Korkuyla baş etmenin yolu, korkunun bilincine varıp sorunu kendi benliğindeki mücadele gücüyle alt etmek şeklinde gösterilse dahi korkuların, en cesur insanlara bile ömür boyu yoldaşlık ettiği malum. Nasıl ki, ‘Pek çok kimse kaçmaktan korktuğu için cesur zannedilmiştir’ der bir Amerikan atasözü. Yani cesaretle korku iç içe geçmiş kavramlar.
Öte taraftan insanı, asla yalnız bırakmayan korkuların türü, kişiye göre değişir kuşkusuz. Kiminin korkusu maddi varlıklara yöneliktir, kimininki manevi. Ama ölüm dışında bu yaşamsal mekanizmanın en etkili olduğu alanlar da belli… Birine bağlanmak, onu canından önde tutmak, mutluluğu için fedakârlıklarda bulunmak. Sözde kolay gelen ama pratikte üstünkörü yaşanan; özveri noktasında insanı korkutan şeydir bağlanmak. Çünkü birini tüm benliğinizle sevip içten hissederek ‘Sen benim her şeyimsin’ diyebilmek ve bunu yansıtabilmek zordur. Büyük sorumluluk işidir. Bundan ötürü gittikçe sorumsuzlaşan dünyamızda daha çabucak kopar hale gelmiştir ikili ilişkiler.
Dolayısıyla birine yürekten ‘Sen benim her şeyimsin’ demenin gerçekliği, ikili ilişkilerden ziyade ancak evlat sevgisinde gösterir yüzünü. ‘Evlat sevgisi’ söz konusu olduğundaysa ilk etapta ‘anne’ düşer ya akla… Lakin gerçek hayattaki ve kurgulardaki kötücül örneklerine karşın, anneden öte annelik eden babaların var olduğunu da unutmamak lazım. Nitekim uzun zamandır merakla beklenen ve beyazperdede yerini alan aile boyu çalışma ürünü, ‘Sen Benim Her Şeyimsin’ filminin öyküsünde de böylesi bir tablo mevcut. Peki, uyarlama senaryoyla yola çıkıp orijinalinin hakkını vererek ‘Sen Benim Her Şeyimsin’ diyebilmek mümkün olabilmiş mi?
TOLGA ÇEVİK’TEN DRAMATİK KOMEDİ
Komedi yapmak zordur ama daha da zoru, komediyle kendini sevdirenlerin, içinde dram bulunan işlerin de hakkını verebilmesidir. Meksikalı aktör, yazar, yönetmen Eugenio Derbez’in hem başrolünde oynayıp hem de yönettiği ‘Çocuk Büyütme Rehberi/No se Aceptan Devoluciones/ Instructions Not Included’ bize bu konuda güzel bir örnek sunmuştu geçtiğimiz yıllarda… Valentine ile sürpriz biçimde sahip olduğu kızı arasındaki sıra dışı öyküyü izlerken hem bir babanın evladı için yapabileceklerini görmüştük, hem de komedinin hiç umulmadık biçimde kendini gösteren dramla nasıl harmanlanacağını.
Açıkçası dakikalar boyu gülerek izlediğim öykünün finalinin böylesine naif bir şekilde dramatize edilmesi beni çok etkilemişti. Bu nedenle zihnimde iz bırakan Meksika filminin yerlisinin yapılacağını duyduğumda nasıl bir sonuç ortaya çıkacağını merakla beklemiştim. Nitekim TME’ye ilk yapımcılık deneyimini de yaşatan ‘Sen Benim Her Şeyimsin’i basın gösteriminde izlediğimde, beklentimin boşa gitmediğini görmek beni mutlu etti. Gayet başarılı bir tıpkılık vardı karşımda.
