‘Paramparça’ bombayı patlatamadı!
‘Heyecan nedir’ diye sorsam, çok mu damdan düşer gibi bir giriş yapmış olurum? Sanmam. Çünkü yarattığı fizyolojik ve psikolojik değişimlerle hayatımızın her anında varlığını hissettiren bu duygu, başarılı işler yaratmak için de gerekli bir motivasyon niteliğinde. Bu hakikati ünlü düşünür Emerson ‘Yapılırken heyecan duyulmayan işler başarılamaz’ sözüyle çok yalın biçimde özetlemiş bize… Ancak aşk başta olmak üzere tüm olguların layıkıyla idrak edilebilmesinin, klişelerle değil kendini keşfetme suretiyle gerçekleşebileceğini savunan düşünürün sözündeki ‘heyecan’ vurgusu ne yazık ki kalıplarla yol almayı benimseyenler tarafından tam anlamıyla mundar edilmekte.
Özgürlük adına değerler yitirildikçe kadın-erkek ilişkilerinin ‘ihtiyaç giderme’ kıvamına bürünmesinden, sevginin hassasiyetinden uzaklaşan insanların duyarsızlaşmasından tutun da yaz-boz tahtasına çevrilen seçimlere… Heyecanı layıkıyla hissetmek ne mümkün? Kısacası hayata renklilik ve lezzet katan ‘heyecan’, her geçen gün daha fast food tadında yaşanır oldu günümüzde. Öte yandan bollaştıkça önemini kaybeden, uzadıkça kaliteden ödün veren yerli dizilerin hemen hepsi bu alışkanlıktan nasiplenmiş halde. Aynı teranede sürüp gidiyorlar. Yönetmen değişikliğiyle ikinci sezona giren ‘Paramparça’ da bu tabloyu sergiledi ne yazık ki!
DAĞ FARE DOĞURUNCA HEYECAN ‘PARAMPARÇA’ OLDU
Yeni sezonla birlikte ekrana dönüş yapanlar bu sene daha bir hayal kırıklığı yaşatır oldular. Galiba bunun nedeni sezon finaline girerken büyük beklentiler doğurmaları. Farklı gelişmelere kapı açabilecek bir intihar sahnesiyle tatile yollanıp bana göre en şok edici sezon finalini yapan ‘Güllerin Savaşı’nın bu avantajı layıkıyla kullanamayarak her şeyi sil baştan hale getirdiği yeni sezon performansının hüsranının ardından, Pazartesi’nin dişli dizisi olarak gördüğüm ‘Paramparça’ da sergilediği ‘basit’ gelişimle heyecanımı tarumar etti.
Oysa her koldan kritik bir tablo yaratılmıştı sezon finalinde… Özkan vurulmuştu, Ozan uyuşturucuyla yakalanmıştı, Hazal boğulma tehlikesiyle karşı karşıyaydı, Dilara da patlayan arabadan dolayı türlü ihtimallere açık bir pozisyondaydı. Yani ölümlerin olmayacağını bilsek bile bu bitişin diziye hareket getirecek, farklılık yaratacak hikâyelere ucu açıktı. Yani ‘Paramparça’nın yeni bölümünü heyecanla beklememizi sağlayan bir finaldi.
Nitekim ‘Dur bakalım ne olacak’ diyerek merakla geçtim televizyonun karşısına. Ama o da ne? Onca zaman beklediğimiz sahnelerin devamı aklın-mantığın kabul edemeyeceği bir biçimde getirilmesin mi? Biz ciddi bir gelişim izleyeceğiz diye heyecanlanırken komediye dönüşen bir başlangıç yaşatılmasın mı? Yaşatılmasın ama yaşatıldı, yaşatılıyor işte.
El insaf diyorum izlediklerim karşısında. Çünkü ne bomba olayı ne de Hazal’ın düşüşü doğru dürüst işlenmiş. Olan biten gelişmeler hiçbir özellik taşımayan repliklerle yürütülen çocuk oyunu gibi! Açıkçası dağ fare doğurdu. Heyecan da, mantıksız sahneler sayesinde ‘Paramparça’da yerle bir oldu.
DİLARA’NIN BOMBA MUCİZESİ, GÜLSEREN’İN SÜPER ANNELİĞİ
Geçtiğimiz dönemde de pek çok yersizlik sergileyen ‘Paramparça’, mantık sınırlarını aşmayı alışkanlık edinmiş adeta. Yeni sezonun ilk bölümü bu rutini bozmayıp aynı bakış açısının sürdürüleceğinin göstergesi olarak çıktı karşımıza. Eleştirilecek nokta çok. Ama ben en fazla göze batanları ele almak istiyorum. Bu doğrultuda bomba-Dilara tutarsızlığından başlayacağım sergilenen saçmalıkları sıralamaya…
Dilara, Cihan’la tartışıp merdivenlere yöneldiğinde patlamaya 30 saniye kaldığını görmüştük sezon finalinde. Bu bölümleri başlangıcına taşıyan yeni sezon açılışı, merdivenleri çıkan Dilara’nın daha sonra nerede olduğunu göstermeyerek saatin sıfırlanışını veriyor ve bombayı patlatıyor. Hem de arabayı alev alev yakarak. Cihan o yöne meylederken çalışanı çıkıyor karşısına, Dilara’nın gittiğini söylüyor. Hoppalaaa… Nasıl, ne ara? Arkadaş bu ne hız böyle? Dilara zayıf bir kadın olduğundan merdivenleri çabuk çıksa bile bunun kapıdan geçişi, araç bulup binişi gibi süreçleri var. Gerçi sonradan görüldüğü kadarıyla Dilara, kendi arabalarıyla gitmiş ya... Böyle olsa dahi yolculuğundan taksiyle dönen Dilara’nın arabası garajda olduğuna göre bu 30 saniyelik sürede bombadan zarar görmeden gidebilmesi için ışınlanması gerek.
