‘Milletin hayatı tehlikeye girmedikçe harp bir cinayettir’ demiş ulu önder Mustafa Kemal Atatürk. Ancak bilim ve teknolojide yaşanan gelişmeler sayesinde ölümcül silahlarına sürekli yenilerini ekleyen insanlık, günümüzde bu cinayeti alabildiğine işlemekte… Üstelik başka ülkelerin iç işlerine karışıp çıkar elde etme peşine düşenlerin, özgürlük getirme vaatleriyle parlattıkları, savaş oyunlarının sözde kahramanlık tablolarıyla! Ne acıdır ki, ırk-din-mezhep ayrımcılığıyla ve sömürme iştahıyla dolu bu savaş seviciliğinden geriye kalan tek gerçek, medyada sık sık yer bulan savaş çocuklarının yürek burkan profilleri olmakta. Tabii bir de insanlığı ayrıştırarak savaşçılığa geçit veren müthiş akıl tutulması.
Oysa tarih boyu ırkçılığın ve cinsiyetçi yaklaşımların olmadığı bir dünya hayal edilmiş, insanı ayrımcılıktan uzak bakış açısıyla değerlendiren barış sevdalılarınca. Nasıl ki sinema dünyası da bu fikri yaymak için sıkça kullanılmış. Kimi, sansür baskıcılığından çekinerek, barışa yönelik fikirlerini doğrudan anlatmak yerine simgeselliği tercih etmiş… Kimisi de düz anlatımla savaş ve barış ikilemini irdeleyerek kötülük-iyilik kavramını işlemiş. Bu arada savaşa ve ayrımcılığa karşı duruş sergilerken riyakârlığa düşenler de olmuş muhakkak. Öyle veya böyle neticede hepsinin ortak noktası, kurguları gerçek yaşamla özdeşleştirip insanların dünyada ve çevrelerinde olan bitene karşı takındıkları umursamazlığı kırabilecek bir etki yaratmak.
İşte biz de bu amaçla dizi film olarak doğup animasyon ve sinema versiyonlarıyla da hayli ilgi gören… ‘Birleşmiş Gezegenler Federasyonu’yla günümüz dünyasının kargaşa ortamına güzel bir alternatif sunan ‘Star Trek’ serisinin ‘Sonsuzluk’ filmini yorumlayalım dedik. Ancak bunun öncesinde her bölümüyle hayal dünyamızda büyük yer edinen... Karakterlerinin özgünlük ve samimiyetiyle izleme keyfimizi artıran ‘Uzay Yolu’ dizisine de bir selam yollamak istedik.
GEÇMİŞTEN GELECEĞE ‘STAR TREK’ MACERASI
Gerçek hayatta olduğu gibi kurguların dünyasında da geçmişten geleceğe ‘iz bırakan’ olmak kolay değil. Bunun için her devirde geçer akçe olabilecek özellikler ortaya koyabilmek ve her yaştan insana hitap edebilmek önemli. Nitekim ülkemizde ilk kez 1972’de TRT ekranlarında kendini gösterip ilgi toplayan ve daha sonra Star, Show, Cine 5, Kanal 6 ve TGRT olmak üzere beş kanalda yer bulan ‘Uzay Yolu/Star Trek’ bunu başaranlardan.
1966’dan 1969’a kadar ayakta kalma mücadelesi vererek NBC kanalında yayınlanan… Kaptan Kirk, Mr Spock, Dr. Mc Coy çekirdek ekibini Scott, Sulu, Chekov, Uhara gibi karakterlerle tamamlayıp kurgusal evrene kapı açarak insanların hayal dünyasına yepyeni bir boyut kazandıran ‘Uzay Yolu’ dizisini bilmeyen eminim pek yoktur. Işınlanma, otomatik kapı, lazer ameliyatlar, bilgisayarlar, kablosuz haberleşme cihazları, görünmezlik, koruma kalkanları ve yarattığı ilginç tipler derken… O tarihe kadar hiç karşılaşılmayan yeniliklerle televizyon izleyicisinin karşısına çıkıp gelecekteki gelişmelere ilham veren… Atılgan ve ekibini, felsefesi ağır basan maceralarıyla bir uzay efsanesine dönüştüren dizi, bütün dünyada geniş hayran kitleleri yaratıp sinemadaki serisiyle de günümüz gençliğine ulaşmayı bildi.
