‘Hayatın çeşitli güçIükIerine karşı üç şey hediye edilmiştir; ümit, uyku ve gülmek’ demiş Kant… Ümit, fakirin ekmeği olduğundan, bizde bolca mevcut zaten. Uyku deseniz, topluca çeçe sineği tarafından ısırılıp uyku hastalığına yakalanmışçasına, ayakta uyuyoruz.
Geriye gülmek kalıyor ki, espri niyetine küfürlere gülenler için ağlanacak hallere gülmek de hiç sorun değil. Yani ilk bakışta, hayatın güçlükleri bize vız gelir, modundayız. Lakin bugünden yarına her şeyin jet hızıyla değiştiği, kafaların karıştığı, doğruyla yanlışın birbirine dolandığı vakitlerde olduğumuz da kesin. Böylesi zamanlarda medyada yol almak, gündem yaratmak zordur. Çünkü hata yapmak kaygısı biner omuzlara.
Nasıl ki; aynı konuları temcit pilavı gibi önümüze getirerek beyinlerimizi şişiren, kamuyu bilinçlendirecek özel haberlerin ve farklı görüşlerin neredeyse sıfırlandığı, özgür ve özgün yorumculuğun tadının pek kalmadığı, zap yapınca dahi birinin bıraktığı yerden diğerinin devam ettiği haber anlayışına mecbur kılınmamız… İçeriklerin, siyah beyazlaşırken cesur ve güzellikten uzaklaştığı tek tip klişelerle oyalanmamız da bu kaygının sonucu.
En ciddi denilen yayın organlarının bile kopyala yapıştır metinlerin dışında ağırlıklı olarak dizi haberlerine, oyuncuların özel hayatlarına ve kaprislerine meyledip gündemi bunlarla doldurması da aynı sebepten kaynaklanmakta. Öyle ya, madem araştırmacı gazetecilik-özgün medya bitmiş… Madem çok sesliliği baskılarcasına her durumdan bir bit yeniği aranır hale gelinmiş… O vakit suya sabuna dokunmamanın en basit yolu magazine, dizi dünyasına ağırlık vermek!
Hal böyle olunca, iki seçeneği de beğenmeyip ‘Beni bu senaryolarla sete sokamazsınız’ dediği iddia edilen Kenan İmirzalıoğlu’nun yarattığı haber boşluğuna karşılık, ‘Siyah Beyaz olmadı, Cesur ve Güzel verelim’ tarzı mantıkla ekrana çıkmaya hazırlanarak magazinin malzeme iştahını kabartan Kıvanç Tatlıtuğ-Tuba Büyüküstün ikilisinin yeni dizisi de medya için bulunmaz nimet. Başımız kel olmadığına göre bizim de bu nimetten faydalanmak hakkımız tabii… Dolayısıyla bugünkü yazıda ‘Cesur ve Güzel’e değinmek istedim. Ama oyuncularının magazin popülaritesinden kaynaklanan yönünden ziyade, oluşumuyla ele alarak.
‘CESUR VE GÜZEL’ NE KADAR ORİJİNAL OLACAK?
Yaz başından bu yana Kıvanç Tatlıtuğ’un yeni sezonda ekranlarda olacağı haberini evire çevire veren medya, dizi olarak da ‘Siyah beyaz’ı işaret etmişti malumunuz. O an itibariyle de rahmetli Tuncel Kurtiz’in Nejat İşler, Şevval Sam, Erkan Can ve Taner Birsel’le birlikte rol aldığı 2010 yapımı ‘Siyah Beyaz’ filmi aklıma gelivermişti. Bu benzerliği ‘İsim bulamamışlar zahir’ diye yorumlarken, ‘Ferhat ile Şirin’den esinlenildiği söylentileriyle medyaya düşen içeriğin tanıtımına baktığımda daha başka bir çağrışım çıkmıştı ortaya.
Kıvanç Tatlıtuğ, Başkan denilen ve Haluk Bilginer’e yakıştırılan karakterin küçük yaştan himayesine alıp oğlu gibi yetiştirdiği Ferhat’ı canlandıracaktı. Kendisini yetiştiren Başkan için çalışan ve olayın ‘siyah’ tarafı olan Ferhat, tesadüf sonucu cafe işleten Şirin’le(Tuba Büyüküstün) karşılaşacaktı ki, bu naif hatun da işin ‘beyaz’ kanadıydı. Böylece ‘Siyah Beyaz’ ismini tamamlayan dizi, izleyicisine acı ve imkânsızlık üstüne bir aşk öyküsü anlatacaktı. Bu karakter yapılanmasının ve konu çerçevesinin bende uyandırdığı algı, dizinin ‘Gecenin Kraliçesi’ havasında varlık göstereceği yönündeydi. Tabii benimkisi sadece bir ilk intibaaydı hepsi bu. Öte yandan ‘siyah’ tutkusunu aynı temel üstünde farklı biçimlerde tezahür ettiren kalemlerin ‘Karadayı’ ve ‘Kara Para Aşk’ta da aile büyüklerinin yarattığı kötülükle mücadele durumunda kalan çiftlerin zorlu aşklarını işledikleri bir gerçekti. Dolayısıyla benzerlikleri normal karşılayıp asıl sözü, dizinin yayın sonrasına bırakmak lazımdı. Bıraktık da…
Sonra bir baktık Ekim’de ekranda olacağı belirtilip senaryo revizyonlarıyla sıkça gündeme gelen ‘Siyah Beyaz’, başka oyuncularla sezon ortasında çekilmek kaydı ve yazarların ‘senaryo yazımını sürdürme’ gerekçesiyle erteleniverdi. Artık bu erteleme nereye kadar uzar, mafyatik yapı değişir mi, içerikle kimyası uyuşan oyuncular kim olur? Şayet proje toptan tozlu raflara kalkmazsa, göreceğiz hep birlikte. Buna karşılık takvim farklılığını gidermek ve Kıvanç Tatlıtuğ ile Tuba Büyüküstün’ü yeni sezonda ekranda var edebilmek için Ay Yapım’ın yedekte duran Ece Yörenç imzalı ‘Cesur ve Güzel’in devreye sokulması da orta yerde. Her iki oyuncu tarafından sevildiği söylenen projeye ‘Hayırlı olsun’ diyelim de… Açığa çıkan ve aklımıza takılan noktalara değinmeden de geçmeyelim. Hani yeni projeye ön uyarı babında!
Öncelikle üstünde durmak istediğim ayrıntı, ‘Cesur ve Güzel’in ne kadar orijinal olacağı hususu… Bu noktada ilk golü isminden yiyor. 1987’de Amerika’da yayınlanmaya başlayan ve ülkemizde de neredeyse dolaşmadık kanal bırakmayan bitmez tükenmez ‘Cesur ve Güzel’i bilmeyen var mı? O halde aynı ismi kullanmak niye? Uyarlama senaryolara dadanılmasını geçtik, orijinal bir dizi ismi bulmaktan da mı aciz kaldık? Yaratıcılık bu kadar mı dibe vurdu? Yoksa bir ihtimal, nesilden nesle aktarılan diziye dönüşen Amerikan işi ‘The Bold and The Beautiful’ın ismini alarak ilgi çekme ve onun uzun ömürlülüğünden nasiplenme hedefi güdülmüş olabilir mi? Gerekçe her ne olursa olsun, eserlere orijinalite katan ‘isim-başlık’ benzeşmesi yanlış diyorum. Sinemada da aynısı yapılıyor ne yazık ki.
Kıvanç Tatlıtuğ ile Tuba Büyüküstün’ü buluşturmasını beklediğimiz Ay Yapım imzalı ‘Cesur ve Güzel’in orijinalitesini zedelemesi muhtemel olan diğer detay, öyküsü! Medyadan yansıyan öykü özetine bakıyoruz… Büyük şehri bırakıp kırsala giden ve gizemli haliyle kasabada merak uyandıran Cesur orada Süphan’la karşılaşacak ve aralarında aşk başlayacakmış. Ancak iki gencin babaları arasında geçmişten gelen kapanmamış bir hesap varmış ve zaman içinde Cesur’un kasabaya neden geldiğinin anlaşılmasıyla gerçekler açığa çıkıp aşk gölgelenecekmiş.
