Senarist isyanı işe yarar mı?

Ne yazık ki çoğu isyan ya koskoca bir duyarsızlık duvarına tosluyor ya da düzene karşı ayaklanma sayılıp sesi kesiliveriyor.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

‘Baş kaldırma, kafaya yakındır. Ayaklanma, mideye’ diyen Victor Hugo bu sözüyle açlığın ayaklanmalar doğuracağını; isyanlarınsa daha düşünsel bir yönü olduğunu vurgulamış. İnsanların akılla bağdaşmayan durumlara, kişileri zora sokan haksızlıklara karşı ne çok isyanı oluyor değil mi? Ne yazık ki çoğu isyan ya koskoca bir duyarsızlık duvarına tosluyor ya da düzene karşı ayaklanma sayılıp sesi kesiliveriyor. Lakin yaşamın bu baskılayıcı gerçeğine suskunlukla boyun eğmek de hata. Dolayısıyla Franz Kafka’nın ‘İsyan etmemiz gereken yerde susma günahını, insanlardan korkanlar yaratır’ sözüyle işaret ettiği korkaklık durumuna düşmemek ve susma günahını işlememek için yanlışlara mim koyup ses yükseltmek gerek.

Nitekim dizi sektörünün günah keçisi diyebileceğimiz… İzleyici eleştirisiyle, yapımcı direktifleri arasında sıkışan senaristler seslerini duyurmak için isyan bayrağını açmış bulunmakta. Uzun süreli yapımlara konu bulmak için türlü anlamsızlıklar sergilemek durumunda kalan, bölümleri doldurabilmek adına en basit konuyu dahi sündürürken el mahkûm içeriklerin mantığını sulandıran senaristler bir kez daha #YerliDiziYersizUzun diyerek dikkatleri bu konuya çekmeye çabalamakta. Peki, bu isyan işe yarar mı?

SENARİSTLERİN ŞİKÂYETİNİ DUYAN VAR MI?

#YerliDiziYersizUzun isyanı yerinde ama yeni olmayan bir tepki! Dizi sürelerinin uzunluğu yanılmıyorsam 2010 yılından bu yana gündemde. ‘Setlerde ölmek istemiyoruz’ denilerek çıkılan yolda meydanlarda toplanılmış, yoğun tempodan isyan eden Senaryo Yazarları Derneği (SEN-DER) ve Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen) adına defalarca açıklamalar yapılmıştı. Üstelik ara ara televizyon programlarında da ele alınan bu şikâyetler 90 dakikaya uzayan sürelere yönelikti ve bölümlerin 45 dakikaya çekilmesi isteniyordu. Ancak bu isyanın işe yaraması için öncelikle senaristlerin ve sektörün içinde birliğe, ardından da şikâyetleri duyan kulaklara ihtiyaç vardı. Kanalların rant kavgası uğruna sektörün kölelik düzenine sokulduğu; dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bu durumun dizi sürelerinin reklam dahil en fazla 60 dakikayla sınırlandırılması gereğini doğurduğu şeklinde yapılan beyanların neticesinde ne oldu? Bu haklı isyankârlığı duyan çıktı mı?

Durum meydanda. Dizilerin, senarist ve set çalışanlarının şikâyetine konu olan, 90 dakikalık süreleri günümüzde 140 dakikaya dayanmış-aşmış durumda. Yani sistemin bir an önce değiştirilmesini isteyenler, sorunun çözümü bir yana daha beterine düştüler. Aradan geçen yıllar zarfında daha da artan reklam pastasından pay kapma kavgasıyla genleştikçe genleşen dizi süreleri, senaristlerin şikâyetini ciddiye alıp duyan olmadığı gerçeğini koydu ortaya.

Ancak şikâyetlere kulak tıkamakla, şikâyet konusu olumsuzluğu ve insanlardaki mutsuzluğu ortadan kaldıramazsınız. Nitekim gelinen noktada senaristler bir kez daha seslerini yükseltmekte. İçine düştükleri durumdan kaynaklanan mutsuzluklarını vurgulayıp ‘Dizi sürelerinin kısalmasının, Türkiye dizi sektöründe çalışan her birim ve her birey için, daha insani şartlarda yazmak, üretmek, çekmek, oynamak ve daha evrensel, daha kaliteli işler yapabilmek için hayati olduğunun altını çizerek’ şeklindeki beyanla, 60 dakikadan uzun süreli dizi yazmamak üzere, 97 imzalı isyan bayrağını açtılar. Türkiye dizi sektörünün intihara sürüklenmemesi için yaratılan bu güç birliğinin sesini duyan olacak mı; mevcut düzenden taviz verilecek mi derseniz… Bu noktada bildirilerden, isyanlardan daha farklı etkenler giriyor devreye. Neler olduklarına bakalım.