Kendilerine ‘Trekkie’ diyen grupla alt kültürünü oluşturan orijinal seri, basit bir uzay dizisi olmanın ötesinde, gelecekte yaşanan maceralarla güncel dünya sorunlarını televizyona taşımaya odaklı bir işti aslında. Farklı etnik kesimlerden ve gezegenlerden karakterleri Atılgan’da toplayan Gene Roddenberry projelendirdiği ve televizyon dünyasına kazandırdığı ‘Uzay Yolu’ ile galaksiyi keşfetmeye yönelik bilim kurgu öyküleri yaratırken aynı zamanda insanlara ayrımcılık olmadan birlikte yaşanabileceğini de göstermeye çabalamıştı. Bölüm içeriklerini umutla ve insan sevgisiyle harmanlayarak gerçek yaşamın sorunlarıyla buluşturan ‘Uzay Yolu’ dizisi bu özelliğiyle geçmişten geleceğe uzanırken, televizyonun kitlelere ulaşma gücünü kullanarak sebep olduğu kültürel etki de kayda değer bir hal almıştı.
Dahası hayranların istekleriyle NASA’nın ilk uzay mekiğine Enterprise(Atılgan) ismini vermesine kadar uzanan bu etki, ırkçılığın en hararetli yıllarında Amerika’dan başlayarak tüm dünyaya ırk ayrımcılığının ve cinsiyetçiliğin olmadığı bir seçeneğin varlığını tartışmaya açarak kabul edilebilir kılıyordu. İşte bu nedenledir ki, 23. yüzyılda geçen bir uzay macerası yaratılırken çok ırklı ve farklı cinsiyetlerden oluşan bir mürettebatı, tanınmayan yüzlerle izleyiciye sunan… İlaveten Vulkanlı Spock gibi uzaylı ırklardan karakterlere de içerikte yer verip bunların hepsini ‘Birleşmiş Gezegenler Federasyonu’ altında toplayan ‘Uzay Yolu/Star Trek’ yeniliklerle dolu bir cesaret işi olarak geçti televizyon tarihine. Kısacası; Tekrarlarıyla pek çok ülkede halen izlenen orijinal ‘Uzay Yolu’ serisinin ekranlardaki yeri ve televizyon izleyicisindeki etkisi başka!
Bu açıklamaların ardından gelelim, 2009’da J.J. Abrams tarafından yeniden sunulup ikinci kuşak karakterlerle beyazperde yolculuğunu sürdüren… Ve 19 Haziran 2016’da filmde Chekov karakterini canlandıran Anton Yelchin’in 27 yaşında trafik kazasında hayatını kaybetmesiyle bir emekçisini sonsuzluğa uğurlayan ‘Star Trek: Sonsuzluk’ filminin analizine…
BİRLİK VE SANAT ‘GÜÇ’ DEMEKTİR!
1957’deki Sputnik uçuşundan sonra Beyaz Saray’ın yayınladığı bir kitapçıktan alınan ‘Daha önce hiçbir insanın gitmediği yerlere cesurca gitmek’ cümlesiyle açılışını yapıp insanlığa araştırmacı ruh ve hümanizm aşılamayı hedefleyen ‘Star Trek’ macerasının dünyayla tanışmasının üstünden 50 yıl geçmiş… Dile kolay 50 yıl! Lakin bu yarım asır boyunca ‘Star Trek’ sevgisi hiç azalmamış ve seriye yeni bölümler katma sevdası hep sürmüş. Bu yıl 50. yıldönümünü kutlayan kült bilim kurgu serisinin yeninde hayata döndürülmesinden sorumlu olan yapımcı J.J. Abrams’ın yönetmen koltuğunu ‘Hızlı ve Öfkeli’ serisinin tecrübeli yönetmeni Justin Lin’e devrettiği ‘Star Trek: Sonsuzluk’ da bu sevdanın yeni ürünü.
2009’daki ‘Star Trek’ ile aileyi oluşturup grup birliğini yeniden sağlayan… 2012’deki ‘Star Trek: Bilinmeyene Yolculuk’la karşı karşıya kalınan tehdit sonucu bu birliği harekete geçirmeyi hedefleyen… Ancak tüm bunları dünyaya bağımlı öykülerle aktaran serinin yeni filmi, orijinalinde görmeye alıştığımız türden. Beş yıllık görevle galaksinin derinliklerine dalan Atılgan’ı ve ekibini uzaya taşıyıp aksiyonu bol bir maceracılıkla çıkartıyor karşımıza.
