Burada mesele üstünlük de değildir, filin karıncaya üstünlüğü yoktur, aynı kategoride kıyaslanamaz bile, nicelik değil niteliktir esas olan. Kadın ve erkek ruh bakımından hesaba çekilir, tartıya konulur. Ruhun cinsiyetinden değil amelinden sorulur... Ruh giydiği beden kostümü ile görevlendirilmiştir. Meseleye buradan bakmalı derim.
Kadının erkekleşmesi, erkeğin kadınlaşması ekonomik özgürlük savaşının sonuçları bunlar. Çünkü erkekliğini, kazandığı para ile ispatlayan ve bununla gururlanan defolu bir neslin çocuklarıyız. Şimdi de kadınlarımız, ekonomik özgürlükle güç kazanmak için erkekleşiyorlar. Bu noktada da erkeklerin kendi geçmişlerini çokça düşünmeleri gerek. Etki-tepki meselesi, bir an önce cinsiyetçi zihniyetten vazgeçilmesi gerek. Kadınların özündeki ‘Annelik’ mayası onları daima özlerine döndürecek güçtedir. Özetle; biz erkekler, kutsal emanetlerimiz kadınlarımızın kıymetini bilmeliyiz.
BAŞKALARININ HAYATLARIYLA İLGİLENEN BİR TOPLUMUZ
6-Kadın-erkek ilişkisine yönelik saptamalarınız oldukça dengeli. İnsan olma bilincinden yola çıkıp bu hassas konuyu çok güzel toparladınız Orçun Bey. Kadına reva görülen şiddetin son bulması ve bütün erkeklerin, işaret ettiğiniz bilinçle hareket edip ‘kutsal emanet’ kadınların kıymetini bilmesi gerektiğinin altını çizerken son sorumuza geçelim… Magazinde sıkça boy gösteren isimlerden değilsiniz. Yani oyuncu kimliğinizin ötesinde isminizin karıştığı durumlara rastlamak zor. Sizce oyuncuların özel yaşamlarıyla magazine çıkmaları hoş bir şey mi? Bu tarz haberlerin kariyere katkısı oluyor mu?
Magazin bir nevi dedikodu demek(Gülüşmeler)… Demek ki, başkalarının hayatıyla ilgili bir toplumuz, öyle olmasa magazin olmazdı, talep var ki magazin var. Ben tercih etmiyorum. Yapanı da eleştiremem. Yaptığımız meslek, fıtratı gereği, göz önünde olmayı gerektiriyor. Bu işin cilvesi de, bu belki(Gülüşmeler)… Özel yaşam olmuyor ki zaten bu… Özel yaşam mahremiyettir. Bu ‘tüzel yaşam’ oluyor sanki… Özel olsa zaten magazin olmaz.
Kariyere katkısı var mı? Muhakkak ki vardır. Bu bir tercih meselesi, böyle bir katkı istemek ya da istememek mesele... Dediğim gibi, zaten işimiz göz önünde olmayı gerektiriyor. Bir sanatçının, bir kütüphane açılışına katılmasıyla ilgili olacağını sanmıyorum toplumun… Yahut sokak çocuklarını barındırma faaliyetiyle ilgili değiliz maalesef. Bu nedenle aşklar meşkler, Bodrum’da tatiller, özeller güzeller tüzeller hepsi ''Olması gerektiği gibi''… Dileyen dilediği kariyeri seçsin. Sevgilerimle... Teşekkür ederim.
Sorularımızı sabırla yanıtladığı için teşekkürlerimizi sunup Sayın Kaygusuz’u, kariyerinde ‘Olması gerektiği gibi’ yol almak üzere uğurlarken bu cevapların hayata dair derin anlamlarla yüklü olduğunu düşünmeden edemiyoruz. Ne kadar sınırları kaldıran ve net saptamalarla dolu değil mi, Orçun Koray Kaygusuz’un cevapları? Değişen çağla birlikte, oyuncu profillerinin de olması gerektiği gibi değişim göstermesi ve topluma, kurgulardaki rollerinin ötesindeki fikirleriyle yol gösterici mesajlar verebilecek kapasiteye erişmesi ne güzel.
Herkesin hayatında bir ‘Son Çıkış’ noktasına gelebileceği gerçeğinde, Orçun Koray Kaygusuz misali bilinçlere çokça ihtiyaç var, diyerek ve ‘Son Çıkış’ röportaj serimizi Deniz Barut’la bitireceğimizi belirterek koyalım noktayı.
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal