Sahiplenme tutkusu insanoğlunun en büyük ego tatminlerinden… İster karşılıklı ilişkilerde, ister makam mevkide… Sürekli kendini gösterir ille de sahiplenme gayreti. Bu o denli güçlü bir olgu ki, nice zorlamayı da beraberinde getiriyor ne yazık ki. Herkese ve her şeye rağmen benim olmalı hırsıyla davranıp ‘Sen Benimsin’ diretmesine kalkışılınca, pek çok değeri yerle bir etmek kaçınılmaz tabii... Sonuç; bunaltıcı, hoşa gitmeyen bir tablo!
Öte yandan bu nahoşluğun sayısız tecrübeyle sabitliğine karşın, insanların sık sık ‘Sen Benimsin’ demekten, bu egoyla hareket etmekten vazgeçmedikleri de bir gerçek. Öyle ki bu büyük tutku sadece yaşamda değil, kurgu dünyasındaki karakterleri şekillendirmenin de temel taşı olarak her daim kullanılmakta. Hatta badireler atlatacak ilişkilerdeki aşkın gücünü hissettirmek üzere yaratılan senaryolara isim bile olmakta ‘Sen Benimsin’ dayatması.
Mesela orijinal adı ‘Tum Mere Ho’ olan 1990 Bollywood yapımı ‘Sen Benimsin’ filmi… Şahane müzikleri ve yılanlar eşliğinde gelişen çatışmacı içeriğiyle kendine has bir aşk yapımıydı. Ya da sen benimsin, bana aitsin anlamındaki ismiyle 2008 Kanada yapımı ‘You Belong to Me’… Onda da bu tutkunun gerilimle şekillenişini izlemiştik. 1969 Fransız yapımı, Alain Delon’un başrolündeki ‘La Piscine’ de polisiyeyi aşk üçgeniyle buluşturarak ‘Sen Benimsin’ dediğimiz yapımlardan… Kurguların kontrolcülüğünde ‘Sen Benimsin’ demenin en taze örneğiyse, FOX TV’nin yeni sezon siftahı ‘Sen Benimsin’.
SEMPATİKLİK, İNANDIRMAYA YETMİYOR
Genellikle romantik komedilerin veya yöresel işlerin tercih edildiği yaz hafifliğine farklı bir hava katmasını umarak izlemeye koyulduğum ‘Sen Benimsin’ dizisi için ilk sözüm, ‘Hayal kırıklığı’! Niye derseniz, ilk bölüm bu duyguyu hissettirecek detaylarla başta sona dolu.
Yoğun makyajı ve kıpkırmızı dudaklarıyla direksiyon sallarken çalan telefona uzanıp bir adama takla attırmanın ardından olağanüstü acemilikle gelişen kaza sonucu karpuzları çatlatarak arabasına da takla attıran kızın tepetaklak görüntüsüyle açılışını yapan ‘Sen Benimsin’, devamında ana ocağına dönen Ejder’le ailesinin çok çiğ duran masa başı aile saadetine tanıklık ettirdi. Gösterip çekilen bu zoraki planı, daha da inanırlıktan uzak bir sahne izledi. Konser öncesi sürekli aşağılanan piyanist Name, ‘Mükemmel değilsin. Yeteri kadar çalışmamışsın’ sözleriyle saçma sapan bir tablo çizen, annesine başkaldırıp kaçtı.
Biz, konser günü hangi aklı kıt kişinin böyle hakaret fırtınası estireceğini düşünürken kamera, bir karış topukları yüzünden basamakları zor inip kızına yetişemeyen annenden geçip, Ejder takıntısını dillendiren Elvan’ın ısrarcı ve yavan mı yavan sorgusunu getirdi önümüze.
Böylesi gidişattan bir şey çıkar mıydı? Aklımız çıkmaz dese bile, dakka bir gol bir, ruh haline kapılıp diziye haksızlık yapmamak için iyimserliğimizi koruyarak sabırla bekledik devamını. Belki bir etkileyici sürpriz yapılabilirdi, sergilenenler rayına oturabilirdi ileri aşamada.
Ama ne gezer. Her dizide mutlaka zengin bir erkeğin yoluna hayatını koyan uyanık fakir kız bulunduğundan, bu elde etme inatçılığına alışkın olan bizleri tatmin adına, Elvan’ın inandırıcılıktan uzak ‘Koyunlara girme’ muhabbetinden de bir şey çıkmadı.
Zaten o sırada hastane ortamındaki bol salçalı kazazedelere geçiliverdi. Meğersem az önce mutlu mesut yemek yerken izlediğimiz Ejder değil miymiş, anne zoruyla piyano çalıp arabaya takla attıran acemi Name kızın kurbanı… Aman ne sürpriz, ne sürprizzz… Yok aslında, hiç sürpriz. Biz hemen anlamıştık ya… Bu görüntülerin kaza öncesine ait olduğunu. Lakin asıl sürpriz, cümbür cemaat hastaneyi kahvehaneye çevirenlerin çıngarından sonrası…
Hoppaaa… Hastaneyi o absürtlükle bırakıp geçtik mi Bursa’ya… Geçtik ya la, bu kaza nerede olmuştu? İstanbul’daysa, Ejder yemeğini Bursa’daki evde yemişken nasıl gelmişti o ve ailesi bir çırpıda İstanbul’a? Aradan zaman mı geçmişti? Yoksa taklalar Bursa’da mı atılmıştı? Amannn… Neyse ne, bunlar ince detaylar. Gerekmez aktarmaya izleyiciye. Bursa yazılı yerden dönelim biz diziye… Ortam, klasik kız isteme. İstenen kız, Elvan. İsteyen de, yanlışı görülmeyen ve eli ekmek tutan Feyyaz. Ah ahhh… Çok çekeceğimiz var bu yaz.
Oradan oraya, zamandan zamana çorbaya çevrilen başlangıçlardan haz etmeyen izleyici için bu tablo yeter de artar bile. Kaçan kaçar, kalanlar içinse ‘Sen Benimsin’ demek hiç kolay değildir. Zira araba kullanırken telefona bakmamak gerektiğini vurgulamanın ötesinde hiçbir özelliği olmayan başlangıç birdenbire kaza havasından kasap havasına, yok pardon encik büncük aşk şamatasına dönüşür ve Ejder’in kalabalık ailesine imrenen Name ile numaracıktan gözlerini yuman Ejder arasında, bırakın romantikliği, komik bile olamayan bir garip doktorculuk oyunu başlar. Anlayacağınız hasta yatağında ayıklanan mercimek, süper hızla ve uçan balonlu, papatya taçlı garnitürler eşliğinde fırına verilir. Ohh… Afiyet olsun.
Kader ağlarını örerken 1 ay geçer. Ejder’in ciğeri elle yeme teşebbüsünü, ilaç kullandığı vurgulanarak ruh hastası yönü açığa çıkartılan Şefika’nın abartılı şirretliğini ve Kudret Soylu ile kızının önemini yansıtan senaryo ‘Ya sabır’ çektiren süreçte bir de büyük gaf yapar.
Elvan’ın ablasının ‘Seni bu halinle ancak Feyyaz kabul eder’ sözüyle, ‘bekâret’i evliliğin baş şartı haline getiren dizi, böylece hem bariz cinsiyetçilik yaparak kadın cinayetlerinin azıttığı günümüz hassasiyetiyle zıtlaşır … Hem de ölümüne âşık olan erkeğin bile sevdiği kadın bakire çıkmayınca gözünün yaşına bakmayacağı mantığını ve namus temizleme merakını perçinler.
Tüm bu izlediklerimiz arasında en hakiki etkileyiciliğe sahip objenin ‘beyaz at’ olduğu dizi, kocadan darbe yemiş annesinin hayallerini yaşamaktan bıkan Name ile Ejder’i alaminüt nikâhla cennete yelken açtırıp cehenneme yollarken, bize de yaşadığımız hayal kırıklığına hayıflanıp ‘Sempatiklik, inandırmaya yetmiyor’ eleştirisini yapmak düşer.