‘Tıpkılık’ diyorum çünkü buradaki senaryo olayında uyarlamadan ziyade birebirlik hâkimdi. Sürekli yeni proje ortaya çıkartan dizi âleminde de sıfırdan senaryo yaratma sıkıntısı çekildiğini düşünürsek, yabancı yapımın birebiri senaryoyla çalışmanın sinema sektörümüz açısından bir avantaj olmadığı kesindi. Dahası orijinali izleyenler için bu denli tıpkılığın sürpriz bozan olması da dikkate alınması gereken bir husus. Bundan dolayı benim asıl üstünde durduğum yön karakterlerin nasıl yorumlandığı, sahnelerin nasıl yansıtıldığı oldu. Olaya böyle yaklaşınca orijinalindeki Valentine karakterini üstlenip kızı Tuna ve oğlu Tan ile birlikte aile boyu oyunculuk sergileyen Tolga Çevik’in performansı, ‘Sen Benim Her Şeyimsin’ demek için yeterli bir sebepti!
Bu açıdan ele aldığımızda çocukları için kariyer başlangıcı olan filmi, Tolga Çevik için bir kariyer perçinleyici şeklinde nitelendirmek mümkün. Zira kendi kulvarının biraz dışına kaymış bir rolde. Hemen hemen tüm çalışmaları komediye dayalı olan sanatçı kuşkusuz burada da çoğunlukla mizahi sahnelerle çıkıyor karşımıza. İşin aslı, final bölümüne kadar komedi hâkim öyküye. Ancak filmin can damarı da zaten finali. Dolayısıyla buradaki duyguyu aktarabilmek önemli… Ki, dramatik komedi becerisini ortaya koyan ve riskli sahnelerde dublör kullanmadığını belirten Tolga Çevik bunu layıkıyla başarmakta.
Kısacası; Orijinalini izlediğim için gidişatı ve finali zaten bildiğimden çapkın Valentine ile piyangodan çıkan kızının hüzünlü öyküsündeki gibi gözümden yaşlar akmasa da, Sedat ile Duygu’nun cesaret ve korkuyla yoğrulmuş dramatik komedisini sevdim. Bunda ‘Senin Hikâyen’in ardından yine bir aile duygusallığına imza atan Tolga Örnek’in senaryosu ve yönetmenliğinde Türkçeleştirilen ‘Sen Benim Her Şeyimsin’in yükünü sırtlayan Tolga Çevik’in rolün hakkını vermiş olmasının payı büyük tabii!
‘SEN BENİM HER ŞEYİMSİN’ ORİJİNALİNİ ARATIYOR MU?
Seyirciyi kavrama becerisi yüksek olan ebeveyn-çocuk ilişkilerine dair keyifli ama bir o kadar da hüzünlü bir örnek olarak gördüğüm… ABD’den en yüksek gişe başarısı yakalamış İspanyolca film olan ‘Çocuk Büyütme Rehberi’yle yerlisini kıyaslamaya kalktığımızda akla gelen soru yerlinin orijinalini aratıp aratmadığı oluyor haliyle. Orijinal yapım, tıpkı hayatın kendisi gibi korkularla cesaretin, mutlulukla hüznün kol kola olduğu bir dünya sunmuştu bize. İçerik yapısıyla ilk avantajını yakalayan filmdeki Valentine karakterinin zoraki cesurluğu, kızı Maggie mutlu olsun diye yaptıkları filmi, isminin ötesine geçiren türdendi. Görsel açıdan hayli renkli sahnelere sahip olan ve aralarda sınıf farklılıklarına göndermelerde bulunup toplumsal mesajlar da içeren orijinal filmden ‘Sen Benim Her Şeyimsin’e geçersek…
Korkulardan oluşan hayatta, korkunun vahşi hayvan olduğunu saptayıp insanın korktuğunu hissedince saldıran kurda benzeten açılışta, korkuyu yenmek için kurdun gözünün içine bakıp onu ehlileştirmek ve korkuyu yenmek için cesareti beslemek gerektiğine dikkat çeken Cesur Çıralı’nın oğlunu korkularından arındırma metodunu izleten film, tıpkı aslı gibi, değişik bir baba figürü sunuyor seyircisine. ‘Şah, şah’ motivasyonuyla büyük ve küçük korkulardan kurtulmaya çalışan küçük Sedat’ın bu süreçte yaptıklarının ve sahnelerin orijinaliyle birebir aynı olduğu gerçeğinde, yerlisi yabancısını aratmıyor. Hatta küçük Sedat’ı canlandıran Tan Çevik’in oyunculuğu esas filme kıyasla çok daha başarılı durmakta. Devamında ‘Şah’ diyerek bu dünyanın ve öbür dünyanın korkularına karşı oğlunu hazırlamak isterken aslında ona sevgisini kendince gösteren Cesur babanın, oğlu korkularını yenemeden kansere yenik düşmesiyle zaman atlaması yaşayan film bu kez ‘evlilik’ korkusunu yenemeyen yetişkin Sedat’ın kadından kadına koşturan hayat akışını gösteriyor bize… Ki bu evre de, yataktaki aksiyon farklılıklarını sayamazsak, orijinaliyle tıpatıp.