Şimdi şayet öykü gerçekten de bu temele dayalı olacaksa, tıpkı ‘Siyah beyaz’daki gibi anında geçmişlerden bir çağrışım oluşuyor zihnimizde… Ki o da, Tomris Giritlioğlu’nun emeğiyle şekillenen ve senaryosu Ayhan Sonyürek’e ait olan dönem dizisi ‘Her Şeye Rağmen’! Benim gözümde ekranın harcanmış işlerinden olan 2011 yapımı ‘Her Şeye Rağmen’de de Mehmet karakteri bir kasabaya gelip gizemli hava estiriyordu ortalıkta ve babasının ölümüne sebep olan adamın kızı Leyla’ya âşık oluyordu. Böylece Mehmet kendisini o kasabaya getiren sebeple aşkı arasında kalıyordu. ‘Ha Ali Veli, ha Veli Ali’ durumu olmasın diye… Hatırlamayanlara hatırlatalım dedik.
Muhakkak ki bu hatırlatmanın asıl derinliği, ismi ve öykü tabanıyla çağrışımlar yaratan… Senaryo-oyuncu paslaşmasından doğan son dakika golüyle sahada yerini alan ‘Cesur ve Güzel’in ekrana çıkmasından sonra daha netleşecek. Şu an için sadece ilk izlenimle oluşan bir saptama mahiyetinde. Yanı sıra şimdilerde revaçta olduğu üzere, yabancı yapımlardan esinlenme-uyarlanma biçimiyle yola çıkıp ilerledikçe kendi tarzını yaratma ihtimali de mevcut. Hani ABD yapımı ‘Zengin ve Yoksul’ misali başlayıp yerli malı öyküye dönüşen ‘Kuzey Güney’de olduğu gibi! Ayrıca popüler oyuncuların yer aldığı dizilerde, senaryoların zırt pırt değişme alışkanlığını da hesaba katmak lazım. Hem belli mi olur… ‘Bardakla dudak arasında çok mesafe var’ sözüne gülüp bardağındaki üzüm suyunu içemeden ölen kralın kıssadan hissesinde olduğu gibi, bir bakmışsınız içeriğinden ziyade Kıvanç Tatlıtuğ ve Tuba Büyüküstün isimleriyle ön plana çıkartılıp orijinalliği konusunda soru işaretleri yaratan ‘Cesur ve Güzel’ de beklentileri boşa çıkartmış.
Sonuçta; ‘Siyah Beyaz olmadı, Cesur ve Güzel verelim’ tarzı gelişen yeni dizi macerasında her ne kadar açıklamalar yapılsa bile gerçek şu ki dizi, motor diyene kadar durum muallâkta. Büyük rakamlar alan ünlülerin seçiciliği ve geçmişin hüsranlı deneyimleri söz konusu olduğunda her an her şey olabilir neticede.
Dahası ‘Birçok şeye birden başlayan kimse pek azını bitirir’ diyen İngiliz atasözünü doğrulamak istercesine var gücüyle uğraşan seri üretimci dizi sektörümüzde daldan dala konulduğu; hemen her yapımın altından ya bir uyarlama ya da bir esinlenme çıktığı da malum. Umarım yanılırım da ‘Cesur ve Güzel’, isminin ötesinde tamamen kendine özgü yol haritasına sahip mantıklı, gerçekçi ve ilgi çekici bir içerikle sağ salim çıkar karşımıza. Aksi takdirde en gözde oyuncu dahi olsa, istediği enerjiyi yakalayamayan izleyicinin tavrı örneklerle sabit. Dolayısıyla geçtiğimiz sezon aynı hataya düşerek öyküyü arka plana atıp Meryem Uzerli ve Murat Yıldırım ikilisinin üstüne yatırım yapan ‘Gecenin Kraliçesi’nin umduğunu bulamayışı bu noktada güzel bir örnek olarak akılda tutulsun derim. Yani her durumda ‘senaryo’ önemli arkadaş!
Temennimiz, ciddi emek verilen her işin başarısından, kaprissiz bir sezondan ve orijinallikten yana. Bol şans…
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal