Evladına canı pahasına sahip çıkıp onu tüm kötülüklerden korumak, ona iyiliği-güzelliği ilk andan itibaren aşılamak da bu mesleğin görev tanımında yer almakta. Anlayacağınız sevgisiyle paha biçilemez olan anneliğin icraatında sınır yok.
Dolayısıyla yeri geldiğinde kutsallığından da dem vurulan, lakin asıl değeri varlığından ziyade yokluğunda anlaşılan anneliğin vasıflarını tanımlamak için kelimeler yetersiz kalıyor. Buna karşılık anneliği bir külfet görüp gereklerini yapmaktan kaçınanlar hiç mi yok? Var elbet. Ancak istisnalar kaideleri bozmamalı ve anneliğin olumlu bilinci her daim öne çıkartılmalı.
Gel gör ki, ekranlarımızda boy gösteren dizilerin çoğu olumsuz örneklerle yansıtıyorlar anneliği ve dahi kadınlığı. Senaryo yaratma hususunda gelişim göstermek yerine belli klişelere saplanıp kalanların nezdinde annelik, çatışma yaratmak için baş unsur. Bunun için de annelerden kaynaklanan fesatlıklara, olumsuzluklara bolca yer veriliyor içeriklerde. Sakız gibi uzatılan konuları geliştirmenin formülü olarak görülen annelik, şeytanlıkla özdeşleştiriliyor neredeyse. Kimi anne, güç uğruna çocuğunu piyon gibi kullanıp kötülüklerini maskelemeye çalışıyor… Kimisi alenen suça teşvik ediyor evladını. Feryat figan edeni de var, sessiz sessiz duygu sömürüsü yapanı da. Akıllarda yer eden bu kötü anne karakterlerinin en olumsuz yönüyse, her daim etkin güç olarak öne çıkartılmaları ve her kötülükten paçayı sıyırmaları.
Kısacası; dizilerimizin içerik mantığı, türlüsüne bereket anne kumpasçılığıyla yolunu bulmaya odaklı! Birbirinin benzeri işlerle izleyiciyi oyalamanın tadını alan kolaycı zihniyetin varlığında, bu tablonun değişeceği de pek yok gibi. Hal böyleyken ‘Rol modelimiz kötü anneler mi’ sorusunu sorup en yeni örnekleri irdelemek düşüyor bize de…
BABİL’İN EDA’SI ANNE DEĞİL BAŞ BELASIYDI AMA…
Makam hırsına yenik düşen meslektaşı tarafından iftiraya uğrayıp açığa alınan ve mal varlığına tedbir getirilen akademisyen İrfan’ı, aynı anda çocuğunun hastalığıyla da karşı karşıya bırakarak, ne pahasına olursa olsun para bulma çabasının içine düşürüp başlangıcını yapan ‘Babil’, tüm bu önemli evreyi oldubittiye getirip ilk bölüme sığdırma olumsuzluğunun yanı sıra kendini evladından önde tutan bir anne profili de karşımıza çıkarttı en baştan.
Sayısız mantık hatasının yaşandığı dizinin ilk beş bölümünde, Nur Fettahoğlu’nun ‘Kardeş Çocukları’ndaki, çocuklarını ezip geçmede sakınca görmeyen bencil ve entrikacı, Umay tiplemesini hatırlatan bir performansla yerini alan Eda, hasta çocuğa sahip anneden ziyade entrikayla elde ettiği kocayı kaptırmama derdine düşen bir kadına dönüştürülüverdi.
İrfan ile İlay’ın yüzükleri takılırken İrfan’ın odasını karıştırma pervasızlığıyla yansıtılan Eda’nın, Egemen’den olan hamileliğini İrfan’a mal edecek kadar utanmaz biri olduğunu öğrendiğimiz süreçte karakteri bas bas bağırtan senaryo, bu iticilikler yetmiyormuş gibi kıskançlık krizine soktu adeta. Çocuğu ne ara İrfan’a yamadığını henüz anlayamadığımız Eda, ilk bölümdeki ‘Ne yaparsan yap oğlumu kurtar’ havasından çıkartılıp oğlunun hastalığını, parasızlığı bir yana atarak gemi azıya aldı. Mağazadan elbise çalmaya, İrfan’ın peşinden koşturmaya, telefon karıştırıp gecenin bir vakti çocuğunun korkacağını düşünmeden kavga çıkartmaya başladı.
Velhasıl oğlunun hiçbir şeyiyle ilgilenmeyen, onu sürekli evde bırakıp kendi hırslarının peşinden koşturan, İlay’a laf sokuşturup uluorta kocasına sırnaşan, yalnızca şahsi kaygılarla hareket eden ve dozu gittikçe artan kavgacılığıyla izlenmesi rahatsız edici hale gelen Eda’nın bu bölümlerdeki anneliği ‘‘Babil’in Eda’sı anne değil baş belası’ dedirten türdendi açıkçası.
Neyse ki; hayatın gerçeklerine dair mesajcılığı bir yana bırakıp suya sabuna bulaşmadan varlığını sürdürmeye niyetlenmiş izlenimi veren ‘Babil’, altıncı bölümde silkelendi… İçine düştüğü yanlışları düzeltme yoluna girdiğini gösterdi. Bunun için de Egemen’in İrfan’ı ihbar edişi üstünden ilerleyip Ayşe’nin polisliğini ve Deniz’in Türkiye’de tedavisini soktu devreye. Böylece oğlunun iyi olması için İlay’la pazarlık yapıp yaygaracılıktan sinsiliğe devşiren Eda’nın baş belasına dönüşen anneliğine de bir nebze nokta konmuş oldu. En azından şimdilik.
‘NARE’, MASUM GÖSTERİLEN KÖTÜ ANNE Mİ?
Erkeklerin kırmızı kurdele odaklı bekâret takıntısını körükleyen ve kadını düğün gecesi kapının önüne koyup kötü örnek teşkil eden bir içerikle yola çıkmanın ardından bu tavrı ‘Neden sakladın’ alınganlığına bağlayarak çark eden ‘Sefirin Kızı’, gerek kadına bakış açısıyla gerekse annelik olgusuyla baştan itibaren kendini sorgulatan bir mantığa sahip.
Akın’ın ‘Vur beni’ restine inanıp büyük aşkla bağlı olduğunu söylediği Nare’ye yalancı gözüyle bakan Sancar’ın efeliğini, kadına güven noktasında sıfırlayarak yol alan dizi, kapı önüne atılınca kuş gibi uçmaya niyetlenip olağanüstü bir şekilde hayatta kalmayı başaran Nare’yi de, yaptıklarıyla söyleminin mantığı uymayan, tartışmalı annelik pozisyonuna soktu maalesef.
Şöyle ki; uçurumdan kurtarılmanın ardından kendisine karşı duygusuz-duyarsız tavırlarını bildiği baba ocağına sığınmak zorunda kalan Nare’nin annelik konusundaki olumsuzluğu, çocuğunu doğurduktan sonra velayetini babasına vermesiyle başlıyordu. Türkiye’ye döndüğü andan itibaren konuşmalarıyla inatçı ve kararlı bir tavır ortaya koyan, Akın’ı ve Sancar’ı kandırmak için uluslararası oyun kurmaya başaran Nare, pekâlâ da çocuğuyla birlikte ülkesine dönüp kendi başına bir hayat kurabilirdi geçmişinde. Her tür zorluğa göğüs gerip bunu yapan ve çocuğunu tek başına yetiştiren kadın dolu ortalık. Ama o kendisine tecavüz eden adamla ve sözlerine inanmayan babasıyla aynı çatı altında yıllarca yaşamayı seçmişti.
İşte tam da bu noktada durup ‘Nare masum gösterilen kötü anne mi’ diye sorgulamak lazım… İyi bir anne kızını böyle ahlâksız bir ortamda büyütür mü? Bir kadın, kendisine saldıranla yıllar boyu aynı evde nasıl kalabilir? Adamın kızına da cinsel tacizde bulunabileceğini hiç düşünmez mi? Normalde elbette ki düşünmesi ve bu ortamdan kaçması gerekir. Sefirin kızı, pasaportunu alıp gidebilecek özgürlükte neticede. İlaveten… Akın’ın tecavüzüne uğrayan ve sanki bunu hiç yaşamamış gibi gayet neşeli bir biçimde Sancar’la imam nikahı kıyabilme rahatlığı sergileyerek kuşku uyandıran Nare, çocuğun Akın’dan olmadığını anlamak için test mi yaptı da gayet emin bir tavırla düğün basıp Sancar’ı baba ilan etti? Bu şok tablonun küçük kızın ruhsal durumunu etkileyeceğini niye düşünmedi? Dahası onca yıl beklemek yerine neden ilk günden Sancar’ın karşısına dikilip çocuğu söylemedi? Sırf kendi gururu örselendi diye çocuğu babadan mahrum bırakmak iyi annelikle bağdaşır mı? Sorular, sorular…
Yıllar sonra bir kez daha tecavüz etmeye yeltenme saçmalığındaki Akın’ı öldürdüğünü sanarak Sancar’a kızını getiren ve varlığıyla Gediz ile Sancar’ı birbirine düşüren Nare’nin yaptıklarında ters gelen bir başka detay, kızının ruhsal ve kişisel gelişimini düşünmeden, oradan oraya sürüklemekte sakınca görmemesi. Tabii bir de işin eğitim yanı var ki, bu konu Allah’a emanet halde.
Sözün özü; derinlemesine değerlendirildiğinde, mağdur ve masum pozisyonundaki Nare’nin anneliğindeki aksaklıklar dökülüyor ortaya. Bu durumda da güçlü kadın profili çizmeye yeltenirken kadını aşağı çeken dizideki anneliğin yanlışlığını işaret edip ‘Nare, masum gösterilen kötü anne’ diyebiliyoruz rahatlıkla. Efelenmesine aldanıp örnek alınmamalı!
ZÜMRÜDÜANKA’NIN SORUNLU ANNELERİ
Aile içi çekişmeleri aşk havasına katık edip uçkuruna hâkim olamayan Abbas’ın hırslarıyla ortamı kızıştırarak yüzünü gösteren ‘Zümrüdüanka’nın ilk bölümden dikkat çeken özelliği, Ülfet Kuloğlu ile Azimet Demirkan karakterleri! Diziyi bu yönüyle öne çıkartıyorum çünkü her ikisi de sorunlu anne olarak olumsuz örnek teşkil etme alışkanlığının abartılı yansımaları.
Kocası Rüstem’i ağza alınmayacak laflarla aşağılayarak kadınlığını çirkinleştiren… Adamı, sakatlığına aldırmadan itip kakarak evden def eden Ülfet, paragöz anne klişesini birkaç tık öteye taşıyan türden. Meliha’yı da dolapçılığına ortak ederek Zümrüt’ü Adil’le evliliğe sürükleyip rahat yaşam hayalleri kuran… Kızının gizlediği mektupları Abbas’a vererek anneliği hainliğe dönüştüren Ülfet’i tehlikeli örnek haline getiren esas ayrıntıysa, onun bu çıkarcı varlığının gerek şiveyle gerek tavırlarla mizahi sevimliliğe büründürülmüş olması! Bu sayede para uğruna kızlarını zengin adamlara peşkeş çeken annelik olayı daha da normalleştirilmiş.
Öte yandan Azimet’in de anneliği sorunlu ve kötü örnek pozisyonunda… Hem de Ülfet’ten katbekat fazla. Zira Abbas’ın yaptığı yanlışlara ses çıkartmayıp kocadan ayrılmamak için Fitnat’ı kumalığa kabul eden gelini Nevcihan’ın hakaretlerle aşağılanmasını doğal hale getiren Azimet, Abbas’ın Adil’e duyduğu ölümcül kıskançlığın da sebebi. Lakin oğullarına karşı eşit sevgi göstermeyen Azimet’in asıl sorunu, kadına şiddeti destekleyen söz ve tavırları!
Öyle ki; Adil’in ölümünün sorumlusu olarak gördüğü Zümrüt’ü intihara teşvik etmesi yetmiyormuş gibi sürekli töreden bahsedip onun canının alınması gerektiği yönünde kışkırtıcı çıkışlarda bulunan… ‘Torunlarım burada kalacak. Sen defolup gidebilirsin’ diyerek insan harcama konusundaki ustalığını ispatlayan tokat atma meraklısı Azimet karakterini kesinlikle hoş karşılamamız imkânsız.
Anlayacağınız Ülfet ve Azimet, ‘Zümrüdüanka’nın sorunlu anneleri konumunda. Hayatın içinde benzerleri bulunsa dahi, aşkla ve mizahla harmanlanan böylesi içeriklerde göze sokula sokula varlık göstermeleri, kurgusal karakter olmanın ötesine geçip, yaşamsal olumsuzlukları desteklemeye dönüşüyor. Çok yazık.
SONUÇTA; Gençliğinden gelen intikam hırsını dindirmek adına kötülüğün her türünden örnekler sergileyen ‘Hercai’nin Azize’si… Geçmişindeki sırrı saklı tutmak uğruna zalimlikte sınır tanımayan ‘Zalim İstanbul’un Şeniz’i… Ve nicesi… Ekranda boy gösteren dizilerin öykülerini yürütmek için seçtikleri kötü anne figürleri olarak bize dayatılmakta.
Hal böyleyken bunca kötü annenin cirit attığı kurguların olumsuz örnek teşkil etmemesi, algı yaratmaması mümkün mü? Değil tabii. O halde içerik geliştirmek adına, rol model teşkil edecek kötü annelikten medet umulmasın, daha usturuplu anne karakterleri yaratılsın artık. Yabancı yapımlarda rastlamadığımız bu durumun bizde de gerçekleşmesi temennisiyle…
Anibal GÜLEROĞLU