‘SEN BENİMSİN’ NEDEN SABIR TESTİNE DÖNÜŞTÜ?
İçeriğin başlangıç profilini böylece özetledik de… Peki, bu olumsuzluk niye gelişti? Survivor maceracısı Gökhan Keser’in çekiciliğini kullanma avantajına sahip olan… Ruhi Sarı, Güven Hokna gibi deneyimli isimlerle elini güçlendiren… Total izleyicisinin hoşuna gidecek bir konu yapısı sunan ‘Sen Benimsin’ nasıl oldu da tüm bunları sıfırlayıp sabır testine dönüştü?
Aynı gün devreye giren ve ‘Sen Benimsin’in karamsar konusuna karşı romantik komedisiyle izleyiciyi çekmeye soyunan ‘Kiralık Aşk’ın varlığı mı sebep oldu bu duruma? Şayet iki dizinin oranları arasında az fark olsaydı bu olasılık düşünülebilirdi. Ama ‘Sen Benimsin’ şu aşamada bir hayli geride. İki dizi arasındaki rekabette ‘Kiralık Aşk’ın daha erken başlaması, o başladığı anda FOX’un ‘Güldür Güldür’ jokerini devreye sokarak izleyiciyi rakip yapıma yönlendirmesi bir parça etki etmiştir kuşkusuz. Ancak bunun ötesinde asıl olay, dizinin kendi içinde.
Şöyle ki; Farklı eşlerden olan çocuklarla yaşanan üvey kardeşlik klişesi… Bebeklerin ana kucağından alınıp diğer kardeşe verilmesi… Kapıların mutlak dinlendiği konak içindeki dedikoducu ve dışlayıcı ortam… Şeytana pabucunu ters giydiren kadınların hemcinslerine düşmanlığı gibi detaylarla benzeri dizilerin atmosferini harmanlayarak, toplumun temelini oluşturan ailelerin deformasyonunu bir kez daha hatırlatan ‘Sen Benimsin’in ana olayı, yapımda yer alanların yaptıkları işin kalıcılığına inanmamaları! Bu durum her sahnede hissettiriyor kendini. Bakışlar, duruşlar, konuşmalar… Hepsi koskoca bir boşluk. Ne Ejder ile Name’nin yıldırım nikâha götüren aşkının gücünü yakalıyorsunuz… Ne karaçalılığını baştan belli eden Elmas’ın ölüm korkusunu hissediyorsunuz… Ne de hapçı anneler kategorisinden yerini alan Bereket’in konağındaki ortamın özüyle bütünleşebiliyorsunuz. Çünkü mercimek sever Tahir çocuk üstünden yürürse iş yapar mı diye düşündüren ve ekstra tat sunamayan dizideki her şey vazife babında, metazori bir üslupla akıyor. Hani ‘Bitse de gitsek’ misali.
Başta işaret ettiğimiz gibi ‘Sen Benimsin’ sözü tutkunun ifadesidir. Daha doğrusu öyle olmalıdır. Ancak bu dizinin yansımasında tutkudan eser yok. Sanırsınız sadece yaz dizisi olmak için yola çıkılmış. Birkaç ay ekranda kalmak bize yeter havası hâkim yapıma. Oysa pek çok örnekle gördük ki yaz ayında yapılan iyi bir başlangıç kışa uzanan yolun anahtarı.
Sonuçta; Şayet amaç yazla birlikte noktalanmaksa, hiç merak edilmesin. Bursa-İstanbul arası araba yolculuklarıyla benzin tüketimini teşvike de katkıda bulunan dizi, sadece yaz sezonunu doldurmaya niyetlense bile bu başlangıçla onu bile biraz zor gerçekleştirir. Yok, eğer amaç ‘iyi bir iş’ çıkartmaksa henüz yol yakınken acilen silkinip kendine gelmeli. Emeğe yazık ne de olsa!
Anibal GÜLEROĞLU