Rüzgar’ın Kalbi uzun süre çarpacak mı?

FOX’un yeni dizisini canla başla izlemeye başladım. Filmevi yapımcılığındaki dizide gördüm ki, püf noktası ‘kalp’ olunca aşk gerçekten de bittiği yerde başlıyormuş.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

‘Bittiği yerden başlayan hikâyeler… Yaşamakla ölmek arasında sıkışmış acı hayat… Bazen kısacık mutluluklar. Kahve kadar… Ayrılıklar deniz, kavuşmalar suya hasretken… Tabi ki ben başroldeyim bu romanda’ demiş Reşat Nuri Güntekin… Bittiği yerden başlayan hikâyelerle, romansı hayatları buluştururken.

Hikâyeler bittiği yerden başlıyor da, aşklar bittiği yerde başlar mı bu hayatta? Bencilleşen insanların sevgi duygusunu giderek ötelediği, uzun ömürlü ilişkileri kısa süreli heveslere indirgediği ve birbirlerinin hayatını zindan etmekten çekinmediği günümüz dünyasında aşk, bulunmaz nimete dönmüşken ‘Bittiği yerde başlayanı da ne ola’ diye düşünmek serbest. Zaten ‘Bittiği yerde başlayan bir aşk hikâyesi’ sloganını duyduğumda ben tam da böyle düşündüm ve bu tanıtımın altından nasıl bir öykü çıkacağını fazlasıyla merak ettim. Merakımı gidermek için de FOX’un yeni dizisini canla başla izlemeye başladım. Filmevi yapımcılığındaki dizide gördüm ki, püf noktası ‘kalp’ olunca aşk gerçekten de bittiği yerde başlıyormuş.

Evet, tanıtımıyla merak uyandıran ve ilgi çekmeyi başaran Rüzgâr’ın Kalbi, tam da iddia ettiği gibi bittiği yerde başlayan bir aşk hikâyesi. Üstelik aşkın bittiği yerde başlaması için sevince atmaya başlayan bir kalbe ihtiyaç olduğunu en hayati biçimde işaret eden türden! Yeni sezonun Eylül’den Ağustos’a kaydığı süreçte ‘Tatlı İntikam’ın karşısına rakip olarak çıkan Rüzgâr’ın Kalbi uzun süre çarpacak mı, peki? Dizinin ilk bölümü üstünden yorumlayalım…

RÜZGÂR’IN KALBİ’NE DOPİNG YAPANLAR

Henüz yayına çıkmadan kimilerince tanıtımındaki detaydan hareketle ‘acizlik hali’ olarak değerlendirilip eleştirilmişti Rüzgâr’ın Kalbi… Ancak ilk bölümüyle gösterdi ki, bütüne hâkim olmadan parçalar üstünden çok laf üretmek doğru bir şey değilmiş. Hoş, anlamayana davul zurna çalınsa az da… İstanbul Sokakları’ndaki ‘kalp nakli’ temasını anımsatırcasına kalp çarptıran dizi, kim ne derse desin hızlı temposuyla gayet güzel bir başlangıç yaptı FOX’ta. Bana göre daha fragman aşamasından haksız yıpratıcılığa maruz kalmayı hiç hak etmeyen yapım, aldığı reyting sonuçlarıyla da kendini ispatladı zaten. Burada çok lafa gerek yok.

Sonsuza kadar bekleme sözü ve evlilik teklifinin mutluluk tablosuyla açılışını yapmanın ardından şok edici bir kazayla Rüzgâr’ın Kalbi’ni hüzne boğan dizi, kendine has çekiciliği olan işlerden. Evet… Öyle tahmin edilemeyecek, gizemlerle dolu, alabildiğine özgün bir senaryoya sahip değil ama… Hızlı bir şekilde akıp giden içerikte bir sıcaklık var ve sıkılmadan izlenebilir özellikte. Diziye bu yorumu getirmemin baş nedeniyse, Meltem’in dramatik ölümü ve Rüzgâr’ın ‘Kimse aşktan canlı çıkamaz’ sözüyle Bosna Hersek’e uzanıp Avrupai depresyon havası solutan Özge Efendioğlu imzalı senaryonun niteliği ve sunuluş tarzı!

İki yıllık bir zaman atlamasıyla Rüzgâr’ın derbeder halini ve ailesinin profilini kısaca özetleyen akış, Rüzgâr’ın yaşadığı dramın ardından bu kez evlilik hazırlığındaki Zeynep’in nişanlısıyla yaşadığı hayal kırıklığını sundu izleyicisine. Üstelik ‘Seni seviyorum’ diyen kadının kendisine cevap vermekten kaçınan erkeğe ‘Seni seviyorum’ deme saflığını sürdürmesi durumunda aldatılmayı peşinen kabullenmiş olması gerektiğini hissettiren bir biçimde! İki gencin yollarını Foça’da kesiştiren senaryonun çekiciliği tam da bu hızlı tempoda gösterdi kendini. Çünkü izleyicinin hoşuna giden detaylar tam kıvamında işlenmişti. Aşk, ölüm, acı ve ihanet… Bunları, doğru cümleler ve renkli sahnelerle bir araya getirmeyi başaranlar hoşa gitme konusunda ilk avantajı yakalamış oluyorlar. Dolayısıyla Rüzgâr’ın Kalbi’nin ilk dopingi, yerli film misali giriş yapıp havalı ‘Yaban’la gelişen senaryonun izleyicinin nabzına göre şerbet vermeyi bilmesi!

Dramla komediyi dengeli biçimde harmanlayarak akışını sürdüren senaryonun bu özelliğinin dışında Rüzgâr’ın Kalbi’ne doping yapanların başını, Muammer Bey karakterine can veren Cezmi Baskın çekiyor. Zeynep’in dedesi olarak alnının çatından vurma merakını sergileyen kuşçu Muammer, hem ailenin direği hem de yarattığı komedi tadıyla Rüzgâr’ın Kalbi’nin ilgi görmesinin en büyük etkeni. Seviyoruz biz, bu tarz mizahi karakterleri.

Dizinin diğer dopingi, dingin bir duruşa sahip olan Deniz Baysal’la birlikte gayet güzel bir tablo yaratan Burak Serdar Şanal’ın hayli karizmatik varlığı… Karizmatik dedimse, öyle kaslarına baklavalarına filan takılmışlığım yok kimileri gibi. Şimdi baklava sergilemeyen yok zaten. Yani bunun da ekstra bir çekiciliği kalmadı artık. Benim işaret ettiğim karizmatiklik, onun ‘oyuncu’ duruşundan kaynaklı! Daha net ifadeyle, ‘Yeşil Deniz’deki İsmail’de de duyguları hissettirme gücünü gösteren Burak Serdar, duruşuyla oyunculuğunu konuşturanlardan. Pek fazla konuşmadığı ilk bölümde de bu özelliği bir kez daha çıktı ortaya. Uçkuruna sahip çıkamayan ve cezasını kadın intikamcılığıyla çekip hem eşinden hem işinden olan Kutay tipini tam da böylesi kişilere has yüzsüzlükle canlandıran Batuhan Begimgil karşısında dişli bir rakip olacağını da küçümseyen, havalı halleriyle pek güzel göstertti.

Oğlunun hergeleliğini ‘Erkektir yapar’ mantığıyla karşılamak yerine ‘Yazıklar olsun’ diyerek eleştirip gelininden yana çıkan bir kaynana figürü sunarak alışkanlıkları yıkan Ebru Aykaç’ın kıpır kıpır ve samimi duruşuyla güzelleştirdiği… Ve daha çok sahnesinin olması halinde diziye katkısının artacağını düşündüğüm Mualla’nın ‘örnek kaynana’ figürü sergilediği Rüzgâr’ın Kalbi’nde deneyimli oyuncularla kurulan aile cepheleri de dikkate değer.

Şöyle ki; Başak Daşman’la renklenen Ayla teyze… ‘Hayat Şarkısı’ndaki gibi görünüp kaybolmamasını temenni ettiğim Ahmet Saraçoğlu’nun canlandırdığı asalet timsali Kemal dayı… Fedakâr anneliği esprili hallerle soslayan Neriman olarak, Funda Nereida Şirinkal… Otoriterliği asaletle buluşturan Vahide’nin iç dünyasındaki dalgalanmaları hissettiren Müge Akyamaç ve isminin aksine erdemsizliği ilke edinerek para için her şeyi yapabilen Erdem’i canlandıran Turgut Tunçalp… Kısa süreli rollerine rağmen doğallıklarından yitirmeden farklı aile tabloları yaratmışlar.

Kısacası; Muammer’in her işine koşan Sadık’ın, Mert Asker’in performansıyla sahneler arası jokere dönüştüğü… Seçil Buket Akıncı, Zeynep Elçin ve Özlem Mahmutoğlu’nun Hande-Sibel-Başak olarak rutin yakın arkadaş üçlüsünü tamamladığı… Mehmetcan Mincinozlu’nun Tekin karakteriyle kötülüğe meraklı kanadın iyisi olarak karşımıza çıktığı Rüzgâr’ın Kalbi’nde her oyuncunun kendi çapında bir dopingi var. Önemli olan izleyicinin bunları yakalayabilmesi!

RÜZGÂR’IN KALBİNDEKİ BOŞLUKLAR NELER?

Her işte olduğu gibi Rüzgâr’ın Kalbi’nde de birtakım boşluklar var kuşkusuz. Bunlar kalbin teklemesine yol açacak büyük delikler değil henüz ama dizinin ritmini sekteye uğratmaması ve ilerleyen bölümlerde daha özen gösterilmesi açısından işaret etmekte fayda görüyorum.

Bosna Hersek’teki nezarethane ortamıyla, ‘öngörülü-bilge yaşlı’ klişesine tarihi filmlerin zindanlarını anımsatan biçimde katkıda bulunarak metafor yaratan dizide ilk boşluk, hatıralarından kaçan Rüzgâr’ın taksi macerasında çıkıyor ortaya. ‘Nereye abi’ sorusuna ‘Bildiğin en uzak yere’ cevabını alan taksicinin gaza basıp Foça’ya gelmesinden pek çok mantık kurcalayan soru türetmek mümkün. Mesela müşterisinin bu yolculuğu karşılayacak parası olup olmadığını nereden biliyordu? Veya gecenin bir vakti yüzü gözü dağılmış adamın tekin biri olduğuna nasıl güvenip bu uzun yola koyuldu? Rüzgâr, adamın parasını ne ara ödedi? Şoför yıllardır kullanmadığı evin anahtarını niye cebinde taşıyordu? Ev, yıllardır kullanılmıyorsa nasıl oluyordu da öylesine temiz kalmıştı? Sorular dolu dolu.

Bu soruları es geçip Rüzgâr’ın Foça’ya gelişini bir yana bırakınca bu kez de şok yaşayan Zeynep’in gelinlikli Foça firarına takılıyor aklımız. Telefonunu fırlatıp atmakta sakınca görmeyen Zeynep’le Rüzgâr’ın karşılaşma olayında masalın dibine vuran senaryo, ormandaki evden hastaneye nasıl gidildiği konusunu boş geçiyor. Ayrıca Rüzgâr’ın oraya yerleşmesi daha henüz olmuşken Foçalılar onu nasıl tanıyor? Hadi bunları da geçtik Rüzgâr nasıl İstanbul’a hemencecik ulaşıp sonra da ertesi gün Foça’ya dönebiliyor? Arabayla mı uçakla mı gerçekleşiyor yolculuk? Acaba bunlar tempoyu düşürmemek adına ötelenmiş olabilir mi?

Sonuçta; Aşkın, kalp nakli sayesinde bittiği yerden başlayabileceğini gösteren ilk bölümünde organ bağışının önemini de hissettiren… Orhan Veli’nin ‘Denizi Özleyenler İçin’ şiirine bünyesinde yer vererek yeni bölümünü geliştiren Rüzgâr’ın Kalbi’nin uzun süre çarpma potansiyeli mevcut. Zira bünyesindeki klişeleri oyuncuların doğallığıyla bertaraf eden… Romantizmle komediyi buluşturan öyküsünü anlatmak için Foça’nın mavi bayraklı sularını seçen… Aşk çekişmeciliğini, koyların nasıl yabancılarla ortaklaşa talan edilmek istendiği gerçeğiyle harmanlayan… Ve senaryosundaki kusurlara rağmen, dopingleri sayesinde genel itibariyle izleme isteği uyandıran bir dizi.

Mantık hatalarını derinleştirmeden, başlangıç temposunu bozmadan ve konusunu bıktırıcı hale getirmeden aşkın güzelliklerini yaşatması temennimiz. Dizilerin ufak bir teklemede kolayca kıyıma uğratıldığı gerçeğinde, Rüzgâr’ın Kalbi’nin uzun süre çarpması dileğiyle…

Anibal GÜLEROĞLU

[email protected]

www.twitter.com/guleranibal