Bir uyarlama hüsranı daha mı?
‘Var olan tüm iyi şeyler özgün olmanın meyveleridir’ demiş John Stuart Mill. Gel gör ki özgünlük yaratabilmek de her babayiğidin harcı değil. Kendini geliştirme amacı ister... Yoğunlaşma, odaklanma becerisi gerektirir... Basite kaçmayan yaratıcılk gücü gerektirir. Nihayetinde tüm bunları motive etmeye yarayan bilinçli ortamlara ihtiyaç duyar, özgünlük.
Anlayacağınız başkalarının yarattıklarını kendine adapte etme ve buradan nemalanma avantajına karşılık özgün yaratıcılıkta karar kılarak üretmek zor iş. Bizdeki yaratıcıların(!) zora tahammülü de pek yok. Böyle olunca da modadan teknolojiye özgünlükten ziyade adaptasyon ürünlerle dolu dört yanımız. Pekii... Hal böyleyken her bölümüyle bir film uzunluğunda olan dizi sektörümüzde özgünlük performansı ne durumda?
Sezonlar boyudur vurguladığımız uyarlama alışkanlığı bu yıl da tam gaz malumunuz. Nasıl ki, pek çok yönden aksak bir tabloyla izleyici karşısına çıkan ‘Senden Önce’ uyarlamasının ardından ekranın yenilerinden ‘Taş Kâğıt Makas’ ve ‘Bahar’ da bu alışkanlığın örneklerinden oldu.
Show’da yerini alan ‘Bahar’ın reyting açısından sıkıntısı yok. Ancak ‘Doktorum ben’ diyen Bahar’ın hikayesinde mantığı zorlayan çok detay olduğu da muhakkak. Mesela şipşak bulunan bağışçı sayesinde karaciğer nakli yaptırdığı halde elinden içki kadehini düşürmemesi... En zorlu ameliyatlardan birini geçirmiş olmasına rağmen kimi zaman aşırıya kaçan neşe-canlılık halleriyle çiçekten çiçeğe konan kelebek misali oradan oraya koşturması... Yeni mezunlar zorlanırken onun 20 yıl aradan sonra kısa sürede TUS’a hazırlanıp (Ne ara hazırlandığını da göremedik ya) ilk seferden kazanması gibi sayısız mantıksızlık barındırıyor. Buna rağmen izleyici bağrına bastı ‘Bahar’ı. Çünkü kadro bir yana, güçlü kadından gelişen hikayeler revaçta. Bu imajdan doğan neşeye ve başarıya; aldatan erkeğin ve gelinini ezikleyen annenin alt edilmesine meraklı izleyici.
Bu bağlamda biz de ‘Bahar’ın başarı gidişatını zamana bırakıp ‘Taş Kâğıt Makas’ı irdeleyelim istedik... İlk bölüm sonuçları üzerinden değerlendirmede bulunup ‘Bir uyarlama hüsranı daha mı’ diyerek.
KANAL D’YE BİR HÜSRAN DAHA MI?
Başarılı uyarlamaların özgün esere tamamen sadık kalmak yerine yorumlamadan, serbest uyarlamadan çıkacağı düşüncesinin ışığında... 2015 yapımı ‘Remember: War of the Son’ isimli Kore dizisinin yerli versiyonu ‘Taş Kâğıt Makas’ dizisine bakacak olursak...
Yapımla ilgili olarak aklımıza takılan ilk şey neden bu adın kullanıldığı oldu. Kötülerin, sistemi; sistemin, adaleti; adaletin, kötüleri alt etme gücüne gönderme yapmak için mi acaba? Yoksa dünya çapında bir oyun olduğundan mı? Her neyse... Oyun demişken hemen bir parantez açalım.
‘Taş makası, makas kâğıdı, kâğıt da taşı yener’ mantığıyla oynan... Hemen herkesin bildiği ‘Taş Kâğıt Makas’, gücü yeten yetene babında bir oyun aslında. Kökleri 15. yy Çin’ine dayanan ve 20. yy’da tüm dünyaya yayılıp hayli popüler olan bu oyunun adı kurguculara da çekici gelmiş olmalı ki, farklı ülkelerden yazarların romanlarına başlık yapılmış.
Misal... Jodi Picoult cinayet-adalet-vicdan üçgeninde yol alan öyküsüyle ‘Taş Kâğıt Makas’ derken, Alice Feeney on yıllık evliliğin sırları üstünden yarattığı gerilime vermiş bu adı. Keza bizde de Ayfer Tunç’un aynı adı taşıyan, modern insanın yalnızlığını ele aldığı dört öyküden oluşan kitabı mevcut. Kuşkusuz örnekleri çoğaltmak mümkün.