Burada diğer bir detay, Dilara’nın patlamadan habersizliği... Solmaz ile otururken evden gelen telefonla öğreniyor patlamayı. Hadi canım sen de… Tut ki patlamadan kurtuldun yahu o gürültüyü ve cayır cayır yanan araçtan yükselen alevleri-dumanları da mı fark edemedin? Pes. Normalde aracın içinde bile olsa, insan gayri ihtiyari dönüp bakar ne oluyor diye. Ama bizim Dilara’nın kulağı sağır, gözü kör. Tabii onu götüren şoförün de… Sahi şoför demişken o trafikte sıkışma durumu da neyin nesiydi öyle? Sanki arabayı manevrayla geri çevirmek mümkün değilmiş gibi, Dilara bir havayla indi arabadan, cumburlop kendini birden Boğaz yolunda buldu ve taksiye binip gitti. Eee… Bomba mucizesinden sonra bunun lafı da olmaz ki!
Gelelim Hazal’ın deniz dibi macerasına… Fren kendiliğinden açılıyor, tekerlekli sandalye kaymaya başlıyor ve neden sonra Hazal kızımız durumu çakıyor. Bak şimdi benim de bir çakasım geldi. Yalıda oturan Cihan efendinin parası mı yok da kıza bu dandik tekerlekli sandalyeyi layık görmüş? Bunun kimseye muhtaç olmadan kontrol edilen akülülerinin icat edildiğinden bihaber mi yoksa? Keşke belediyeye veya sosyal yardımlaşma vakıflarına haber verselermiş onlar akülü tekerlekli sandalyelerden yollardı bir adet hayrına Böylece Hazal kızımız da Boğaz’ın dibini göremezdi… Diyeceğim ama asıl mesele de Hazal’a soğuk suyun şokunu ve dahi Gülseren’e ilk yardım görevlisi pozisyonunu yaşatmak olunca… Seyreyle gözüm saçmalıkları!
Olağanüstü bir çığlıkla duvarları aşıp imdat çağrısını duyurmayı başaran Hazal için çift koldan kurtarma operasyonu başlatan Gülseren ile Cihan’a su altı şovu yaptıran ‘Paramparça’, dublörsüz rolünü icra eden Erkan Petekkaya’nın yeni bir yeteneğini daha belgelemiş oldu böylece. Şimdi hakkını yemeyelim… Su altındaki çekimler iyiydi. Ama ya sonrası? Yalının kapısının önünde ambulansı ve polisleri gördüğümüz halde, Hazal’a müdahale eden yine Gülseren oldu. Bu nasıl bir iştir böyle? Gülseren suni teneffüs yaptırıyor, Cihan masaja girişiyor. Görevliler de bu müthiş heyecanlı(!) sahnenin dramatik atmosferi bozulmasın diye dışarıda bekliyor. Ağzından bir damla su çıkartmadan kendine gelerek, boğulmuş insan tablosuna yeni bir yön veren Hazal gözlerini açtıktan sonra sahneye dâhil olan sağlıkçıların payına düşense, sedyeye koyup götürmek. Sahi ‘Paramparça’ bize bir kurtarma zırvası da araba kazasında yaşatmamış mıydı? Süper anne Gülseren’i fedakârlıklarla yüceltmek isteyen senaryo bakalım daha ne hünerler dökecek bu uğurda ilerleyen bölümlerde.
Bombayla Hazal’ın su macerasında diyecek daha çok şey var… Mesela polisin arabayı havaya uçuran, bahçe duvarını yıkan bombayı ‘Tahrip gücü yüksek değil. Korkutma amaçlı konmuş’ sözleriyle küçümsemesi gibi ama… Bu kadarı bile anlayana yeter de artar.
Sonuçta; Beklentinin aksine totalde başa kurulamayıp AB birinciliğiyle yetinmek durumunda kalan ‘Paramparça’, medyadaki şişirmelerin aksine, yeni sezona bombayı patlatamayarak başladı. Bu nedenle heyecanımı sıfırlayan bu basitliklerin ardından sormadan edemeyeceğim.
Değerli diziciler, izleyiciye yedirmeye çalıştığınız böylesi sahneleri gerçekten mantıklı buluyor musunuz? Yoksa ‘Bizim insanımız mantık aramaz’ düşüncesiyle sallamakta bir sakınca görmüyor musunuz? Peki, bu içinize siniyor mu? Doğrusu benim içime sinmiyor… Hele de ‘Şeref Meselesi’ gibi severek izlediğim bir diziyi yöneten Altan Dönmez’in vasıflarıyla hiç bağdaştıramıyorum.
Yani bir parça doğallığa özen gösterilse, en azından Dilara birkaç sıyrıkla bombanın şokunu yaşasa olmaz mıydı? Hazal, Gülseren’in suni teneffüsü yerine sağlık personelinin gayretiyle kendine gelseydi hep önde olmaya çalışan süper annelik merakı çok mu zedelenirdi? Aksine çok daha heyecanlı, gerçekçi ve etkili sahneler çıkardı ortaya. Bunlar da artık başka bahara diyelim ve Harun rolüyle diziye dâhil olan Barış Falay’ın ‘Paramparça’ya nasıl bir heyecan katacağını beklemeye koyulalım. Belki asıl bombayı o patlatır! Kim bilir.
Anibal GÜLEROĞLU