Poyraz Karayel'de dönüşüm halleri

Franz Kafka’nın ünlü eseri ‘Dönüşüm’ü bilir misiniz? Yazarın en popüler öyküsü, Gregor Samsa isimli bir karakterin, böceğe daha doğrusu hamamböceğine dönüşümü üstünden ağırlaşan şartlarla başa çıkamayan insanın kendine yabancılaşmasını anlatır.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Başlangıçta sempatik görünen karakterin giderek bu özelliğini yitirmesini işleyen öyküye baktığımızda, dönüşümün ‘yabancılaşmanın ağırlığı’ olarak vurgulandığını görürüz. Hani var olmanın dayanılmaz hafifliği var ya… İşte bunu da, ‘dönüşümün kaçınılmaz yabancılaşma ağırlığı’ şeklinde yorumlasak yeridir!

Peki, Kafka’nın kendisiyle de özdeşleştirerek yarattığı bu eserde ortaya konan gerçek, yani değişim yaşayanların yansıttığı ‘kendi kendisiyle çelişme’ durumu, sadece yazarın 1915’te ortaya attığı fantastik kurgusallıktan mı ibarettir? Elbette ki hayır. Zira gerek yaşamın en tepesinden en dibine kanlı canlı insan figürleriyle, gerekse mantığı yerle bir eden dizi karakterleriyle bu önemli saptamayı rahatça gözlemlemek mümkün. Nitekim Kanal D’nin sevilen yapımlarından olan ‘Poyraz Karayel’e de böylesi bir dönüşüm hâkim.

DÖNÜŞÜM YAŞARKEN ÜZME BİZİ POYRAZ!

Kafka’nın Dönüşüm’ünden alıntıyla ‘Öyküm uyutmazdı beni, ama sen düşlerle birlikte uykuyu getiriyorsun bana’ dedirtircesine ikinci sezonunda dönüşüm yaşayan ‘Poyraz Karayel’in, bu süreçte eski performansından kayıplar yaşadığı kesin. Yeri geliyor en sadık takipçilerini bile bunaltan haller sergiliyor. ‘Diriliş’in yokluğunda tepeye çıksa bile uzunca bir süredir içerik bakımından eskisi gibi olmadığı kesin. Bu da dizinin sıkı takipçileri için üzücü bir durum. Başlangıçtan itibaren ekranın nüktedan yapımlarından olup güncele dair taşları gediğine koyma becerisi sergileyen, duvar yazılarıyla mesajlar gönderen… Velhasıl mevcut işler içinde farklı bir duruşla gönüllerde taht kuran ‘Poyraz Karayel’i bu raddeye getiren ne peki?

İnsanı diri tutan ‘Poyraz Karayel’likten, vücut kimyasını altüst edip bazı bölümlerdeki tempoyla, baş ağrısına sebep olan ‘lodos’luğa geçişte en büyük etken, dizinin kendi kendisiyle verdiği savaş! İçerikte hafif hafif kıpırdanmalar, eski tada yaklaşmalar görmeye başlasak dahi son dönemlerin genel tablosunda bir atalet mevcuttu. Sanki birileri ‘Bu diziyi nasıl gözden düşürebiliriz’ diye kolları sıvamış… ‘Diriliş’ ve ‘Kara Sevda’ gibi güçlü rakiplere karşı daha dik durmayı sağlayacak gelişimler yerine, ‘Poyraz Karayel’i esişine bırakıp inceldiği yerden kopsun mantığına dalınmıştı. Bu mantığı anlayan beri gelsin. Senaristin kalemini tutan, dizinin başarılı gidişatından tedirginlik duyan mı vardı da bile bile yokuş aşağıya frenler koyuverildi; dolayısıyla izleyici üzüntüye gark edildi? Şimdi bu tablo karşısında, içinden çıkamadığı durumlarda Albay’ına danışan Poyraz misali, ‘Biz şimdi bu iç darbeyle nasıl başa çıkalım, tutulan yoldaki yanlışlar gün gibi ortadayken ısrar edenler için ne düşünelim albayım’ demeyelim de ne edelim? Sen söyle albayım… Söyle ki, ‘Poyraz Karayel’ dönüşüm yaşarken kendinden geçmesin… Daha fazla üzmesin bizi!

‘POYRAZ KARAYEL’İ ZAYIFLATANLAR…

Sanki birileri ‘Bu diziyi nasıl gözden düşürebiliriz’ diye kolları sıvamış… ‘Diriliş’ ve ‘Kara Sevda’ gibi güçlü rakiplere karşı daha dik durmayı sağlayacak gelişimler yerine, ‘Poyraz Karayel’i esişine bırakıp inceldiği yerden kopsun mantığına dalınmıştı.

Sevdiğimiz dizinin tepetaklak olma yolunda ilerlemesine izleyici kalamayarak dile getirdiğimiz üzüntümüzün ardından, ‘Arka Sokaklar’ gibi sezonlar boyu sürmeye müsait yapıda olan ‘Poyraz Karayel’i zayıflatanlara göz atacak olursak…

İlk sezonunu ufak tefek hataları olsa bile gayet iyi bölümlerle geçiren dizi, ikinci ‘Poyraz Karayel’ evresinde başlattığı dönüşümünde bölümler ilerledikçe özünden saptı; karakterlerin gidişatında şirazeyi kaydırmaya başladı. Özellikle gerçek Adil Topal’ın ortaya çıkmasından itibaren sergilenenlerin izleyici ilgisini diri tutmaktan uzaklığı, basite indirgenmiş aksiyonların mantıksızlığı ve mesajcılığıyla harikalar yaratan senaryonun eski özeni hissettirmemesi ‘Poyraz Karayel’in gücünden ufak ufak kayıplara sebep oldu. Yine de Adil Topal kanadından gelen kötülüklerin(misal Ayşegül’ün bebeğini aldırması) kattığı heyecanla iş yürütülüyordu. Bu süreçte Sefer-Sema ikilisinin payının büyüklüğünü de vurgulamak lazım. Hatta öyle ki, sürekli gel-gitler yaşayan Poyraz-Ayşegül ilişkisinin yarattığı monotonluktansa, Sefer-Sema birlikteliğinde aşkın nüktedan ve hüzünlü yönüne dalmak çok daha güzeldi.

Gel gör ki, ‘Poyraz Karayel’in kan kaybını doğuran en büyük darbe de bu noktada çıktı ortaya. Sefer-Sema aşkının mutluluk meyvesini izleyiciye çok görenler, her konuda uyanıklığına şahit olduğumuz Sema’ya erken bunama yakıştırıp Adil Topal’a kanacak kadar dengesiz biri haline getirerek Sefer’i kurban ettiler. Hem izleyiciyi kırdılar, hem de Zülfikar ile Taşkafa’yı eksik bıraktılar. Tamam, bu ikisinin muhabbeti de güzel. Ama 46 bölüm boyunca bizlere insanlığın ve aşkın değişik yüzünü gösteren Sefer’le tat başkaydı. Gerçi şimdilerde Zülfikar-Meltem arasında yaşananlarla coşulmaya çalışılmakta ama herkesin yerinin ayrı. Peki, şart mıydı Kanbolat Görkem Arslan’ın aslan gibi duruşuyla gönüllerde yer eden bu güzelim karakteri yok etmek? Kapalı kapılar ardındaki dünyada şartmış demek!

Şart olunca da… Sefer derin sulara gitti, Sema’nın üç beş kelimeyle anımsatma dışında hastalığı rafa kalktı ve biz, Sema’nın baba tehdidiyle ayrıldığı üniversite aşkına ‘Hoş geldin Savcı Bey’ deme hevesiyle karşı karşıya kaldık. Sahi bu Sema, Sefer’e geçmişte bir kez, o da lise yıllarında âşık olduğunu söylememiş miydi? Biz mi Alzheimer olduk yoksa Sema’nın hastalığı o bölümlerde mi başlamıştı, ya da Sefer’i çabucak unutan Sema’yı boş bırakmamak için ‘Salla gitsin’ babında eski aşk mı yaratılmıştı? Her neyse, geçmişten gelen bu aşka hayırlı olsun diyelim ve asık suratlı-gergin savcıyla ilişkinin nasıl gelişeceğini bekleyip görelim.

Söz unutmaktan açılmışken, maşallah bölümler boyu birbirlerine pek tutkun olduklarını izlediğimiz mafyatik kafadarlarımızın ‘Sefer’ ateşinin çabucak küllenmesini yadırgamamak da elde değil. Bir süreliğine devasa pandanın Sefer niyetine yanlarında gezdirilmesi, anlamsızca ölüme gönderilen Sefer’i yâd etmekse… Diyecek söz yok.

Tüm bunların yanı sıra Sadrettin’in ardından aynı acemilik ve saçmalıkla ajanlığa soyunan Ayşegül’ün hep aynı türküyü çığırdığı, Poyraz’ın hangi evrede olursa olsun hep aynı söylemde yol aldığı, Sinan’ın eski çocuk cazibesinin kalmadığı, Adil Topal yerine onun gibi psikopat oğlu Neşet’in geçerek kardeş manitasına kafayı takma ve intikamcılık misyonunu üstlendiği dizide bir diğer gerçek, Musa Uzunlar’ın canlandırdığı Bahri Baba’nın da ilk sezondakinden çok farklı bir duruş sergileyerek inandırıcılığını yitirdiği! Hapiste, onca zorlamaya rağmen kimsenin konuşturamadığı güçlü kuvvetli adamı bir çırpıda öttürecek mahareti sergilese bile, her açıdan pasifleştirilen Bahri Baba’nın ‘baba’lığı laftan ibaret kalmış durumda. Ev ortamında Despina-Sema-Songül üçgeninde sıkışıp ev kedisine dönen Bahri Baba’nın düşmanlarıyla birlik olup uyuşturucu işine giren, Ayşegül’ü vuran, sonra da ‘Aman bir yanlışlık oldu’ diyerek çark edip acemi ajanlık evresini başlatan Sadrettin’e karşı zafiyeti de ortada. Böyle mafya babası dostlar başına.

Öte yandan ‘Poyraz Karayel’in en büyük eksikliği, konuyu yeniliklerle geliştirememesi. Yediği kazığı hazmedemeyip Selçuk’u alnının ortasından vuran, sonrasında ortalıkta rahat rahat dolaşarak kumpaslara çanak tutan Sadrettin’in, sanki ‘Aman başka karaktere ne gerek var. Elimizdekilerle idare edelim’ dercesine kadın kıtlığına düşüp, Poyraz’ın eski karısı Begüm’le birliktelik başlatması… Dolapçılıklarıyla diziye ayrı bir renk katan Songül’ün ‘pis kedi’ gibi kovulup kovulup yine Bahri Baba’nın yamacında yer bulması ve her tür sorundan yağ gibi sıyrılarak Sadrettin için rekabete girişmesi… Ayşegül’le Poyraz’ın kendileri dışındaki gelişmelerden dolayı sürekli ayrılık yaşaması… Bunların hepsi de dizinin temposunu düşüren, onu zayıflatan tekrar konuları. Bu çember artık kırılmalı.

Neticede; Zayıflatıcı detayları bir yana bırakıp ‘Poyraz Karayel’i değerlendirdiğimizde… Dizinin şu sıralar baş cazibesi, Tolga Güleç’le çok uyum sağlayan ‘Neşet’ karakteri diyebiliriz. Zira gayet sempatik bir kötü karakter tablosu sunuyor bize. Ne var ki, onun sahnelerinden de sürekli Poyraz’a pay çıkartıldığından, karakter kâh abartıya düşüyor kâh gereksiz yere silikleşiyor. Yani diziye ivme kazandırma potansiyeline fazlasıyla sahip olup üçüncü sezonda da bulunması gereken Neşet’te verimlilik sağlayacak denge tam değil. O da olur inşallah.

‘POYRAZ KARAYEL’İ YENİ SEZONDA NE KURTARIR?

Can çıkmadıkça umut kesilmezmiş. Onun için; Birkaç bölüm üst üste iç seslerin yer aldığı sahnelere bolca yer vererek karakterlerinin duygularını paylaşma noktasında işi hayli abartıp bıktırıcılığa kayan… Sefer’siz sürdürdüğü seferinde yeni yolcuyla aşk halleri yaratmaya uğraşan… ‘Yardımsever, dürüst ve komik mafya elemanı nasıl olunur’ konusunda saksafoncu Zülfikar ile davulcu Taşkafa sayesinde çok güzel örneklik eden… Polislikle mafyalık arasında bocalayıp ‘Yok aslında birbirinden farklı’ kafasında takılarak, Shakespeare misali tiratlarla işi bağlayan Poyraz üstünden sosyal farkındalık yaratmaya çalışan… Zülfikar aracılığıyla küresel sermayeye ve cümle toplumsal soruna göndermede bulunan, kanser hastalarının kemoterapisiz tedavi edildiği merkezden haberdar eden… Taşkafa’yla, belanın belayı çekeceği mesajını veren… İhsan’la ölümsüz kötülüğün yüzünü gösteren ‘Poyraz Karayel’in cümle dönüşüm hallerine karşın bize verebileceği şeyler olduğuna dair inancımız sürmekte.

Gerçi kimileri, dizinin gidişatına bakarak ‘Artık noktayı koymalı’ demekte ama… Ben, Haziran’da sezon finalini gerçekleştireceği söylenen dizinin devamını isteyenlerdenim. Çünkü bana göre pek çoklarından iyi olan, karakterleriyle eğlendirmeyi ve düşündürmeyi başarma özelliği taşıyan ‘Poyraz Karayel’ sezonlar boyu ekranda olmayı hak eden bir yapım! Ancak bu kafayla yol almayı sürdürürse yeni sezondaki sonucun pek parlak olmayacağını da görmek lazım. Dolayısıyla diziyi hazırlayanların şimdiden kolları sıvayıp ‘Poyraz Karayel’in gücünü hissettirecek yaratıcılıklar üretmeleri iyi olacak.

Bu meyanda ilk önerim, izleyici isteklerini de hatırlatalım… Nedir bunlar? İzleyici, cesedi bulunmayan Sefer’in bir şekilde diziye geri döndürülmesini arzu etmekte. Olmayacak şey değil ama kanunların yılmaz savunucusu olarak ortalıkta dolaşan Savcı Hakan’la Sema’nın mazisine bakılırsa senaryonun buradan yürümeye niyetli olduğu sonucuna varmamız daha ağır basıyor. Sefer-Sema çiftinin üstüne Sema-Hakan ikilisi hazmedilir mi? Bu hayatta neleri hazmettiğimizi düşünürsek… İyi işlendiği takdirde, neden olmasın? ‘Poyraz Karayel’in dönüşümünden hoşnut olmayanların bir diğer isteği Sadrettin-Songül-Begüm üçgenindeki şirin çekişmenin sürmekle birlikte aganigi hallerinin devre dışı bırakılması ve Begüm’ün mutluluğu başka bir adamda bulması… Ki, Sadrettin de bu yoldaydı zaten. Üstelik senaryo saçma sapan ‘vurup kaçan kamyon’ kazasıyla bu konudaki yönünü, kesin çözüme çevirdi.

İzleyici istekleri bir yana ‘Poyraz Karayel’in başarılı bir üçüncü sezon geçirmesi için gereken en önemli detay, Neşet’e ‘Sen benimle baş edebilir misin’ diyen Poyraz’a bir kez daha dönüşüm yaşatması! Bunun için de Poyraz’ın Neşet sayesinde daha yoğun hale gelen mafya işini, dizide ağırlığını daha iyi hissettirmesi gereken Bahri Baba’ya ve Neşet’e bırakıp yeniden emniyet güçleri kanadında yer alması lazım. Böylece ünlü bilim insanı, W. Heisenberg’e, ‘aysen berk’ olarak dönüşüm yaşatarak uyuşturucunun köküne inme çabasında daha inandırıcı-derinlikli bir gidişat ve aksiyoner bir verimlilik elde edilebilinir. Bu haliyle sıkışıklığa düşüldüğü kesin.

Sonuçta; Özellikle farklı ruh hallerini rahatlıkla sergileyen dansçı-türkücü ressam Neşet’in gücünden azami oranda faydalanılmasını, sürekli restleşerek didişen Ayşegül-Poyraz ilişkisinde daha farklı tatlar yaratılmasını bir kez daha öneririm. Ayrıca Ümran-Taşkafa ilişkisini de İsa koruyuculuğundan ileriye taşımak, diziye takviye olur.

Uyuşturucu trafiğindeki maceralara ve Neşet’e çarpmaya daha yeni başladıklarını söyleyen ‘Poyraz Karayel’in dönüşümünden memnun kalmayıp diziden yüz çevirmeye niyetli olanlara da bu gidişatın arkasından iyi şeylerin çıkabileceğini hatırlatırken… Poyraz’ın bu halinden kafası bulananlara son sözümüz, Lefter’den Oğuz Atay’a ve dahi Orhan Pamuk’a ünlü isimleri anmayı hobi edinen dizinin selam çaktığı W.Heisenberg’ten gelsin…

‘Doğa bilimleri bardağının ilk yudumu sizi bir ateiste döndürecektir, fakat bardağın altında Tanrı sizi bekliyor olacaktır’!

Anibal GÜLEROĞLU

[email protected]

www.twitter.com/guleranibal