Bu kısa bilgilendirmeden sonra bizdeki son ‘Taş Kâğıt Makas’ örneğine dönecek olursak...
İçeriğinin yanı sıra adıyla da özgün olmayan dizinin ilk bölüm sonuçlarının bu sezon dizilerinden istediği verimi elde edemeyen Kanal D için yeterli olamayacağı ortada. Zira Total’de ve ABC grubunda ilk 10’a giremeyip AB’de ancak dokuzuncu sırada. Görünen o ki medyadaki ‘‘Herkesi, tüm Türkiye’yi ağlatacak dizi’’ şeklindeki tanıtımlar ters tepmiş. Gerçek hayatın içinde türlü sorunla ve adaletsizlikle mücadele edip ayakta kalmaya çalışırken Allah’ın günü anaları ağlayanlar, hiç olmazsa ekran karşısında ağlamak yerine hoş vakit geçirmeyi tercih etmiş.
Anlayacağınız bu tercih durumu değişmezse ‘Senden Önce’nin ardından büyük beklentilerle ekrana taşınan ‘Taş Kâğıt Makas’ın da Kanal D’ye bir hüsran daha yaşatacak olması ihtimal dahilinde. Öte yandan taşıdığı özelliklerden dolayı ‘Taş Kâğıt Makas’ın böylesi bir sonucu hiç hak etmediği de apaçık ortada. Nedir bu özellikler?
‘TAŞ KAĞIT MAKAS’IN ÖZELLİKLERİ
Yönetmen koltuğunda Yusuf Pirhasan’ın oturduğu, senaryosunu Uğraş Güneş‘in kaleme aldığı ‘Taş Kâğıt Makas’ın özelliklerini sıralarken söze, yadırgadığım bir ayrıntıdan başlamak isterim.
Özgün senaryoyla paralel yol alan yapımın hangi akla hizmet ‘idam’ vurgusu yaptığını anlamış değilim. İdam cezası geri mi geldi de Amerikan filmlerine özenti babında camlı odada kurulu dar ağacı sahnesi sokuldu gözümüze? Yasalarında idam cezası olmasına karşın 1997’den beri uygulamayan Güney Kore dizisinde idam cezası yazılmış diye uyarlamaya da böyle bir sahne konması çok yanlış olmuş. İdam heveslilerini iştahlandırmak yerine ‘Ağırlaştırılmış müebbet’ der geçersin. Ama hedef dram kasmak, gözyaşı akıttırmak olunca sallandır yağlı urganı.
Oysa ‘Bu şehir bizi sevmez ama iyi tanır’ duvar yazısıyla adeta gerçekleri görmeyi pek sevmeyenlere göndermede bulunan ‘Taş Kâğıt Makas’ın yağlı urgan dramından öte vurgulanacak ne çok özelliği var...
Şöyle ki; Beyindeki depolama bölümünde olağanüstü kapasiteye sahip olan çok gelişmiş otobiyografik hafızaya sahip kişilerin durumu için kullanılan ‘Hipertimezi’ kimliğiyle karşımıza çıkan Umut kimliğinde yeniden ekranda yerini alan Engin Koç, özgün eserdeki babasının masumiyetini kanıtlamaya yemin eden Jin-woo karakterinin ruhunu yansıtmak adına doğru bir seçim olmuş.
İnsanın en önemli yerinin yüzü olduğu inancını, adaleti parmağında oynatma gücüyle birleştirerek namını yürütürken özünde kendinden korkan Fecir’e hayat veren Burak Yörük için de durum aynı. Orijinaldeki Nam Gyu-man ile Fecir karakteri arasında kültürel farklılık olsa dahi ‘Sarı bit’ Fecir’in yöresel kimliğini her yönüyle çok güzel aktarıyor izleyiciye. Dahası babadan yana dertli oluşunu ilk bölümden hissettiren Fecir rolünde, geçmişe kıyasla kendini ne denli geliştirdiğini ortaya koyan başarılı bir performans sergiliyor. Tebrikler.
‘Yakarsa dünyayı Harun Yakar’ olarak uzun bir aranın ardından yüzünü gösteren Ozan Güven’in esprili ve mesajcı varlığı deseniz... Fazla gururun yanlışlığını İmparatorun kulağına eğilip ‘Memento Mori’ diyerek insanlara fani oluşlarını hatırlatan adam misali mesajcılığını mı öveyim yoksa Fecir’den gülerek yediği dayağı kayda aldırarak müvekkilini kurtarma gözüpekliğini mi öne çıkartayım? Bilemedim. Kısaca ‘Harun, her sahnesinde kendini keyifle izlettirdi’ diyeyim.
