Sultan Ulutaş’tan gerçekçi açıklamalar…

‘Son Çıkış’ın başrollerinden Zeynep’i canlandıran Sultan Ulutaş’la devam ettiğimiz röportaj serisinde, Ulutaş hayata ve kadına dair neler söylemiş bize, bakalım…

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Bir röportajın en önemli unsuru gerçekçiliktir. Sor sorduğunuz kişi cevaplarında samimi değilse ne yazık ki bu unsur daha baştan sıfırlanır. ‘Son Çıkış’ın başrollerinden aldığım cevaplar bu açıdan oldukça tatminkâr. Dolayısıyla Zeynep’i canlandıran Sultan Ulutaş’la devam ettiğimiz röportaj serisinde, ‘gerçek’ insanların ‘oyunculuk’ sergilemediği açıklama üslubunun hâkim olduğunu söyleyebilirim. Bu saptama doğrultusunda çok dobra bulduğum Sultan Ulutaş hayata ve kadına dair neler söylemiş bize, bakalım…

MÜKEMMEL OLMAYA ÇALIŞMAK DÜNYANIN EN SAÇMA ŞEYİ!

1-Merhabalar Sultan Hanım… ‘Son Çıkış’tan öncesine giderek başlayacak olursak… ‘Çocuklar Duymasın’, cıvıl cıvıl Işıl karakteriyle ‘Babam İçin’ gibi diziler geliyor aklıma. Yani oyunculuk yolculuğunda güzel basamaklardan geçtiniz. Peki, Sultan Ulutaş’ı üniversite sıralarından oyunculuğa yönlendiren etkenler neler oldu? Başarı konusunda hiç kaygı duydunuz mu?

Aslında en başta amacım oyuncu olmak değildi. YTÜ’de okurken harçlığımı çıkarmak için bir cast ajansına kaydoldum. Reklamlarda oynayarak para kazanıyordum. Bir süre sonra oyunculuk hoşuma gitmeye başladı. Bu arada Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği bölümüne çok istekli ve bilinçli bir şekilde girmemiştim. Stajlarımı da tamamladıktan sonra bu mesleği yapmak istemediğime karar verdim. Bir tiyatro kursuna yazıldım ve az çok bilgi sahibi oldukça, sahne deneyimini yaşadıkça tiyatroya âşık oldum. Oyunculuğu meslek olarak seçmeye karar verdim. YTÜ’den mezun olur olmaz konservatuar sınavlarına hazırlandım ve Kadir Has Üniversitesi Tiyatro bölümünü tam burslu olarak kazandım.

İtiraf etmek gerekirse zamanında başarı konusunda çok kaygı duydum. Okulda her zaman örnek bir öğrenci olmuştum. Ya benden beklenen bu olduğu için, ya da kendimi en iyisini yapmaya mecbur hissettiğim için… Belki de ikisi birbirini tetiklediği için, bilemiyorum. Şimdi görüyorum ki; mükemmel olmaya çalışmak dünyanın en saçma şeyiymiş ve bu, gereksiz yere çok enerji sarf etmeme yol açmış. Tabii ki yine elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum ancak bir yanlış yaparsam ya da tüm çabalarıma rağmen başarısız olursam bunun dünyanın sonu olmadığını biliyorum. Sonuçta insan en çok yaptığı yanlışlardan bir şey öğreniyor. Başarısız olmaktan korkmamak ve denemekten vazgeçmemek gerekiyor. Önemli olan “mükemmel” olmak değil, “gerçek” bir insan olmak, yanlışıyla doğrusuyla.

KADININ AYAKLARI ÜSTÜNDE DURMASINA İHTİYACIMIZ VAR

2-Mükemmellik ve gerçeklik konusundaki saptamanız harika. Buradan oyunculuk kariyerinize bakarsak… Şu ana dek canlandırdığınız karakterler arasında sizi en çok tatmin eden hangisi? Oyunculuk kariyerinde hedeflediğiniz ve ‘Bunu mutlaka oynayacağım’ diye düşündüğünüz özel bir karakter şablonu aklınızda var mı?

Tiyatroda; Henrik İbsen’in ‘Nora Bir Bebek Evi’ oyunundaki Nora ve Arnold Wesker’in ‘Kökler’ oyunundaki Beatie karakterlerini söyleyebilirim. Televizyonda ise şu an ‘Son Çıkış’ dizisinde canlandırdığım Zeynep karakteri. Aslında bu karakterlerin ortak bir özelliği var. Hepsi de bir şekilde yaşadıkları dönüşümlerle aydınlanan ve kendi ayakları üstünde durmaya başlayan karakterler. Kadının kendi kimliğini bulduğu ve kendi hayatıyla ilgili söz sahibi olduğu hikâyeler ilgimi çekiyor. Bence buna toplum olarak çok ihtiyacımız var. Bu tip hikâyelerin kadınlar için cesaret verici olduğunu düşünüyorum.

Sevgi Soysal’ın Tante Rosa kitabını çok severim. Çok şey anlatan ve yazıldığı zamanın anlayış olarak çok ilerisinde bir eserdir. Aslında bir oyun değil ama yine de Tante Rosa’yı canlandırmayı çok isterdim. Cesur, kendi bildiğini okuyan ve özgür bir karakterdir.

İLERLEYEBİLMEK İÇİN GERÇEKLERLE YÜZLEŞMEK GEREK

3-Gelelim ‘Son Çıkış’a… İddiası yüksek dizide istemeyerek de olsa sevdiği adama ihanet etmiş bir karakteri canlandırıyorsunuz. Kenan’la yüzleşmek yerine ondan uzak durmaya çalışarak aşkını ve kendini feda ediyor. Bu davranış biçimi sizce doğru mu? Siz olsaydınız aynısını mı yapardınız yoksa gerçeği söylemeyi mi tercih ederdiniz?

Aslında burada doğru ya da yanlış yok. Zeynep bir seçim yapıyor. Yaptığı hatayı Kenan’a itiraf etmek; bu hatayla yüzleşmek ve hesaplaşmak demek olacak. Bu yüzleşme sonunda Kenan’daki hatırasının kirlenmesinden, silinmesinden korkuyor. Ne kadar acı çekse de aşkını ve Kenan’ı geride bırakmaya karar veriyor. Yani asıl korktuğu Kenan’ı kaybetmek değil sevdiği adamın gözünde ne duruma düşeceği. Ancak yaptığı bu seçim ona huzuru getirmiyor. Çünkü her ne kadar yüzleşmekten kaçsa da o gerçek her zaman orada, onunla beraber nereye giderse geliyor.

Ben olsaydım ne kadar zor olursa olsun gerçeği söylerdim diye düşünüyorum. Şu an böyle söylüyorum ancak kimse yaşamadan bilemez. Belki o an geldiğinde korkup kaçmak en kolay seçimdir ve insanoğlu yapısı itibariyle buna meyillidir. Ancak yine de hayatta ilerleyebilmek için her zaman gerçeklerle yüzleşmek ve hesaplaşmak gerektiğine inanıyorum. Kaçmak hiçbir zaman çözüm değildir.

EN GERÇEKÇİ GENÇLİK TABLOSU!

4-‘Son Çıkış’ın konusunda ana tema ‘uyuşturucu’… Bunu yansıtmak için yaratılan gençlik bölümündeki tabloyu nasıl buluyorsunuz? Gerçek yaşamla uyuşuyor mu?

Gerçek yaşama olabildiğince çok yaklaşmaya çalışıyoruz. Muhtemelen şu ana kadar ülkemizde televizyonda gösterilen en gerçekçi gençlik tablosu. Yine de tabii ki yayına uygun hale getiriliyor, bazı şeyler estetize ediliyor. Gerçekler her zaman gösterilenden çok daha acı vericidir.

KADINLARI ESTETİK BİR OBJE GÖRMEK ŞİDDETİ YARATIYOR

5-Evet ne yazık ki gençlik tablosunda gerçekler dizilerdekinden daha acı. Peki ya kadın konusu… Dizilerde kadınların yeterince etkili olduğunu düşünüyor musunuz? Senaryolar kadınları erkek karakterlerin gerisinde bırakıp onların yancısıymış gibi mi kullanıyor? Daha net ifadeyle, diziyi yönlendiren güç hep erkek karakterde mi?

Maalesef yeterince etkili olduğunu düşünmüyorum. Ancak kadına karşı bu tutum sadece dizilerde değil genel olarak her alanda mevcut. Kadınlar genellikle estetik birer obje olarak görülüyor veya görülmek isteniyor. Popüler kültür bunu talep ediyor ve dayatıyor. Farkında bile olmadan yerleşiyor herkesin bilincine. Kadını bir insan olarak değil bir obje olarak görmenin en acı sonucuysa hemen her gün haberlerini aldığımız kadına karşı şiddet olarak çıkıyor karşımıza. Şiddet fiziksel ya da ruhsal olabiliyor. Kadınlar da bir süre sonra bu durumu kabulleniyor ve kendilerinden ne bekleniyorsa ne talep ediliyorsa, o toplumda nasıl kabul göreceklerse o kılığa bürünmeye, o şekilde davranmaya başlıyorlar. Kendi kendilerini yok ediyorlar bir anlamda. Aslında genel olarak zaten insanoğlu kabul görmeye âşık, kadın erkek fark etmiyor bu konuda. Kabul görmek uğruna nelerden vazgeçtiğimize bakmanın önemli olduğunu düşünüyorum.

Sihirbaz oyunlarını yaparken onun yanında durup seyircinin dikkatini üzerine çeken ve olayı gerçek bir sihir gibi gösteren güzel yardımcı bir kız vardır. Çoğu işteki erkek kahraman ve kadın karakter için durum sanırım biraz böyle. Kadın maalesef çoğu zaman işlevsizleştirilip sadece güzel görüntü vermesi için orada bulunduruluyor.

‘Son Çıkış’ dizisinde bu durum biraz farklı. Çünkü Zeynep istemeden yaptığı ihanete “rağmen” lanetlenmiyor ve bir baş kadın karakter olarak yolculuğuna devam ediyor. Burada “rağmen”i tırnak içinde kullanıyorum çünkü maalesef şimdiye dek bize gösterilen, öyle bir hata yapan kadının kötüleştirilmesi ve aforoz edilmesiydi. Farklı olarak biz ‘Son Çıkış’ta Zeynep’in iç dünyasını ve yaptığı hatayla yüzleşmesini görme fırsatı elde ettik.

KADINLAR ŞABLONA UYARKEN HEMCİNSLERİNİ RAKİP GÖRÜYOR

6-Son sorum, kadının kadına karşı düşmanlığı konusunda… Erkeklerin şiddetinden, kötülüğünden bahsediyoruz hep. Ama dizilere bakıyoruz, kadınlar hemcinslerine daha büyük kötülükler yapıyorlar. ‘Son Çıkış’ta da Jülide, Zeynep’in arkasından iş çevirip kuyusunu kazma peşinde. Oysa Jülide’ye asıl kötülük erkeklerden gelmiş. Bu durumda diziler bir bakıma erkekleri masumlaştırmış olmuyor mu? Dizinin dışında… Siz, hemcinslerinizden mi daha çok kötülük gördünüz yoksa erkeklerden mi?

Her toplumun ortak bir bilinci vardır ve bu bilinçte korunması gereken değerler kadar yerleşmiş bazı yanlışlar ve zararlı kabullenmişlikler mevcuttur. Genel olarak o toplumun her bireyi bu bilincin içine doğar ve bununla yaşar, farkında olmadan-cinsiyet fark etmeksizin. Maalesef içinde bulunduğumuz bu çağda görülmek istenen bir kadın şablonu var. Kadınlar bu şablona uymaya, kabul görmeye çalışırken diğer kadınları kendilerine potansiyel birer rakip olarak görüyor. Dolayısıyla ilk bakışta nedensiz gibi duran kadının hemcinsine karşı düşmanlığını anlayabiliriz. Jülide de içgüdüsel olarak Zeynep’i kendine bir rakip olarak görüyor olabilir.

Ben kadın ya da erkek diye ayırmak yerine bu yerleşmiş yanlış zihniyetten zarar gördüm diyebilirim... Her kadın gibi! Çünkü kötülük yaptığını zanneden kadın da aslında kendine yapıyor ne yapıyorsa, hayatını yanlış bir zihniyet uğruna yanılsama içinde harcamış oluyor. Yerleşmiş birçok yanlış zihniyetin değişmesi; ancak birbirimizi cinsiyet ayırmaksızın önce insan gibi görerek, duyarak, anlamaya çalışarak, doğruları tartışarak, yanlışa sürekli bir itiraz edişle, çocukluktan itibaren aile içinde ince ince işlenerek mümkün olabilir. İçinde bulunduğumuz toplumu sınırları ve kuralları değişmez kaskatı bir varlık olarak görmek yerine; onun değerli, yeri doldurulamaz ve gücü yeten bir üyesi olarak; yeterince çabalarsak değiştirilebilen, iyileştirilebilen canlı bir organizma olarak görmek gerektiğini düşünüyorum.

‘Sevgili Sultan Ulutaş, sadece görüşlerinizi paylaşmakla kalmadınız… Toplumsal bilinçlenme anlamında çok değerli mesajlar da verdiniz. Bir anlamda kadına ve hayata dair kamu spotu gibi oldu cevaplarınız’ diyerek teşekkürlerimizi sunmanın ardından Zeynep’i, uyuşturucu baronlarının dünyasındaki aşk ve entrika savaşına uğurluyoruz.

Hayata ve kadına çok gerçekçi bakan Sultan Ulutaş’ı kişiliğine uygun, özgür, ayakları üstüne basan karakterlerde görmek dileğiyle…

Anibal GÜLEROĞLU

[email protected]

www.twitter.com/guleranibal