Kadim savaş gücünün barış göstergesi olarak takdim edilişini, Kaptan Kirk’ün görev hüsranına uğramasıyla neticelendiren bir açılışın ardından filoda sıradan bir günün anlatımıyla başlangıcını yapıp kaptanın seyir defterine geçen ‘Star Trek: Sonsuzluk’ filminin ana fikri, birlikten güç doğacağı gerçeği ve Birleşmiş Gezegenler Federasyonu’nun düşmanı ancak birbirine bağlılık duygusuyla yenebileceği mantığı üstüne...
Yerçekiminin bile yapay olduğu, bir günün nerede bitip diğerinin nerede başladığının anlaşılmadığı yerde mantıklı davranmanın güçlüğünü dile getirirken mürettebatın yaşamından kesitler sunan yapım ‘Evren sonsuzsa asla ulaşılamayacak bir şey için mücadele etmiş olmuyor muyuz’ sorgusuyla karşı karşıya bırakıyor bizi. Devasa bütçeler ayrılan uzay araştırmalarının boşluğunu hissettirmeye yönelik bu sorunun akabinde dalıyoruz filmin öyküsüne. Daha önce hiçbir insanın gitmediği yerlere cesurca gitme felsefesinde kopup karamsarlığa düşen Kirk’ün babasına layık olup olmadığını görmek için katıldığı filodaki konumunu değiştirme arzusunu, babasının ölümünü öğrenen Mr. Spock’un Vulkan’ı yeniden canlandırma isteğiyle buluşturup Atılgan’ın mürettebatındaki içsel kırılma havası solutan senaryonun kırılma noktasıysa, Nebula’dan gelen kimliği belirsiz yardım çağrısı! O andan itibaren alışılan Atılgan gücü-güçsüzlüğü ve ekibinin görev bilinci çıkıyor ortaya. Yanı sıra hayatta kalmak için ortak çalışmanın önemi de hissedilmeye başlanıyor. Bu evredeki önemli detaylardan biri de ekibe yeni katılan ve taze bir enerji getiren teknoloji ustası Jaylah karakteri. Öyle ki, çılgın tavırları olan, gürültülü müziğe bayılan ve seride kalıcı olacağını finalde belli eden bu tipin filmde bariz biçimde ön plana çıkartıldığını görebiliyorsunuz.
50. yıla özel 50 farklı uzaylı ırkını bir araya toplayan ‘Star Trek: Sonsuzluk’in mesajcılığına gelince… Farklı ırkların bir araya toplanıp barış içinde yaşamasıyla savaşlar sayesinde varlık gösteren askerlerin dışlanacağı gerçeğini intikamcı Krall karakteriyle ortaya koyan film, bu nedenle askerlerin birlik ve barış kurulmasından hoşlanmayacaklarını vurgulamakta. Askerlerin, yok edicilikle beslendikleri ayrıntısını birlik düşmanlığının arka planında veren senaryo, yarattığı intikam öyküsünde birlikte hareket etmenin, geliştireceği hassasiyet nedeniyle, bazen güç yerine zafiyet doğurabileceğini de ara yerden fısıldamakta.
Sonuçta; Evrenin sonsuzluğunda yeni maceralara kapı açan, bu süreçte geçmişe saygı duruşunda bulunmayı da ihmal etmeyen ‘Star Trek: Sonsuzluk’, her ırktan bireyin mutlu ve huzurlu yaşamasının formülünü, Altamid gezegeniyle 23. yüzyıl metropolü Yorktown’ı buluşturarak, varoluş ve intikam duygularını kesiştirip aktaran bir yapım. Dolayısıyla zorlukları aşmak ve düşmanla baş etmek için birlikten güç doğacağını işleyerek, günümüzde hızla artan ırkçılığa ve bölünmüşlük çabalarına karşı bir alternatif sunuyor adeta. Hem de bu yolda en güçlü düşmanı yenebilecek yegâne silahın müzik yani ‘sanat-kültür’ olduğu noktasını işaret ederek! Savaş tutkusuna barış seçeneği sunan ‘Star Trek’le dünyaya iyi seyirler…
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal