Rambo efsanesinin sonu

73 yaşındaki aksiyon efsanesine yirmi yıl aradan sonra gelen ‘Rambo 4’ ile noktayı koymak yetmemiş.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Gücü seven, güçlüye hayranlık duyan insan doğası, silahlara, savaşçılığa ve para hırsına bu nedenle merak sararken kendini ezeni dahi baş tacı etmekten geri durmamış tarih boyu. Yerli yersiz kahramanlar yaratılıp bunların abartılı vasıflarla donatılarak ‘efsane’ haline dönüştürülmesi de güç merakının sonucu.

Nitekim bu doğrultuda, kurgu dünyası da gerçek hayatın eksikliklerini gidererek nemalanmak adına kahramanlık serileri üretip buralardaki müthiş güçlü karakterleri efsaneleştirmekte… Beyazperdeye çıktığı andan itibaren aksiyon fırtınası estirerek tek kişilik ordu kahramanlığı sunan ve bir anda efsaneye dönüşüp devamını getiren ‘Rambo’ örneğinde olduğu gibi!

Günümüzün teknoloji destekli ve süper güç donanımlı kahramanlıklarına karşı beden ve yaratıcılık gücünü öne çıkartarak bunu insani duygularla donatan ‘Rambo’ serisinin başarısında hiç kuşku yok ki Sylvester Stallone’nin büyük katkısı var.

Beyazperdede boks fırtınası estirerek gönüllerde taht kuran ‘Rocky’ serisiyle de ayrı bir efsane yaratmayı başaran Stallone, 1982’deki ‘İlk Kan’ın ardından üçer yıl arayla seriyi sürdürmüş ve en son 2008 yılında ‘Rambo’ rüzgârı estirmişti sinemada. Ancak görünen o ki, yıllara meydan okuyan 73 yaşındaki aksiyon efsanesine yirmi yıl aradan sonra gelen ‘Rambo 4’ ile noktayı koymak yetmemiş.

Daha duygulara hitap eden ve kesin son etkisi yaratacak bir veda istemiş. Böylece Kanadalı yazar David Morrell’in 1972’de yayımlanan ‘İlk Kan/First Blood’ isimli kitabından on yıl sonra filmleştirilen ‘Rambo’ efsanesinin sonunu getirmek için aile topraklarında yaşanacak intikam aksiyonu çıkartmış ortaya... İsmi de ‘Rambo: Son Kan’ olmuş.

STALLONE’NİN HÜZÜNLÜ ‘RAMBO’ VEDASI…

‘Tango&Cash’in devam filmini de düşündüğünün sinyalini vererek günümüz sinemasına damgasını vurmaktaki kararlılığını ve asla arenadan çekilmeyeceğini gösteren Sylvester Stallone’nin ‘Son Kan’ı nasıl bir film sorusuyla söze başlayacak olursak… Farklı yorumlar gelebilir bu konuda.

Kimisi bu soruya ‘Devrini dolduran bir kahramanı yeniden devreye sokan gereksiz bir film’ cevabını verebilir kuşkusuz… Kimileri, ‘Senaryosu zayıf, beklentiyi karşılamayan bir iş’ şeklinde değerlendirebilir. Hatta içeriğini maksatlı bulan da çıkabilir. Bana göreyse ‘Son Kan’ın olayı, Stallone’nin yıllara yayılı ‘Rambo’ performansına hüzünlü vedası olması!

Şimdi buradaki hüzünlü ‘Rambo’ vedasını özümseyebilmek ve ‘Son Kan’ın yapısını değerlendirebilmek için öncelikle bu karakterin geçmişini doğru algılamak şart. Bunun için de bu efsanenin sinemadaki gelişimine kısaca göz atmakta fayda var.

Komünistlere karşı mücadele verirken kendinden çok şey kaybeden Vietnam gazisi John Rambo’nun kahramanlık hikâyesi üstünden Amerikan savaşçılığının yüceltilip, ABD düşmanlarının alçaltıldığı bir mantıkla yol alan ‘Rambo: İlk Kan’, eser miktarda Amerikan yönetiminin aksaklıklarını da işaret eden anarşik bir tabloya sahipti… Bu tablo sayesinde de yıllar önce beyazperdede yerini aldığında, kayda değer gişe başarısıyla, büyük-küçük herkesin gönlünü kazanmıştı.

26 dile çevrilen ve öyküsü Amerika’daki okullarda okutulan bu efsane kahramanın etkileyiciliği, savaşın yıkıcılığını hüzün ve öfkeyle birleştiren kişiliğiydi öncelikle. Vietnam’daki anılarının ve ölüm makinesi olmanın öfkesini taşıyan Rambo’nun yaratıcı aksiyonuyla güçlenen bu kişilik tam anlamıyla savaşçı sisteme başkaldırı gibi duruyordu ilk etapta. Yalnız kalma isteğiyle dolu olmakla birlikte sürekli bir mücadelenin içinde yer almak zorunda bırakılan Rambo’nun yanlış anlaşılmış kurban moduyla haksızlığa karşı tepki duyanları kendine bağladığı da muhakkaktı. Dahası, Sylvester Stallone’nin kaslı bedeniyle bütünleşen soğuk ama insani duruşu, efsanenin canlanmasındaki temel ayrıntıydı o dönemde.

Gel gör ki, ülkesinden uzaktaki bir savaşta yaşadıkları yetmezmiş gibi kendi topraklarında da serseri yerine konularak polisin haksızlığına uğrayan ‘Rambo’nun öldürmekten başka bir şey bilmeme pişmanlığıyla şekillenen kişiliği, ikinci ve üçüncü filmde vatanseverliği yüceltilmiş bir kahramana devşirildi. Polis katilliğinden aklanması için tehlikeli göreve sürülen ve Vietnam’daki kurtarma operasyonunun kahramanına dönüşen ‘Rambo’, alt metindeki motive edici duygulardan ziyade aksiyonuyla öne çıkartılmıştı. Vietnam’ın ardından Afganistan’daki Ruslarla da mücadeleye girişen ‘Rambo’ artık tam anlamıyla komünizm karşıtı bir süper kahraman halini almıştı. Yani ilk filmin aksine devamında gelen iki yapım, kendisini yaratan kitaptan kopan karaktere bambaşka bir boyut kazandırıp onu Amerikan mitine çevirmişti.

Yıllar sonra çekilen ‘Rambo 4’ ise bu tabloyu yumuşatır nitelikteydi. Ülkesi için değil de kendisi için öldürdüğünü itiraf ederek bir anlamda günah çıkartan ve Tanrı’nın kendisini affetmeyeceğini düşünen ‘Rambo’, Tayland’da ortadan kaybolan insan hakları misyonerleri için kolları sıvarken orijinal karakterin hakkını da teslim ediyordu. Anlayacağınız ‘Rambo’ kendi içinde kişilik karmaşasıyla yol almakla birlikte özünde savaşın yıkımını yaşayan ve ne uğruna savaştığını sorgulayan bir karakterdi. Daha açık bir ifadeyle, süper kahramandan ziyade korumacılığı, duygulara indirgenmiş gerçek bir insan figürüydü ‘Rambo’! Derinliğini ve ciddiliğini geliştirerek evine dönüp köşesine çekilen ‘Rambo’nun gelişiminde hal böyleyken onun sinemadaki efsaneliğini tescilleyen ‘Son Kan’a gelecek olursak…

Thelma fırtınasıyla açılışını yapan film, turist arayışındaki kurtarma ekibinin çaresizliğini ve doğanın yıkıcılığını verirken kurtarıcılığa oynayan ‘yalnız kovboy’ olarak karşımıza çıkartıyor ‘Rambo’yu. Arizona’daki aile ocağında kendi kendini sorgulayarak ömür tüketen ve bu süreçte yardımcısı Maria ile torununa kol kanat geren Rambo, bu başlangıç aksiyonunda yaratıyor ilk hüznünü. Zira bir insan istediği kadar yıllara meydan okusun nihayetinde ‘O eski halinden eser yok şimdi’ dedirtecek hale geliyor ister istemez. Bu da geçmişle kıyaslama yapılınca hüzünlendiriyor. Yaşlanmak çok kötü! Neyse efendim… Turist kurtarırken nostalji yaşatan Rambo’nun dingin ve olgun halini ev ortamıyla tüneller arasına yayarak resmeden akışın, bizi bu hüzünden kurtarması uzun sürmüyor. Çünkü Rambo ile babalık yaptığı Gabrielle arasındaki sıcaklık efsaneye bambaşka bir boyut açıyor. Gözünü kırpmadan adam öldüren savaşçıların da aile kavramına ne kadar değer verdiğini görüyoruz bu boyutta. Buradaki baba-kız havasından ve mutlu çiftlik tablosundan nasıl bir düşmanlık ve aksiyon yaratılabilir diye düşünürken ‘asi kız’ faktörü yolu açıyor hemen… Ve ‘Rambo: Son Kan’da hüzünle gelişen kanlı intikam aksiyonu yaşanıyor en kestirmeden.

‘Bir adamın ailesini başından atması için bir sebep olamaz’ diyerek evlerini terk eden kocalara oklarını fırlatıp ailenin önemine işaret eden Rambo, bu noktadan sonra Vietnam’da arkadaşlarını bile kurtaramamış olmanın ruhsal muhasebesinden geçip Gabrielle için mücadele vermeye başlıyor. Bunun için de Rambo efsanesinin kullandığı tüm savaş taktiklerini ve tuzakları uygulamaya geçiyor.

Açıkçası 1982’den başlayıp 2019’a gelen bu efsanenin yılları yok sayan çabası hüzün yaratsa bile görülmeye değer. Evet, geçmişe oranla pratiğe indirgenmiş… Evet, aksiyon için seçilen konu hayli kestirme işlenmiş… Evet, Meksika’daki bağımsız gazeteci bayanın yardımcı varlığı oldukça yavan… Evet, kötüler karikatürize bir kıvamda… Ama ortada bir Sylvester Stallone ve ‘Rambo’ efsanesinin olduğunu da göz ardı etmemek lazım.

İlaveten tüm ‘Rambo’ filmlerinden alınmış aksiyonları da mücadelesine yerleştirerek geçmişe hüzünlü bir bakış atmamızı sağlayan ‘Son Kan’da aynı zamanda güncel mesajcılık da bulunmakta. Nasıl ki, Meksika’nın tehlikeli ve pis bir tabloyla resmedilmesi… Piyasaya sunulmadan önce polislerin önüne atılan kadınların ve uyuşturucunun ticaretini devlet eliyle yapma konumuna sokulan bu ülkenin ‘gidilmemesi gereken yer’ olarak sunulması… Meksikalı göçmenlere karşı uygulanan sert politikayı haklı çıkartmak adına, iki ülke topraklarını ayıran tel çitin bir kamyon darbesiyle kolayca aşılabileceğinin yansıtılması… Ve Meksikalı baronların ABD topraklarını mallarını pazarlama yeri olarak kullanma hevesleri gibi detaylar bu mesajcılığın başını çekmekte.

SONUÇTA; Doğal afetlerde resmi görevlilerin yanı sıra vatandaşların da kurtarma çalışmalarına katılmaları gerektiği yönündeki sosyal mesajını açılışta verip finalinde, hüzün dolu intikamın kan dökme sanatına dönüşümünü izleten ‘Rambo: Son Kan’, öyküsü zayıf olmakla birlikte aileyi yaşatma çabasıyla ve geçmişin anılarıyla hüzünlenen bir veda filmi. Sylvester Stallone, sağlığında kendi kendisiyle vedalaşmak için yaratmış adeta!

Sevdiği ve değer verdiği herkesin hayalet olduğu gerçeğine karşın mücadelesini sürdürmekte kararlı görünen John Rambo da ‘Ve o güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler’ dedirten kıvamda bir efsane olarak bu vedada layıkıyla selamını çakıyor sevenlerine. Güle güle…

Keşke bizdeki Yeşilçam efsaneleri de böylesi performanslarla veda edebilselerdi kendilerine!

Anibal GÜLEROĞLU

[email protected]

www.twitter.com/guleranibal