DİZİ SÜRELERİNİN KISALMASI ZOR ÇÜNKÜ…

Bitmiş ve halen yayında olan dizilerin ünlü kalemlerinin ‘Güç birliği oluşturduğumuzu ve görmezden gelinemeyecek, gözden çıkarılamayacak bir çoğunluğa ulaşmak için çalıştığımızı sektöre ve kamuoyuna ilan etmek isteriz’ diyerek yaptıkları duyurunun amacına ulaşması için öncelikle sektörü bu aşamaya getiren sebeplerin derinliğine inmek lazım. Dizi sürelerinin kısalmasını zorlaştıran bu etkenleri en kestirmeden sıralayacak olursak…

-Yapımcıların kadrolu yazım ekibine yönelme ihtimali

Senaristler dernek çatısı altında birleşip şartlara isyan ededursun, bu hareketin başarılı olması için en başta alternatiflerinin bulunmaması şart! Yani yapımcıların, greve karşı lokavt bayrağı açan işveren pozisyonunu yaratmasına kim engel olabilir? Kaldı ki burada işçilerin güvencesi olan şartlar da mevcut değil. Bu halde yapımcılar rahatlıkla baş kaldıranları dışlayıp kendi yazım ekiplerini oluşturma yoluna yönelebilir. Zaten hâlihazırda bu durum bir şeklide yaşanmakta… Sürekli aynı isimlerin yarattığı senaryoları izlemiyor muyuz? Herhangi birinin senaryosu, çok güzel olsa dahi, yapımcıya ulaşıp dizileşebiliyor mu? Maalesef hayır.

Kısacası, hâlihazırda belli isimlerle çalışma düzeni kuran yapımcılar bunlar isyan bayrağı açtığında durumu tersine çeviriverir. Yepyeni ve kendini göstermek için fırsat bekleyen yazarlar bünyeye alınır. Tıpkı reklam şirketlerinde olduğu gibi patronun isteği doğrultusunda iş üreten kadrolu yazım ekipleri oluşturulur. Esasen bu seçenek yapımcılara mali açıdan daha avantaj sağlar. Ünlülerin aldıkları ücretin gerisinde senaryo ürettirebilirler çünkü. Hani eski işçisini çıkartıp yenisini alarak daha ucuza mal eden işletmeler misali… Bu da demektir ki, ısmarlama iş üretecek senarist bulmak hiç sorun olmadığından yapımcı isyanı takmaz!

-Senaryoların özellik taşımaması

Yapımcıların, uzun süreli dizi yazmak istemeyen senaristlere alternatif bulmakta zorlanmayacağı gerçeğinde sürelerin kısalmasını güçleştiren bir diğer etken, ekranda yer bulan dizilerin senaryolarının özellik taşımaması, yetenek isteyen yaratıcılığa sahip olmaması! Yani içerikler o denli birbirinin eşi öğelerle dolu ki, benzerlerini yapmak için üstün kabiliyete ihtiyaç yok. Replikleriyle bile tıpkılaşan yapımları bu konuda bir parça eğitim gören biri rahatlıkla kaleme alabilir. Özgünlüğe değer veren yok nasılsa.

Ne yazık ki ülkemizde senaryoların asıl olayının ‘öykü’ olduğu gerçeği bu mantıkla oldukça ötelendi. Hele uyarlamalara gösterilen ilgi, öykü yaratıcılığını hepten sıfırladı. Bu nedenledir ki, mahalle-aile-aşk üçgeni kıskacına takılıp kalınmanın ötesine geçilemiyor. Şimdilerde asker ve vatanseverlik üstüne öyküler türetilmeye başlandı. Ama bunların da üstün senaryo ürünü olduklarını söylemek imkânsız. Dizilerin yaratıcılık gerektiren senaryolar ve öykü noktasında dibe vurup ‘Kim olsa yapar’ kıvamına gelmesinde muhakkak ki yapımların maliyet ayağının da etkisi büyük. Külfetli diziler yapmaktansa, ağır tempolu klişelerle bir şeyler kotarmak daha avantajlı görülüyor. Ne yani, bu düşünsel kolaycılığa alışılmışken süreler 60 dakikaya çekilse daha geniş ufku olan ve masraf gerektiren kurgular mı yaratılacak? Keşke de… Nerde?

-Başrollerin ücret kaygısı

Dizilerin sürelerinin kısalmasını talep ederken düşünülmesi gereken unsurlardan biri de başrollerin ücretleri olmalı! Şimdiki halde aldıkları rakamları kısa süreli dizilerde elde edebilecekler mi? Kanal daha az reklamlı işe büyük para ödemeyeceğine göre yapımcı da kaşeleri düşürecek. Bu aşamada kanalın süre azlığından dolayı kaybedeceği reklam gelirini, reklam ücretlerine zam yapıp kapatabileceğini düşünmeyi bir tarafa bırakalım. Çünkü reklam verenlerin hem seçenekleri çok, hem de işin ekonomik zorluk boyutu var. Yani oyuncuya 60 dakikalık dizi için şimdi aldığı rakamların verilmesi güç. Bu durumda sahneleri belli olan başroller maddi kayıp yaşamak ister mi? Belki aralarından buna gönüllü olan çıkabilir ama çoğunluk uzun dizi durumundan şikâyet etse bile bunu, gelir kaybı yaşamak pahasına fiiliyata dökmek istemeyecektir. Bu nedenle senaristlere destek çıkmaları etkisiz eleman niteliğinde.

-İzleyici algısının basit diziden yana olması

Özel üniversiteler, atölyeler derken ortalığın kum gibi sinema ve dizi elemanı kaynadığı gerçeğinde yapımcılar için mevcut düzeni sürdürecek taze kan bulmak hiç sorun değilken, dizi sürelerini belirleyen bir başka etken de izleyici algısı!

Eğri oturup doğru konuşalım. İzleyici şayet bu sürelerden ve içi boş öykülerin lastik gibi uzatılmasından gerçekten şikâyetçi olsaydı yapımlar 60 dakikadan 90’a, oradan da 140’lara varır mıydı? Dahası sürekli verilen tekrarları da böylesine izlenir miydi? Düşünüyorum da İvedik filmlerinin, Hababam Sınıfı’nın, Kemal Sunal yapımlarının defalarca yayınlandığı halde halen hatırı sayılır oranda izleyici bulduğu ekranımızda acaba gerçekten kaliteli ve farklı olan işlere ne oranda ilgi gösterilmiş? Mesela ciddi bir konuyu ana fikir yapıp gençlere ve ailelere seslenen ‘Umuda Kelepçe Vurulmaz’ niye ekranda uzun ömürlü olamadı? Ya da 60 dakika alışkanlığını sağlamayı hedefleyerek yola koyulan ‘46 Yok Olan’ neden 13 bölümde yok oldu? Keza Nurgül Yeşilçay’ın başrolünde olduğu ‘Bebek İşi’nin 30 dakikalık bölüm sevdasının devamı niçin getirilemedi? Çünkü bu formüller tutmadı, tutamadı.

Tüm bu soruların cevabını sadece kanalların rant merakında aramak hata olur. Zira izleyicinin kısa süreli yapımlara teveccüh göstermediği meydanda. Açıkçası Amerikan veya İngiliz dizilerinin akla hitap eden kaliteli içeriklerinden ziyade Latin aleminin iç bayan tempolarını ve dandik öykülerinin gündelik yaşam akışındaki ilerleyişini izleye izleye dizi alışkanlığı geliştirip bugünlere gelen izleyicimizin basit seyir algısı, mevcut dizi tablosunu doğurdu. Adam gibi işlenmiş dizilerin ömürleri kısa olurken ağalı-töreli, sürekli aynı konu etrafında dönüp duran yapımların baş tacı edilmesi de bundan. Reklam pastasına aç kurt gibi dalmak için köşe bekleyen kanallar ve onların suyuna giden yapımcılar da bu ilgiyi süreleri uzatarak değerlendirmekte. İzleyici kitlesi değişmediğine göre dizicilikteki olay bundan ibaret.

SONUÇTA DİYECEĞİM O Kİ; #YerliDiziYersizUzun isyanı yapımcıların daha da uzun diziler üretme isteğinin önüne geçmek ve senaristlerin sesini duyurmak adına yol olsa dahi bundan kalıcı çözüm beklemek bir parça hayalcilik. En azından şimdilik! Çünkü devlet televizyonu gibi gelir kaynağı bulunmayıp ayakta kalmak için reklam getirisine ihtiyaç duyan özel yayıncılık düzeninde yapımcılar da uzun süreli dizilerle kanalların bu beklentisini karşılamak durumunda. Bunun yegâne çaresi, senaristin yapımcı olması ve kanala uzun sürede elde edeceği reklam gelirini 60 dakikada sağlamayı vaat edebilmesi denebilir belki ama… Senarist yapımcıların da aynı tempoda ısrarcı olduğunu örneklerle görüyoruz. Ayrıca ekonomik darboğazın her geçen gün daha fazla hissedildiği, işsizliğin arttığı ve internetin reklam pastasını böldüğü günümüz şartlarında bunu gerçekleştirmek de her babayiğidin harcı değil.

Velhasıl senarist isyanı bir kez daha saman alevi gibi parlayıp sönmeye mahkûm görünüyor… Meğerki aklılarda ‘Senaryo yazımı için de Ali olmazsa Veli, Veli olmazsa deli bulunur nasılsa’ fikri olduğu ve izleyicinin klişelerle-sloganlarla oyalanması iş yaptığı sürece! Balığın baştan koktuğu, sistemin baştan hatalı kurulduğu yerde acı gerçek bu.

Anibal GÜLEROĞLU

[email protected]

www.twitter.com/guleranibal