Gittikçe anlamsızlaşan, fırsatçılığın alabildiğine yükseldiği bir dünyada yaşamanın ruhlarımızda yarattığı boşluğu hiç düşündünüz mü? Hoş düşünseniz de elden bir şey gelemiyor, duyarsızlık hâkim olduğu sürece. Dahası herkes bir şekilde katkıda bulunuyor bu boşluğun büyümesine. Ne gündemden bir umut var, ne de kurgu dünyasının yaratabileceği farklılıklardan. Zira her şey belli kalıplar çerçevesinde gelişme monotonluğunda şimdilerde. Öteki taraf, beriki taraf hep aynı anlayacağınız.
Televizyon dizilerimizin hali malum… Çoğunluk tür ve öykü sıkışmışlığında, reytingi kapmak için aynı kısırdöngüde bocalayıp durmakta. Diziciliği tırpanlayan gerçek görüldüğü halde kimsenin kılı kıpırdamamakta. Bu meyanda sonuçlarının tahmini güç olmayan ve neredeyse hep belli isimlere konan kelebekleriyle dikkat çeken 44. Pantene Altın Kelebek misali ödüllerin heyecansızlığı da ortada… Canlı yayınmış, filanca ödül almışmış… Kimin umurunda?
Öte taraftan sinemamızdaki durum da bundan pek farklı değil hani... 26 kez başvurup hiç aday adaylığını geçerek ‘aday’ olamadığımız Oscar için yola çıkan ve lobi faaliyetlerini yürütebilmek adına 2 milyon dolarlık sponsor arayışına giren ‘Ayla’nın Akademi Ödülleri’ndeki akıbeti 23 Ocak’ta belli olacakken, ülkemizde sinema olayı evlere şenlik. Belli ekiplerle şıpın işi filmler çekilip peş peşe festivaller düzenlenmekte ya…
Ne çare! Başına ‘uluslararası’ ibaresinin getirilmesiyle uluslararası olunamayacağını, en son boş salonla başlangıcını yapan 5. Uluslararası Antakya Film festivali ile örnekleyip, her yıl belli kişilerin davet edilmesiyle ‘Kendin çal kendin oyna’ havasına bürünen festivallerin anlamsızlığı bir türlü görülememekte. Nasıl ki, gişe yapımlarının devasa basitliği de hiç sorun edilmemekte.
Malumunuz, yerli film dendiğinde öne çıkan ilk unsur, birbirini taklit eden, oyuncularını dizilerde parlayan yüzlerden seçen işlerin varlığı. Bunların çoğunluğu da cinsel söylemden-argodan medet uman sulu cırtlak komedimsi yapımlardan oluşmakta… Yani komedi niyetine yola çıkıp dibe vurmuş şamatada buluşanlar! Her ne kadar böyle filmlerin gişesi, tıpkı abartıyı marifet sayan, kadın aczini malzeme yapan dizilerin reytingi gibi yüksek olsa da, sürekli aynı yoldan yürümenin nereye varacağı belli sonuçta. Hoş… Bu da kimin umurunda?
Bunun dışında farklı içerik yaratamayıp belli türler arasında tekrara düşen yerli sinemada romantik komediler ve korku teması da revaçta. Lakin hep aynı sazı çalan romantiklerin tek bölümlük dizi tadında işlendiği sektörde, korkunun ele alınışı da çoğunlukla cinlerle, yabancı örneklerine özenen şeytanlı-hayaletli işlerle gerçekleşmekte.
Bu klişelerin ötesine geçip fark yaratmaya kalkışanların yaşadıkları hayal kırıklıkları, televizyondan sinemaya, diz boyu! Zira yerli dizi ve film izleyicisinin çoğunluğunda kurgu algısı belli şekilde kodlanmış malumunuz. Bu kodlar dışındaki verileri kabul etmiyor ne yazık ki. Yabancı yapımların müdavimleri için de yerli işlerin pek önemi olmadığından, klişe düzeni aynen sürmekte bunca zaman.
Ama her tekdüzelikte olduğu gibi burada da bezginlik kaçınılmaz. Dolayısıyla farklılık yaratmak şart.
İşte bu şartın gereği olarak zaman zaman rutini kırma girişimleri çıkıyor karşımıza. Hakkını veren de oluyor, başaramayan da… Nitekim bunlardan biri, Özcan Deniz’in psikolojik gerilim denemesi! Gerçek yaşamın ötesi berisi insanı canından bezdirirken ‘Öteki Taraf’ filminde ne var derseniz… Tıpkı diziler gibi, içeriğinde özgünlük olmadığı net. Lakin hakkı yenmeyecek bir iş olduğu da aşikâr. Dolayısıyla gerçekçi yorum için öncelikle ilham alınan orijinalinde yani ‘Karanlık Taraf’ta ne olduğuna bakmak ve sonrasında kıyaslayıp karar vermek lazım diyorum.
KARANLIK TARAF’TAN ÖTEKİ TARAF’A…
Aşkı; ihtiras, nefret ve kıskançlık duygularıyla buluşturup acımasızlıkla soslayarak sunan 2011 yapımı ‘The Hidden Face/La Cara Oculta’, kadınlara en büyük kötülüğün yine kadınlardan geldiğini gösterirken, finali beklemeden ters köşe yaşatan bir İspanyol-Kolombiya ortak yapımıydı. Ülkemizde ‘Karanlık Taraf’ adıyla gösterilen film, Belen-Adrian-Fabiana üçgenindeki gerilimi abartısız yaşatmayı başarmıştı seyircisine. Konusunu kısaca özetlersek…
Bir dolap, ayna ve sevgilinin veda kaydını izleyip ağlayan bir adamın donuk tablosuyla açılışını yapan film, terk edilmişlik acısındaki orkestra şefi Adrian’ın sarhoşken tanıştığı garson Fabiana ile yeni bir ilişkiye başlamasıyla geliştiriyordu içeriğini.
Kırsalın ortasındaki evin gizemini gelişiminin bir parçası yapan senaryo, eski sevgilisi Belen’i çabucak unutup yeni sevgili edinen Adrian üstünden, erkeklerin kadınların hayatlarını nasıl yok ettiği olayına ayna olurken, kendi ters köşeli gerilimini de yaratıyordu. Adrian’ın şüpheli tavırlarıyla Belen’in katili olabileceği izlenimini veren içerik, zengin adam arayışındaki Fabiana’yı istediği hayatı bulma rehavetinden, gizemli evin içinde sesler duyma gerilimine sürüklerken yatak odasındaki aynayı da neredeyse baş karakter haline getirmişti. Bu süreçte eski sevgilinin ortadan kaldırılmış olması gibi, hayaletinin eve dadandığını da düşünmek mümkündü. Ancak karanlığın, seslerin ve köpeğin sayesinde ürkütücü hale gelen evde bir hayalet olduğunu düşünmeye başlayan Fabiana ile Adrian’ın, Belen’i hayatlarından çıkarttıkları noktada bu fikir jimnastiği son buluyordu.
Çünkü çiftin sevgilerini dillendirdikleri anda kamera, aynanın öteki tarafına geçip gizemini açığa çıkartıyordu. Ardından geçmişin anılarına giderek Adrian-Belen ilişkisinin mazisine dalıyorduk. Olayın başlangıcını verme evresinde Adrian’la flört eden kemancı Veronica’yı da sıkça gösteren yapım, Belen’i terk ediş oyununa sürükleyen zaman dilimini sunarken bir yandan da erkek karakterindeki zafiyeti hissettiriyordu seyircisine. Yani tüm olayların sorumlusu, Belen varken Veronica ile flört etmekte sakınca görmeyen ve sevgilisinden bunu kabul etmesini bekleyen Adrian’dı… Aşkını test için ev sahibinin gösterdiği gizli odaya girme fikrine uyan Belen’in, heyecanla başlattığı sevgili denemesinde, gizli odanın anahtarını dışarıda unutup içeride hapis kalmasının ve sürpriz finalin sebebi de yine oydu!
Polisin ara ara dâhil edildiği ‘Karanlık Taraf’ın devamına ve nasıl sonlandığına gelince…
Nazi mühendisin inşa ettiği panik odasında tıkılı kalan Belen için eski konservelerle yaşam mücadelesi ve sevgilisinin başka kadınla yani Fabiana’yla sevişmelerini izleme çilesiydi düpedüz. Erkeğin aşkının ölümcül esarete dönüştüğü akışın bundan sonrasıysa, Fabiana’nın ilişkisinde rakip gördüğü Belen’in varlığını keşfiydi ki, bu kırılma noktası da filmin, erkekler için kendini riske atmama yönünde kadınlara örnekliğinin yanı sıra, kadınların da erkek kapma durumunda nasıl caniye dönüşebileceklerinin ispatıydı. Erkeğin her şekilde dört ayak üstüne düştüğünü hissettiren finali de, bu hususta hayli düşündürücüydü açıkçası.
Yönetmenliğini ve senaristliğini Andrés Baiz’in üstlendiği hafif ölçekli psikolojik gerilimin içerik tablosu böyleyken, gelelim Özcan Deniz imzalı ‘Öteki Taraf’a…
ÖTEKİ TARAF ORİJİNALİNDEN DAHA MI BAŞARILI?
Yerli dizicilerimizin legal uyarlama veya esinlenme adı altında yabancı işlerden alıntı yapma kolaycılığı sergilediği malum. Özgünlüğü yok eden bu alışkanlığın en önemli kaynağının Kore kurguları olduğu da örneklerle sabit. Nitekim sinema alanında da aynı mantığı bolca gördük. Mesela Özcan Deniz’in ‘Evim Sensin’i… Belçim Bilgin ile İbrahim Çelikkol’u buluşturan ‘Sadece Sen’… Güney Kore’den ithaldi.
Uğur Yücel’in ‘Benim Dünyam’ı da Bollywood’dan. Daha birçok örnek sayabileceğimiz yerli sinemamızda bu tutkunun son temsilcisi, ‘Öteki Taraf’…
Her ne kadar ‘Evim Sensin’ döneminde uyarlama iş çekmek istemediğini söylemiş olsa da, Özcan Deniz yine yabancı bir senaryonun Türkçe versiyonuyla karşımızda. Ancak bu kez Güney Kore filmi yerine İspanya-Kolombiya ortak yapımının senaryosundan yola çıkmış. Doğrusu, enteresan bir öyküye sahip olmakla birlikte 2011 yapımı ‘The Hidden Face/Karanlık Taraf’ın yerli gerilim merakımıza malzeme yapılacağı aklıma gelmezdi. Öte yandan Özcan Deniz, Aslı Enver ve Meryem Uzerli’yi buluşturan bir gerilim filmi ortaya çıkartmak için ‘Karanlık Taraf’ın avantajlı bir seçim olduğunu da vurgulamak isterim. Zira hem senaryoya temel teşkil eden hikâyesi kolayca işlenmeye elverişli, hem de yerli ilavelerle geliştirilmeye müsait.
Özcan Deniz de bu avantajları layıkıyla kullanmış zaten. Hatta Özcan Deniz’in ‘Öteki Taraf’ının, Andrés Baiz’in ‘Karanlık Taraf’ından çok daha başarılı olduğunu söyleyebiliriz.
Şöyle ki; Korku-gerilim türünü çok sevdiğini belirten Özcan Deniz’in ‘Öteki Taraf’ı, yabancı filmlerin tadıyla yoğrulmuş olmakla birlikte, bize dair pek çok çeşniye sahip. Almanya’dan kaçan Nazilerin Kolombiya gibi ülkelere gidip refah içinde yaşadıkları şeklinde mesaj veren orijinali gibi bir söyleme sahip olmasa da… Sevişme sahnelerinde çıplaklıktan çekinmeyen orijinalinden daha tutucu davransa da…
Yerli versiyonun kendine has çeşnileriyle çekiciliğini artırdığını söyleyebiliriz. Özcan Deniz’den başlayarak değerlendirirsek…
Orijinaline kıyasla, sahneleri yorumlayışından oyunculuk duruşuna daha bir canlılık hâkim. Üstelik diğer filmlerinden daha doğal bir tabloda kendini ispatlıyor Özcan Deniz. Belli ki üstünde çok çalışılmış. Elde balyozla duvar yıkma misali, orijinalinde bulunmayan ilavelerle geliştirilen ve gerilimi korkuya dönüştüren öğelere ustaca yer verip aksiyonunu yükselten yapımda, Çetin’in Adrian’a nazaran daha yoğun varlık göstermesi bir yana, karakterin hikâyeye katılımı ve duygu aktarımı da daha başarılı. Yani dizi tarzından soyutlanan Özcan Deniz, orijinaldeki Adrian’la uyumlu duruşunun ötesinde performans sergilemekte.
Bu ise filmi Özcan Deniz’e odaklı hale getirmiş açıkçası.
Ece ile başarılı iş adamı Çetin’in ilişkisinin anlatım evresinde kısmen ‘İstanbullu Gelin’ havası hissettiren ve gizem sürecinde ‘Karanlık Taraf’tan değişik sahneler sergileyerek kendi ağırlığını koyan ‘Öteki Taraf’ı orijinalinden ayıran bir diğer detay, kadın karakterlerin yorumunda çıkıyor karşımıza. Özcan Deniz, Aslı Enver’in Ece’sini naif bir karakter olarak işlerken dozunu biraz kaçırıp Enver’in yerli dizilerdeki tiplerine yaklaştırmış.
Yani orijinalindeki ayakkabı tasarımcısı Belen de öyle yırtıcı bir kadın değildi ama bizim Ece’nin tavırları-konuşması iyiden iyiye Aslı Enver’in yerli dizilerdeki tarzına dönüşmüş. Daha açık söylersek, bu karaktere bakıp ‘Hoş geldin Süreyya’ bile demek mümkün. Dizilerde de sıkça karşılaştığımız bu tarz çağrışımların yapımlar ve karakterler için olumsuzluk teşkil ettiğini kabul etmek lazım. Burada da öyle.
Fabiana ile denk düşen Sara deseniz… Bu karakterde de özgüveni yüksek-fettan bir tip ortaya çıkartılmak istenmiş. Buna sözümüz yok. Fakat özgün yapımdakinin aksine Çetin ile bir mazisi bulunan Sara’nın karakter gelişimi de, iki kadın bir erkekten oluşan klişe dizi aşk üçgeni kıvamında! Gerek var mıydı böyle bir kolaycılığa? Bence buradaki temel amaç, içeriğe ekstra bir şeyler katma isteği… Çünkü yerli versiyondaki bu farklılığın sadece Sara karakterini bağlamadığı, geçmişten gelen ilişkinin Ece-Sara tanışıklığından doğan kıskançlığa bağlanarak ‘Öteki Taraf’a orijinalinden daha farklı bir yön çizdirdiği ortada.
Öte yandan Sara’nın, orijinalindeki gibi ayağına gelen zengin erkek fırsatını değerlendiren kendi halinde bir kadın olarak değil de, takıntılı âşık gibi sunulması da filmi yerli dizilerimizle aynı çizgiye getirmiş durumda. Hani şimdilerde ekranlarımızda ‘obsesif yani takıntılı aşk’ ve buradan kaynaklı dramlar moda ya… Yerli gerilim denememizde neden olmasın, denmiş sanki. İşte, bakışından konuşmasına, hemen her rolüyle Hürrem’i hatırlatmaktan bir türlü kurtulamayan Meryem Uzerli’nin Sara tipi de bu mantığın ürünü. Buna karşılık, emeğe saygısızlık yapmamak adına, tıpkı Özcan Deniz gibi Aslı Enver’in ve Meryem Uzerli’nin kendi paylarına düşen rollerin hakkını verdiklerini de söylemeden geçmeyelim.
SONUÇTA; ‘Karanlık Taraf’ın özünden doğarak kendince ilavelerle beyazperdeye taşınan ‘Öteki Taraf’, Özcan Deniz’in gerilim arzusunu tatmin eden ve orijinalini aşan bir yapım olarak beyazperdede. Gönül isterdi ki, Özcan Deniz bu denemesini külliyen özgür bir hikâyeye dayandırarak gerçekleştirsin. Lakin bu da ilk adım olarak yabana atılmayacak türden.
Bu meyanda ‘Nasılsa orijinalini biliyoruz’ diye boş vermenin veya ‘Yerliden gerilim çıkar mı’ diye burun kıvırmanın hata olacağını da belirtmek isterim. Zira ekrana çıkmadan eleştirilip sonra alkışlanan ‘Bizim Hikâye’ dizisinde olduğu gibi, Özcan Deniz’in ‘Öteki Taraf’ının da kendi iç dinamiklerinin bulunduğu ve yolunu çizip özgün tat katmayı bilen bir çalışma olduğu kesin. Dolayısıyla bittikten sonra akılda kalan filmlerden olmayı başarma potansiyelindeki ‘Öteki Taraf’ı izleyin derim…
En azından yerli sinemamızın da bu türde varlık gösterebileceğini hissetmek adına!
Anibal GÜLEROĞLU
[email protected]
www.twitter.com/guleranibal