Sözün özü; Hüseyin Avni Danyal ile kıvamını bulan... Farklı bir öykü anlatmaya soyunan ‘Taş Kâğıt Makas’ta karakterlerle bağdaşan kadroya söylenecek pek bir söz yok.
Dizinin oyunculuk dışındaki kayda değer bir diğer özelliğiyse, anlatılan hikayenin günümüzde rayından iyice çıkartılan ‘adalet-vicdan’ gibi kavramlara vurgu yapıyor olması. Alzheimer hastası olduğunu bilmeyen ve ‘Ben, unuttuğum her şeye mahkumum’ diyen bir babanın üstüne atılan suçtan dolayı çektiği çileyi ‘Dünyaya kötülerin adaleti hakim’ mantığına uygun biçimde işleyen özgün senaryodaki mesajcılıktan taviz verilmeden yola çıkılmış olması çok güzel.
Mesela... Üstlerinin ve medyanın gözünde başarısız duruma düşmemek için gerçek suçluyu yakalamak yerine şipşak suçlu yaratmayı seçen Savcı Süreyya’nın durumu! ‘Zorlayın biraz. Nasılsa itiraf edecek’ mantığıyla kamuoyu baskısından kurtulmak için suçu çabucak gariban Rıza’nın üstüne atması ‘Ben dedim fail o’ adaletsizliğinin yansıması. Bunları ele almak da cesaret işi açıkçası.
Dahası... Herkesi arkasına alıp dilinden hukuğu düşürmeyerek, cinayet-uyuşturucu kaçakçılığı dahil, her türlü suçu işleyenlerin pirupak ortalıkta gezinmelerine Avukat Harun Yakar ile taşlarını atan dizide, emniyet dışında izbe yerlerde gerçekleştirilen illegal sorgulamalar ve alınan itiraflarla savcılar tarafından inanmadıkları durumları yapmaya zorlanan emniyet güçlerine gönderme de mevcut. Tabii emniyetin duvarındaki ‘Türk polisi yakalar’ yazısı da! Denge kurmak şart sonuçta.
‘Temiz kalpler her zaman karşılığını bulur. Adalet de öyle’ diyecek kadar saf hukuk öğrencisi Alev aracılığıyla ‘Mülkün yani devletin temeli olan adalet, çoğunluğun istediğini sağlamak mıdır? Yoksa hiçbir şüphe kalmayana dek gerçeğin peşinden gitmek midir’ sorgusunu geliştiren ilk bölümde medyanın yargısız infaz ve suçlu yaratma gücüne işaret edilmesi de güzel olmuş diyelim.
İlaveten... Ünlü olmak uğruna yapılan sosyal medya paylaşımlarının kötü sonuçlar doğurabileceğini Büşra karakteriyle saptayan... Hiçbir şey bilmeyip biliyormuş gibi yapan gençlere göndermede bulunan... Adaletin telefonlarla yürütüldüğü ortamlarda ‘Hukuk da benim, kanun da benim’ zihniyetinin egemen olacağını ve insan hayatını kaydırmanın kolaylığını örnekleyen ‘Taş Kâğıt Makas’ın temposunu gayet başarılı bulduğumuzu belirtelim. Gerek kurguda gerekse diyaloglarda insanın izlerken uykusunu getiren bir durağanlık veya uzatılmışlık yoktu.
Eee... Bir diziyi izlemek için bu özelliklerin ötesinde ne gerekir daha? Galiba asıl sorun dizinin bu özellikleriyle değil de ‘gözyaşı’ merakıyla öne çıkartılması. Vazgeçin artık ‘Ağlamaktan geberdim. Gözyaşında boğuldum’ gibi boş yorumlara prim vermekten!
SONUÇTA; Ahmet Kaya’nın ‘Hep sonradan’ parçasıyla duygusallığa yelken açan ‘Taş Kâğıt Makas’ dizisinin, hayatın oyununu kimin kazanacağını bize göstermeye gücü yetecek mi bilemeyiz ama... Hayatın yozlaşmış gerçeklerini vurgulayıcı mesaj verme gücünün hayli yüksek olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Umalım da bu önemli özellik onun önünü açsın ve Kanal D’ye yeni bir uyarlama hüsranı yaşatmanın önünü kessin. Reytingin sopası var malumunuz. Bundan dolayı pek çok abartılı-destekli diziden daha iyi olan ‘Taş Kâğıt Makas’ın takdirini izleyici vicdanına bırakırken son söz Victor Hugo’dan gelsin... ‘En mükemmel adalet, vicdandır’!
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal