Türk sinemasının 100’üncü yılı dolayısıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı bir anket düzenlemişti. En iyi 100 filmi belirlemek üzere gerçekleştirilen bu anketten gelen ilk sonuçlar ‘Hababam Sınıfı’nın açık ara önde olduğunu göstermekte. 500 film arasından seçilen 300 yapımın halkoyuna sunulduğu anket 1 Eylül’e kadar sürecek ama eminim bu sonuç değişmeyecektir. Hem zaten ‘Hababam Müzesi’nin açılmasıyla da sonucun böyle olacağı çoktan belli edilmişti. Ayrıca televizyonda da yıllardır farklı kanallarda defalarca oynamasına karşın her seferinde yüksek reyting almayı becerdiğine göre, 100 yıllık mazisi olan Türk sinemasının en iyisi seçilmesi gayet normal. Nasılsa önüm, arkam, sağım, solum ‘Hababam’…
Sinemamızın, kaideleri bozmayan istisnalar olsa dahi, ‘Ha babam de babam’ mantığından kurtulmadan senaryolar üretip kıt kanaat teknolojik gelişimle 100 yılı devirdiği ve halen Oscar’da yarışmayı beceremediği şu sıralarda, sinemayı devasa bir sektöre çeviren Hollywood cephesindeyse peş peşe birbirinden yaratıcı film örnekleri sıralanmakta.
Dünyayı kendine bağlamayı bilen Hollywood’un hem devasa bütçeleri hem de gittikçe mükemmelleşen efektleriyle imrendiren yapımlarının vizyondaki son örneği, ‘Transformers: Kayıp Çağ’…
TARİH YENİDEN YAZILACAK
Bizim 100 yıllık maziye rağmen elle tutulur tek bir bilimkurgu üretemeyişimizin ayıbını yüzümüze vururcasına, ticari zekâyı yaratıcılığın görkemiyle buluşturarak varlık gösteren ‘Transformers: Kayıp Çağ’ın temeli, kötülerle iyilerin birbirine galip gelme savaşı… Tabii bu savaşta kimin galip kimin mağlup olduğunu her zamanki gibi belirsizlikte bırakarak!
Kötülük ve iyilik… Kabil ile Habil’den bu yana birbirinin gözünü oymaktan vazgeçmeyen insan türünün bu vasıflarının sadece gerçek yaşamda değil, filmlerden dizilere tüm senaryolarda da çatışma teması olmasına çoktan alıştık.
Aynı şekilde iyilerin galip gibi göründüğü, kötülerinse net bir yenilgi yerine geçici mağlubiyetle ‘Devamı sonraya’ dercesine varlık gösterdiği bu çatışmacılıkta, kötülerin her zaman iyilere kıyasla daha güçlü ve görkemli sunulmasını da fazlasıyla kanıksadık.
İnsanın iyisi-kötüsü olur da, farklı mekanizmalara dönüşme yeteneğine sahip ‘Transformer’ların neden olmasın akılcılığıyla yaratılan ve 1984’te 98 bölümlük çizgi film olarak boy gösterdiği andan itibaren de büyük bir hayran kitlesine sahip olan ‘Transformers’, bilindiği üzere iyileri temsil eden dost Autobot’lar ile kötü ruhlu düşman Decepticon’ların enerji kaynağı arayışlı, Dünya odaklı savaşını sunan bir seri.
Diğer bölümlerden alışıldığı üzere Amerikalıların günlük yaşamlarından esprili kesitler sunarak başlangıcını yapan ‘Kayıp Çağ’ ise üç film olarak planlanıp Transformers serisinin sonu olarak görülen ‘Ayın Karanlık Yüzü’nün iştah kabartıcı gişe gelirinin ardından, ‘Bu verimli kaynağı bırakmak akılcı olmaz’ mantığıyla ortaya çıkartılan bir devam-başlangıç filmi. Ancak yönetmen Michael Bay bu kez pırıl pırıl son model arabalara dönüşebilen ya da istedikleri şekli alan mekanik yaratıklarını yansıtırken biraz daha özenli davranmış olması ‘Kayıp Çağ’a aşama kaydettiriyor.
Önceki yapımda olduğu gibi bir Sam’in özel hayatına, bir barış getirdiklerini her fırsatta tekrarlayan Autobot’ların dünyasına kamerasını uzatıp birbirinden kopuk iki film izleniyormuş algısı yaratmak yerine kahraman insanlarla, dünyayı kurtarmak uğruna kendilerini feda etmeye hazır olan Trans’ları iç içe geçirmiş. Böylece üstün teknoloji harikası olarak göz kamaştıran, sakalları ve kocaman purosuyla korsan görünümüne bürünüp ilginçleşen Trans’ların insani duygusallığı da daha iyi açığa çıkmış.
Dinozorlar çağında uzaydan gelip ortalığı duman eden mekanik yaratıklardan Kuzey Kutup Bölgesi’nde bulunan dinozor kalıntısına geçiş yaparak başlayan ve bu doğrultuda ‘İnsanlığın kayıp çağı sayılan buz devri, göktaşına değil Transformers atalarına dayanmakta’ demeye getiren yapım, tarihi yeniden yazmaya soyunurken karşımıza çıkan tablo; ‘Uzaylı faaliyetlerini bildir’ uyarısındaki Chicago tedirginliği ve Teksas’ın 1928’den kalma sinema salonu…
Eski şeylere meraklı olanlar için Emek Sineması’nı andıran bu yer bir hazine adeta. Bu salonun terk edilmişliğine bakıp, ‘Elin Teksaslısının kafası çalışmıyor mu, ne’ diye fikir jimnastiği yapacak olsak da… Onca yıl böyle bir mekâna niye kimsenin el atmadığını düşünsek de… Oralarda bizdeki gibi TOKİ ve AVM salgını olmadığını hatırlayıp hemen vazgeçiyoruz bu sorgulamadan.
Veee dönüyoruz temposunu baştan sona hiç düşürmeyen filme… Eskilerden yeni üretme mucitliğine soyunmakla birlikte elle tutulur bir şey yaratamayan meteliksiz babanın nişancı atıcılığını… Hangi amaçla çağrıldığı belli olmayan lakin ortalığı karıştırma amacına pek güzel hizmet eden arkadaşın zoraki komikleştirilmiş varlığını… 18 yaşından önce erkek arkadaş edinmesine izin verilmediği halde kafasına buyruk yaşama örneği sergileyen liseli kızın alt yapısız tanıtımlarını kestirmeden yapan senaryonun üç saati aşkın süreyi nelerle dolduracağını meraka koyuluyoruz.
Nitekim Teksas’ta bu insani durumları yansıtan senaryo yolunu nasıl çizeceğini, ‘Ben dostum, ateş etmeyin’ uyarısına aldırmayan özel güçlerle, Amerika’nın ve dolayısıyla CIA’nin operasyon şovuna dönüşen, Autobot avı yaşatarak anında ortaya koyuyor. Gelsin devamı…
Eh başlangıç böyle çağdan çağa atlayan ve de hayli cafcaflı olunca… Hele hele ‘Her şeye rağmen umut var’ cümlesini, liderine insanlardan daha sadık olduğunu ispatlayan Autobot’un ağzından işitince, insanın ‘Transformers: Kayıp Çağ’dan beklentisi de artıyor haliyle… Kolay mı tarihi yeniden yazmak iddiasıyla yola çıkmak?
Ama gel gör ki tarih yeniden yazılmıyor, sadece farklı yansımalarla tekerrür ediyor!
KÖTÜLERİN ÖLÜMSÜZ VARLIĞINDA DEVAM KAÇINILMAZ!
Optimus Prime’ın keşfedilişiyle konusunu geliştiren ‘Kayıp Çağ’, resmi görevlilerin şahsi çıkarcılıklarıyla bilim adamının yaratma heyecanını harmanladığı ‘kötülük’ kanadında, ‘Kötüler ister insan olsun, ister Transformers her şartta yeniden var olma ayrıcalığına sahiptir’ tablosunu çizerken Transformers atası Dinobotlarla da iyilik-kötülük ikilemine düşürüyor seyirciyi.
Bu ikilemde duygusallık adına en yapıcı olan baba-kız muhabbeti! Mark Wahlberg tarafından başarıyla canlandırılan Cade, kızı Tessa ve Hızır gibi yetişen erkek arkadaşı Shane ile baba-kız-sevgili denkleminde aynı kız için savaş veren erkek duygusallığına değinen Ehren Kruger imzalı senaryo bu yolla, diğerlerine nazaran daha samimi sahneler kurmuş.
Aşkı ve bilimsel ahlakı, insanlar kadar duygusal Trans’ların özverili varlığıyla gelişen aksiyona yedirmeyi bilen ve bilim kurgu özelliğinin hakkını layıkıyla veren robotların dünyasına gelince… Burada da hâkim olan özellik, yine ‘ruh’ ve ‘duygu’! İyiliğe, kendini feda etme pahasında karşılık veren Autobot’ları gördükçe, çoğu insanın bir robot kadar olamadığına hayıflanmamak elde değil. İnsanın fıtratında ölüm gibi kötülük de var ne de olsa!
İnsanları kötülükleriyle baş başa bırakıp, kamyonlardan-arabalardan türlü robotlar yapıp hayallerinde savaşçı dünyalar kurarak büyüyen ve sonrasında insanların gerçek savaş dünyasına düşenleri kendisine çekmeyi çok iyi başaran ‘Transformers’ serisine dönecek olursak… Bu çekicilik neticesinde elbette ki beşinci film de gelecek.
Ses tasarımından, ince elenip sık dokunan efektlerine harika bir sanat eserine dönüşen ve yeni bir hikâyenin girişi olarak niteleyebileceğim Trans’ların en şatafatlısı ‘Kayıp Çağ’ için yapılacak özet yorum; senaryoyu pek de önemsemeyerek eğlendiricilikle gişe yapmaya odaklanan yapımcıların, görsellikle seyirciyi kendisine bağlayan akıcı bir iş çıkarttıkları.
Bu doğrultuda ‘Kayıp Çağ’ın teknolojik becerisinde her ayrıntının üstünde öylesine titizlikle durulmuş ki, senaryo mantığını düşünmeye pek ihtiyaç duymuyorsunuz ve film, serinin en uzunu olmasına rağmen sıkılmadan izlettiriyor kendini. Duygu yönünü yoğunlaştırmaya başlayan ‘Transformers’ın yegâne varlık sebebi de bu keyfi tattırmak zaten.
Anlayacağınız dördüncü bölümde daha ihtişamlı görünen asil ruhlu Optimus Prime ve kötülerin ölmezliğinin ispatı olan yeni Megatron’un, cümle uzaylının filmler boyu madenlerinin yüzü suyu hürmetine işgale yeltendiği gariban Dünya’da, daha yapacak çok savaşı var! Sanki insanların savaşı ve katliamı yetmiyormuş gibi…
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal