Ağız’ şartsa sevdaluğumuz doğrudan yana!
Anadolu insanlarının yaşamları üstüne yöresel işlerin tadını alan yapımcılarımız, hem sinemada hem de televizyonda doludizgin bunu işliyorlar. Öyle ki, gemi azıya almaya başlayan bölgesel ağız sevdaluğu yüzünden, artık neredeyse şöyle tam anlamıyla doğru düzgün Türkçe duyamaz hale geleceğiz yakında.
Filminden dizisine, önünde sonunda bir ağız mutlak çıkıyor karşımıza. Kimi Rumeli ağzını tercih ediyor, kimi Ege’yi… Kimisi de ‘Düğün Dernek’te olduğu gibi Sivas ağzını kullanarak sempati topluyor. Ama en çok karşımıza çıkartılan türleri, Karadeniz ve Doğu ağızları… Konu itibariyle de buralardaki insan yaşamları daha çok ilgi çektiğinden olsa gerek, hemen her yapımda bir iki tane böyle konuşan karakter mutlaka bulunduruluyor. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de yabancı kadınların bozuk aksanlı Türkçelerine sevdaluğumuz var .
ŞART MİDUR?
Her şeyin azı karar, çoğu zarar sözünü edenlerin kulaklarını sürekli çınlatırcasına sergilenen bu abartı hani hakkı verilerek yapılsa, her köşesinde ayrı cevher olan ülkemizin gerçeğidir, mantığıyla hoş karşılayacağız. Ama ağız yapmaya girişen daha doğrusu yapmak zorunda kalan oyuncuların dilinde yöresel konuşmalar fütursuzca katledilince, ne mümkün hoş görmek?
Ağzı olan nasıl konuşuyorsa, ‘ağız yapıyorum’ diyen de hiç tereddüt etmeden cesurca diziliyor ekrana. Peki, kaş yapayım derken göz çıkartırcasına dili böyle rencide etmek şart midur?
Bana kalsa şart değildir ve bir işin hakkını vermeden yapmamak gerekir. Lakin şiveyle ağzı karıştırmanın önemsenmediği yerde, yöresel takılma modasının gereği ‘şart’ olarak görülüyor ki, önüne gelen ‘ağız’ yapmaya soyunuyor. Hem de nasıl rahatsızlık vererek!
Dişlerini kilitleyerek veya ağızlarını eğip bükerek sözcükleri seslendirme biçimini değiştirmek için ter dökenlerin kulak tırmalayan konuşmalarına odaklanmaktan, konuya da yeterince adapte olamıyor insan.
Tabi bir de ağız yapacağız ayağına normalden daha da yüksek ses çıkartılıyor ki, manzara evlere şenlik bir cümbüş. Ekrandakiler konuşuyor mu sürekli birbirleriyle dalaşıyor mu anlayana aşk olsun.
NEDEN BU YOZLAŞMAYA GÖZ YUMULUYOR?
Eskiden sahne sanatlarında ve sinema yapımlarında da Arnavut, Laz, Ermeni, Rum gibi farklı karakterler kullanılırmış ama bir onlara bakın bir de şimdikilere. Onlardaki özgünlük ve zarafetten eser yok. Yeni nesil şiveciler mi desem ağızcılar mı, kendilerince bir konuşma tarzı tutturmuşlar, avaz avaz bunu haykırıyorlar. Gerçeklerini tarihin sayfalarına gömercesine!
Hangi diziye, hangi oyuncuya bakarsanız bakın aynı türde yayvan vurgulamalar; bir garip ses boğumlamaları. Gerçeklikten uzaklıkları bir yana üstelik oyuncuların ağızlarına da hiç yakışmıyor. Zaten bozuk olan ağız, hele bir de bolca kaydırılınca vah bizim kulaklarımıza.
Taze örnek, ‘Sevdaluk’! Özellikle de kadın karakterler daha ilk bölümden rahatsızlık verdiler. Aynı olumsuzluk ‘Benim İçin Üzülme’ dizisinde de baştan beri yaşanıyor. Bir hara huradır gidiyor.
Bakıyorum çevremdekilere. Kaç tane Karadenizli ve Doğulu arkadaşım var. Hiçbiri de bu dizilerdeki gibi konuşmuyorlar.
O halde neden ekrandan ha bire bize bu saçma sapan kelime telaffuzları dinletiliyor? O yörelerdeki insanları küçülterek karikatürize eden bu abartı niye?
Yönetmenler ne diye bu saçmalığa alet oluyor? Dil bilimcilerimiz nasıl oluyor da dilimizdeki renkleri bozan bu yanlışlığa göz yumuyor?
Olayı, kurgunun ötesine taşıyan bu yozlaşmanın kabul görmesine bir türlü aklım ermiyor.
AĞIZLA TİPLEME UYUMSUZLUĞU…
Bu çapaçul mantıkta bir de yapımlardaki karakterlerin görsel tipleriyle, taklidini yaptıkları ağızların hiç bağdaşmama durumu var.
Bu noktada da eskilere bakıyorsunuz… Oradaki adam veya kadının tipi, taklidini yaptığı bölgenin konuşma tarzıyla gayet uyumlu. Yani oyuncu konuşmasa bile, çoğu canlandırmada kimin hangi bölgenin insanı olduğunu kolayca anlayabilirsiniz.
Şimdiye geliyoruz… Bakıyoruz, böyle bir uyum özeninden eser yok. Canlandırılan yörelerdeki insan tipleri nerde, bu karakteri huzura getiren oyuncunun yansıttığı tablo nerde… Sanırsınız moda dergilerinden fırlamışlar da o bölgeye ışınlanmışlar.
Daha çok da genç kadın karakterlerde bu dengesizlik göze çarpmakta. Eskileri yine daha bir özenli davranıyor.
Misal, bir oyuncu Doğulu kızı oynarken de aynı, İstanbulluyu veya Karadenizliyi oynarken de! Yarım yamalak yapmaya çabaladığı ağız farkı dışında sunduğu tipte bir gıdım fark yok.
Hani ağzını açmasa Doğulu mu, Karadenizli mi yoksa Batılı mı mümkünü yok anlamayacağız. Çoğu kez ‘Keşke ağzını hiç açmasa’ dediğimiz de oluyor ya neyse…
Diyeceğim o ki, bölgelere dair yapımlarda oynayacakların da o yöre insanının görselliğiyle uyuşması lazım. Geçmişten bir örnek vermek gerekirse ben, Sabahattin Ali’nin şiirlerini okuyan Fikret Kuşkan’ı, güzel oynasa dahi, ‘Hayat Devam Ediyor’daki İsmail Bakırcı rolüyle hiç bağdaştıramamıştım.
Sonuçta; Ilgıt ılgıt Anadolu insanlarından höykür höykür ağızlar türetip ‘şive yapıyoruz’ bilmişliğiyle yalan yanlış karşımıza çıkartılan yapımlar, hem öğreti hem dinleti hem de izleti bakımından fazlasıyla rahatsız edici bilesiniz.
‘Ağız’ şartsa sevdaluğumuz, ağızları bozmayan doğrudan yana!
Anibal GÜLEROĞLU
[email protected]
www.twitter.com/guleranibal