Hep böyle miydi yoksa yıllar geçtikçe daha mı belirginleşti bilmiyorum ama gerçek şu ki, her şey çok çabuk tükeniyor bugünlerde. Biz yarının getireceklerini, bayramları, yeni dizileri beklerken; türlü olumsuzluklarla didişirken günler uçup gidiyor. Tabii bu esnada göz göre göre pek çok değerimiz de ellerimizin arasından kayıveriyor. Nitekim upuzun tatiliyle turizmcilere umut kapısı olan, ev ve iş kazandıran vatandaşlık vaadiyle de Suriyelilere gövde gösterisi cesareti aşılayan bir süreç yaşadık. Diktikleri otellerle güzelim Uludağ’ı da, Fatih Ormanları benzeri betonlaştıranların gününü gün ettiği… Florya ile Menekşe’deki High Life Plajı’nın tarihine hakaret gibi pespayelikle İstanbul’u talan yerine çevirenlerin ortalıkta cirit attığı rengârenk bir bayramı daha ardımızda bıraktık. Ne mutlu(!) bize…
Şimdi taze tatil dönüşü nedir bu karamsarlık diyen çıkabilir. Nasıl olmayayım ki? Yazıma bu cümlelerle başladım zira gittiğim yerlerde karşıma çıkan bu fırsatçı-kirli renklilik ve vatandaş şikayetleri yüreğimi sızlattı. Eski hallerini bildiğim her yerin, Yağma Hasan’ın böreği gibi, ranta endeksli beton kapışmasına maruz kalması isyanım kabarttı. Öyle ki, üzüntümü anlatmaya kelimeler yetmez. Hoş avaz avaz haykırsak da Ataköy kıyılarından Yassı Ada’ya, Fethi Paşa Korusu’ndan Aydos Tepesi’ne duyan çıkmaz! Elden gelen yegâne şey, paraya taparak her tarafı parselleyenleri ve güçlerini korumak için parsellenmesine göz yumanları Allah’a havale edip birkaç satırla içimizi boşaltmak. Onu da, hoşgörünüze sığınarak ara ara yapıyoruz böyle.
Gelelim asıl konuya… İstanbul eski karmaşasına dönüp, ekranlar dizi yarışına kaldıkları yerden devam ederken tatil ekranının en olumlu tarafı neydi diye sorarsanız… ‘Rengârenk’ dizisinin ATV’de izleyiciyle buluşması derim. Rakip yokluğunda reyting sıralamasında avantaj sağlasalar bile yavaş yavaş kabak tadı verme yolunda ilerleyen yarışmaların ve dizilerin kolaj bölümleriyle film tekrarlarının arasında yüzünü gösteren ‘Rengârenk’, çöldeki vaha oldu adeta. Dolayısıyla lafı fazla uzatmadan, gerçek hayatın iç karartıcı renklerine karşın oklarıyla turnayı gözünden vuran ‘Rengârenk’in özelliğine ve bize sunduklarına geçelim hemen.
ROMANTİK KOMEDİ BÖYLE DE OLUR!
Oldubittiye getirilen olguları insanlara kabul ettirmenin en kolay yolu, algıları etkilemekten geçiyor. Hal böyleyken hep işaret ettiğimizi gibi televizyon dünyasının ve basının önemi daha da kayda değer oluyor. Kötüyü, iyi göstermek… İyiyi, haksız biçimde eleştirerek yıpratmak… Farklı olanı topa tutmak… Ve fikir gelişimini engelleyici ‘tek tip’leşmeyi desteklemek… Hepsi de günümüzün çıkarcı dünyasının televizyonla-medyayla yükselen değerleri.
Nasıl ki, bizde yerleşik hale gelen, daha doğrusu yatırımcı-kanal-destekçi üçgeni sayesinde dayatmaya dönüştürülen dizi mantığı da bunlardan biri. Romantik komedi niyetine bir yığın klişeyi ekrana dizmek, boş muhabbetlerle beyinleri esir etmek, bozuk şiveli garip hareketli karakterlerle komediyi yerlerde süründürmek ve dahi mankenden devşirmelere poz kestirerek gençlerin aklını çelmek, bu mantığın uygulamadaki alkışlanan yüzü. Özellikle yeni nesil üstünde hayli etkili olan romantik komediler arasında tek tük bu mantığı aşmayı başaran bir yapım çıktı mı da, ‘Bu iş böyle mi olur’ eleştirisi hemen dökülüyor ortalığa.