Senaryonun kırılma noktasıysa, Sedat’ın ‘Çok özelsin’ klişesini tekrarladığı kızlardan olan Pınar’ın 20 ay sonra bir bebekle çıkagelmesi! Melis Birkan, orijinalinde Jessica Lindsey tarafından canlandırılan Julie karakterini Pınar’a dönüştürürken olaya gayet güzel adapte olmuş. İlk bakışta rolü çok yüzeysel oynadığı düşünülebilir ama zaten senaryonun orijinalinde de karakterlerin ve duyguların çok derinliğine inilmemekte. Dolayısıyla Melis Birkan’ın Pınar’daki ölçülülüğü de bununla paralel. Babasının kızı olduğunu inkâr etmeyen Tuna Çevik’in Duygu rolüyle verdiği sınavdan alnın akıyla geçtiği… Fakat orijinalindeki Maggie karakterinin üstüne çıkmayı hedeflediği anlarda, bu karakteri canlandırırken daha güleç duran Loreto Peralta’ya kıyasla sert bir imaj çizip sahnelerin duygusunu ötelediği de aşikâr.
Kültürel farklılıktan ötürü dublörlük yaptığı sahnede Kızılderili kostümü giymeyişi gibi detaylar haricinde Tolga Çevik’in Sedat’ının aslını aratmayan bir sunumda olduğu filmde kıyaslama yaparken en çok yadırgadığım ayrıntıysa, Sedat’ın bebekle İstanbul’a gelişi. Zira bu süreçte ‘Poyraz Karayel’in sevimli Taş Kafa’sının performansıyla şenlenen film, orijinalindeki ‘dublörlük mesleğine girme’ evresini yakalamak isterken bir parça mantıksızlaşmış. Şöyle ki, orijinalinde Julie’nin resminin peşine takılan Valentine bunun için ülke değiştirmekte ve Hollywood’a gelmekte. Buradaysa Antalya-Çıralı’dan İstanbul’a yolculuk söz konusu. Yani öyle çok büyük bir değişim yok. Buna rağmen Sedat’ta sanki köyden indim şehre havası hâkim olması inandırıcılığı zedelemiş. Asıl önemlisiyse oteldeki anların üstünkörülüğü. Yani Sedat’ın bilgi almak için Pınar’ın kankasını ararken koskoca otelin yönetim bölümüne elini kolun sallayarak dalması, katlara çıkması ve tesadüfen girdiği odadaki Birol’un ayaküstü konuşmaları inandırıcılıktan uzak. Cengiz Bozkurt’un canlandırdığı karakterle Sedat’ın otelden setlere uzanan yolculuğu biraz daha sindirilerek işlenebilirdi.
Sonuçta; Kahkaha attırmayan ölçüde komedisi olan, mendil ıslatmayacak oranda hüzün sunan ve başarıyla Türkçeleştirilmiş bir film ‘Sen Benim Her Şeyimsin’. Büründüğü tiplerle her telden çalabileceğini ispatlayan Tolga Çevik ve Ailesi’nin birlikte güzel bir tablo oluşturarak gişeye ‘Şah’ dedikleri de kesin. Final sürprizi açısından, orijinali bilmeyenler için ‘Sen Benim Her Şeyimsin’ demenin daha keyifli olacağının altını çizerek koyalım noktayı. İyi seyirler.
Anibal GÜLEROĞLU