Böylelerine karşı ‘Ya nasıl olur’ diye sormadan edemiyorum. Dahası romantik komedinin ne olduğunu bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyorum. Romantik komedi işleri; iki sempatik insanın, bir vesileyle karşılaşmanın ardından didişmeler ve hoşlaşmalarla birbirlerine yakınlık hissetmesinin… İlerleyen süreçte sınıf farklılıkları, aileler, eski aşklar veya başka engeller yüzünden sürekli mücadele etme durumunda kalınmasının, mizah desteğiyle, anlatımıdır. Bu format dâhilinde gelişim yaratılırken klişeleri kullanmanın yanı sıra kendine özgü farklılıklar sergilemek de gayet mümkündür. Yeter ki çelmeleyip izleyiciyi yönlendirenler işe karışmasın.
Ama maşallah, eleştiri niyetine böylesi gani gani… Peki, bu durumda sıradanın ötesine geçip yenilik yaratmaya çalışmaktan pes mi etmeli? Tabii ki hayır. İyiyi yüceltip yerleşik hale getirmenin formülü, yanlışları bıkmadan usanmadan deşifre ederek dayatmacılığın üstüne üstüne gitmek… Özeleştirilerle dört bir yana mesajlar yollamak! Nitekim ‘Rengârenk’ de bunu her karesinde yapmış ve bu haliyle bal gibi de ‘romantik komedi’ olmuş. Kimse boşa nefes tüketmesin, işkembeden laf üretmesin. ‘Rengârenk’ dünyaya gölge düşürmesin. Ohhh… ‘Romantik komedi’ saptamamızı yaptığımıza, haksız eleştirilere laf çaktığımıza göre şimdi gönül rahatlığıyla geçebiliriz, ‘Rengârenk’in ilk bölümündeki özelliklere.
DİZİ SEKTÖRÜNE ‘RENGÂRENK’ TAŞLAMALAR…
Mecburiyetten birtakım olumsuzluklara katlanmak durumunda olanlar, şikâyetlerini doğrudan dile getiremeyenler için yazın ve kurgu dünyası cankurtaran gibi. Bir yandan ‘Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ ihtarcılığıyla deşarj olunmakta, bir yandan da işlerin nasıl yürüdüğü ortaya konularak olaydan habersiz kişiler bilinçlendirilmekte. Nitekim medyaya yönelik eleştirilerle başlangıç bölümünü süsleyerek yola çıkan ‘Şahane Damat’ın ardından bu kez dizi sektöründeki yozlaşmaya dikkat çekmeyi hedefleyerek başlangıcını yapan ve gören göze ‘Romantik komedi böyle de olur’ dedirten ‘Rengârenk’ de aynı mantıkla karşımızda.
Aşka ve kadınlara karşı güvenini yitiren Can ile erkeklerin bağlanma sorununu çözemeyerek içten içe şüphelerle sıkıntı yaşayıp çareyi yeni projede arayan… Ama burada da umduğunu bulamayan Renk’in hızlı tempolu öyküsü, Ebru Hacıoğlu’nun zekice göndermeleriyle süslediği senaryosu sayesinde, bize ‘Rengârenk’ bir parıltı sunmakta. Sürekli aynı tarzdaki basitliklerle dizi yaratıp zekâmıza hakaret edenleri ve sektörün renksiz yüzünü izleyiciye yansıtırken her sahneyi dozunda işleyen… Neyin olup bittiğini geri dönüşlerle anlatırken aralara taşlamalarını da serpiştiren senaryo, bu özellikleriyle diğer romantiklere fark atan bir tablo sergilemekte.
Aylardır her tarafını dinleyerek ve ‘Bütün kadınlar yalancı’ diyerek arkadaşlarını sinir eden Baytar Can bir yanda… Patrona ne diyeceklerini bilemeden koşturan figüranlardan kaçarak Can’ın bahçesine huri gibi düşen gelinlikli Renk diğer yanda… Şaşkınlıkla bıkkınlığın kavuştuğu bu açılışı yapan ‘Rengârenk’ her safhada öyle dengeli bir kurguya sahipti ki, geçmişle şimdiki anın olaylarını buluşturup akıldan geçenlerle, dilden çıkanları kaynaştıran dünyasında keyifli dakikalar yaşatmanın yanı sıra derdini de çok net ifade edebildi. Dahası bu renkli dünyada yok yoktu. Genç sevgili meraklısı azgın tekelerle, aldatılmışlık-gözden düşülmüşlük karşısında alkolden medet uman kadınlar… Ünlü olma aşamasında çocuklukları-gençlikleri sömürülen kızlarla, ünlülerle sevgililiği marifet sayıp evlilikten kaçan yalancı karizmatik erkekler… Kereste tüccarlığından bozma-reyting lobisinden dertli yapımcılarla, kendi kendine hayran şarkıcıdan-mankenden devşirme jönler… Her işe maydanoz menajerler ve dahi sektörde var olabilmek için paralı yapımcıya ruhlarını satan diziciler… Hepsi de tüm çarpıklıklarıyla kısa kısa işlenmişti. Diyeceğim o ki; izleyici karıştırmasın diye zaman değişimlerini ‘Günümüz’ yazısıyla belirginleştiren dizi, baştan sona ‘Anlayana sinek saz, anlamayana davul zurna az’ der gibi!
Öte yandan ödüllerin ne denli ayağa düştüğünü ve bu konuda fazla havada uçulmaması gerektiğini vurgularcasına düzenlenen mütevazı ödül töreni sahnesiyle, aklına esenin ‘Yılın en iyisi’ni seçip ödül töreni düzenlediği ülkemizdeki pek çok törenden daha gösterişli bir ortam sergileyen ‘Rengârenk’in dizi dünyasına dair taşlamalarının bu kadarla sınırlı kalmayacağı da kesin. Zira kimliği açığa çıkan Renk’in el mahkûm Zeki Halay’ın inisiyatifinde şekillenen diziye geri döneceğini… Oyunculuğu meslekten saymayıp rolleri ‘sahtelik’ şeklinde değerlendiren Can’ın oyunculara bakış açısını düşündüğümüzde… Dizinin, sektördeki tüm zorlukları hem o mecradaki karakterlerle, hem de Can ve ailesi gibi o dünyaya dışarıdan dâhil olanlarla sıkça dillendireceğini umuyorum. Aksi takdirde ‘Rengârenk’in yaratılışının esprisi kalmaz.
Ve dizinin en can alıcı tarafı… Ruh çöküntüsü yaşayan Can ile Renk’i, ilk andan itibaren akışına kaynaştırıp öngörülü balıkçının sandalında ‘inatlaşmak yerine, geçiştirmek’ mantığıyla evlilik oyununa ortak eden taşlamalı içeriğin en önemli detayı, özgün senaryo konusunda günah keçisine dönen senaristlerin kısıtlayıcı şartlar altında çalıştıklarının altının kalınca çizilmesi!
Senaryoyu okumadıkları halde, akbaba gibi üşüşen magazincilere çok beğendiklerini söyleyen oyuncuları da taşlarından ihmal etmeyen yapımda bu tabloyu yansıtmak için seçilen karakter, ‘Zeynep Öğretmen’in senaristi Neşe… Kalpten yazdıkları satılmayınca ruhunu reytinge satıp ajitasyonla yıkılan, zekânın-mantığın hiç bulunmadığı klişeleri yazmaya yönelen Neşe, senaristlere yüklenenlere karşı harika bir karakter olmuş. Ege şivesi modasına uyanları da boş geçmeyen dizide, karakterleri geri zekâlı gibi konuşturup içeriği yapımcı isteği doğrultusunda sette tıggıdı tıggıdı yazan senarist Neşe, ‘Güleriz ağlanacak halimize’ durumu sergilemekte.
Sonuçta; Kaan Taşaner ile Selin Şekerci’nin çok doğal bir ikili teşkil ettiği ‘Rengârenk’te algısı açık olanlar için yakalanacak güzel detay pek çok. Bu nedenle izleyiciyi gerzek yerine koyarak gereksiz açıklamalar yapıp yersiz konuşmalarla sulandırılmış romantik komedilere alışmışların algı düzeyini aşarak gelişen başlangıçtan itibaren sektördeki her olumsuzluğu gayet net ifade eden… Taşlama hususunda tüm malzemesini ilk etapta tüketmek yerine devamına saklayarak gayet akılcı davranan dizinin her anı tutarlı ve doyurucu; baştan sona mükemmel bir iş desek yeridir. Yazana, yönetene, oynayana, iğneyi batırtmaktan gocunmayan yapımcıya tebrikler… ‘Rengârenk’ oklarıyla turnayı gözünden vuranların yaratıcı taşlamalarının takipçisi olacağız.
Anibal GÜLEROĞLU